Orta Çağ Avrupası Cadı Avı Çılgınlığı’nın Feminizme Etkisi












Görsel 1: Francisco Goya, Cadıların Uçuşu, 1798.


Cadı kelimesi geçtiğinde hepimizin aklına üçgen, sivri ucu gökyüzüne uzanan, kır saçlı ve genellikle ormanın içinde büyülü evinde yaşayan yaşlı bir kadın gelir. Bu tasvir elbette ki anlatılan masallardaki betimlemelerde, çocukluğumuzun çizgi filmlerinde, okuduğumuz kitaplardaki tasvirlerde olduğu için çok da fazla yanılmış olmayız. Tarihte de bu “cadı” kavramının çok farklı olmadığı, aynı zamanda hep kadın olmasının da bir sebebi vardı. İnsanın varoluşu kadar eski ve çok yönlü olan cadı kavramının tarihini belirlemek tarihçiler için de zor olsa da ilk kaynakları (çivi yazılı tabletler, papirüsler, kutsal kitaplar vb.) Antik Çağ’a (M.Ö. 2000) kadar uzanmaktadır. Çok yönlü olarak adlandırmamıza sebebiyet veren konulardan biri ve en önemlisi, insanın evrilmesi ve adaptasyonu gibi cadılık kavramının da Antik Çağ’dan günümüze kadar her çağa ayak uydurmasından geçer.

İnsanın varoluşundan bu yana sorgulama ve görülmeyeni adlandırma hissi merak duygusunu ortaya koymuş ve mantığı ile açıklayamadığı şeyleri doğaüstü güçlere ve inanç konularıyla bağdaştırmıştır. Cadılık da bu inancın doğrultusunda ortaya çıkan bir kavramdır. “Cadı” kelimesinin doğrudan geçmemesi de önemli bir noktadır. Sümerliler, Babiller gibi uygarlıklarda cadı kavramının yerini şifacı, doğayla iletişim kuran, ruh çağıran kişi almıştır. Bu durumun önemli olmasının sebebi ise ilk zamanlarda büyü kavramının da bu kadar kapsayıcı olmamasıdır. İlk büyüler insanların toplum olarak ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Ekinlerin bereketli olması için yapılan ayinler, avların kolaylığı için yapılan büyüler, kralların başına bir zeval gelmesin diye yapılan arınmalar gibi olgular büyüyü toplumun her kesimine yaymış, meşrulaştırdığı kadar da insanların inanç açlığından beslenmiştir.

Büyü yapmak o dönemde bilgeliği ve tanrılarla iletişimi simgelediği için o hiyerarşik düzende statü de yükseltmiştir. İnsanlar büyücülerin sözlerini dinliyor, aynı zamanda bir öğrenci edasıyla yaptıklarını öğrenmeyi istiyorlardı. Bundan dolayı büyücü denildiğinde kimse korkmuyor, kötü bir şey yaptığını düşünmüyor; aksine topluma bir din adamı kadar faydalı gözüküyorlardı. Jeffrey Burton Russel’in Witchcraft in the Middle Ages kitabında Antik Çağ’da dini, bilimi ve metafiziği bir arada yorumlamış ve birbirinden ayrı bu dalları bir bütün olarak şema ile açıklamıştır; çünkü Antik Çağ bu alanları birbirinden ayırmamış, aksine birleştirmiş ve bu birleşimden yararlanılmaya çalışmıştır. Büyü, Antik Çağ’da doğayı anlamak ve ondan faydalanmaktı ve bu bakış açısı da insanların merak duygusunu tatmin etmek ve statü yükseltmek için şifacı olma isteğini kanıtlar niteliktedir. İnsanların bu yaklaşımı uzun bir süre (M.Ö. 2000 – M.S. 300) devam etmiştir. Bu uzun süre büyüyü kendi içinde evrimleştirmiş olsa da istisnaların kaideyi bozmayacağı şekilde toplum için yararlı kılmış, insanların bir nebze gönlüne su serpmiş, umut bağladıkları bir yol açmıştır.

Dünya genelindeki Pagan (çoktanrılı) inancı farklı inançlara izin vermemişti; çünkü inançlar devlet inancı olarak görülüyor ve devletin farklı bir inancı olmaması, bir bütün olması gerektiği savunuluyordu. Büyünün evrimi de burada devreye girerek bu dönemin bölücü noktası olmuştu. İnsanlar kişisel çıkarları için büyü yapmayı yaygınlaştırmış ve bu da güç dengesini bozmuştu. Toplumun yararını düşünen şifacılar halk arasına karıştığı için artık her kesimin erişebildiği bir çıkar söz konusu olmuştu. Tam bu dönemlerde devletler yavaş yavaş “kara büyü” olarak adlandırdıkları bu harekete dur demeye başlamış, başta Antik Roma olmak üzere yasaklamıştı. Bu yasaklar etkili olmadığı gibi yasak olanın çekiciliği daha iştah açıcı gelmiş ve daha da yaygınlaşmıştı. Tam bu dönemde Antik Roma’da küçük bir Yahudi topluluğundan çıkan yeni bir inanç sistemi doğuyordu: Hristiyanlık. Hristiyanlık, İsa Mesih’in önderliğinde bir sevgi, merhamet ve en önemlisi tek tanrılı bir din olarak ortaya çıkmıştı. Dönemin Pagan inancından dolayı tek tanrı mümkün değildi ve din devletin dini olduğu için o dönemin Hristiyan toplulukları ağır cezalar almış, caydırılması için her şey yapılmıştı. Yapılan zulümler o dönemin Pagan inancını zedelemiş, aynı zamanda bir çağı da kapatmıştı. Artık Antik Çağ’dan çıkan Roma, İmparator Konstantin (M.S. 313) ile birlikte Milano Fermanı sayesinde Hristiyanlığa dinsel özgürlük tanımıştı. Artık büyüler, tılsımlar Pagan inancı ve “antik” olarak değerlendirilmiş, kendini yenilikçi olarak tanıtan imparator kendi döneminde kiliseler inşa ettirmiş, ibadet özgürlüğü tanımıştı. Devamında ise İmparator Theodosius I (M.S. 380) Roma’nın resmî dini olarak Hristiyanlığı seçmiş, hatta politikalarını da bu inanca göre şekillendirmişti. Eski Pagan gelenekleri “aptal saçması” olarak tanımlanmış, tapınaklar ve eski Pagan tanrılara ibadet yasaklanmış, büyü ve kehanet “şeytan işi” olarak görülmüştü. Bu keskin ve ters dönüş insanların ayak uydurmasını zorlaştırsa da erken Hristiyanlık dönemine adapte olmuş ve artık büyü gizli yapılmaya başlanmıştı.

Treves Başrahibi Prumlu Regino tarafından Anycra Konseyi’nde yayınlanan (M.S. 314) ve 13. yüzyıla kadar kilisenin resmî doktrini olan Canon Episcopi, cadılığın tamamen bir fantezi ve sapkınlık olduğunu belirtmiş, bu yolda devam eden “kadınların” en ağır cezaları alması gerektiğini öne sürmüştü. Bu bildirge ile ne kadar Pagan inancına mensup kişi varsa (erkekler olsa da çoğunluğu kadın) kendi toplumu içinde ayıplanmaya başlanmış ve toplum düzenini tehdit eden kişiler olarak muamele görmüşlerdir.

Bu döneme gelene kadar bu muamele devam etmiş ama sistematik bir katliam olmamıştı. İnsanların yargılayıcı bakışlarının yerini nefret eylemlerinin almaya başlaması ise Canon bildirgesinden sonra olmuştu. İnsanlara açık açık bu beyin yıkama olayı o dönemin din-devlet birleşimi adı altında yapılmış, farklı olanı kabul etmeme bireysel çıkara yol açmıştı. Dönemin Papası IX. Gregory bu düşünceye kayıtsız kalmamış, toplumun korkusunu ve “sapkınlığı” yönetmek amacıyla Engizisyon Mahkemeleri’ni (Medieval Inquisition) kurmuştu (1231). Adı mahkeme olan bu yer, Katolik öğretilerine karşı çıkan grupları önlemek amacıyla cezalandırma yapabilen ve yargıçlarının tamamı din adamı olan bir kuruluştan ibaretti. Mahkemeye suçlular genellikle ihbar yoluyla geliyor, gelenler bazen kendini kimin ihbar ettiğini bile asla öğrenemiyordu. Bu dönemin modern adaletten yoksunluğuyla bilinmesinin en önemli sebeplerinden biri de tanık kavramının olmamasıydı. Bir suçla itham ediliyorsanız bunu sizin kanıtlamanız ya da tövbe edip itiraf etmeniz bekleniyordu. Yargıçlar din adamları olduğundan cezalarınıza onlar kutsal kitaptan karar veriyor ve genellikle yakılarak idam ediliyordunuz. İtirafı almak önemliydi çünkü itiraf etmek ruhu şeytandan arındırmaktı (günah çıkartmak) ve kesin kanıttı; bu yüzden işkence de meşruydu. Yapılan işkenceler bir insanın fiziksel olarak kaldırabileceği acının ötesindeydi ve bazı masum insanlar sırf işkenceden kurtulup idam edilmek için suçu kabul ediyordu.

Dönemin en uç noktası olmasa da bu dönemde de tahmini olarak 15.000 kişi idam edilmişti. Bu idamların sonucunda gücü daha fazla elinde tutan Alman Katolik din adamlarından biri, Heinrich Kramer, o dönemde çıkardığı Malleus Maleficarum adlı kitabıyla başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da hızla yayılmıştı.

Cadılık karşıtlığının el kitabı haline gelen bu kitap, içinde bulunan cinsiyetçi ve ağır yargılayıcı cümleleriyle Engizisyon Mahkemeleri’nin Cadı Avı başlangıcının en büyük yol göstericilerinden biri olmuştu. “All witchcraft comes from carnal lust, which is in women insatiable.” (Büyücülük, kadınların doyumsuz cinsel arzularından ortaya çıkar.) ya da “When a woman thinks alone, she thinks evil.” (Kadın yalnızken düşündüğünde şeytanlık düşünür.) gibi açık açık kadın düşmanlığı içeren sözleri bir yol gösterici gibi örnek alan halk da gitgide kadınlardan korkmaya ve içten içe bir nefret beslemeye başlamış, başta dul, bitkilerle ilgilenen, şifacı, ekonomik özgürlüğü olan kadınlar olmak üzere dönemin tüm kadınları bir tehdit altına girmişti. Engizisyon’un ihbar üstüne ve tanıksız çalışması, istenmeyen kişilerin yok oluşuna kolaylık sağlamış, toplumdaki kişisel çıkarlar gün yüzüne daha çok çıkmıştı. İnsanlar sadece arasının iyi olmadığı kişileri bile ihbar yoluyla mahkemelere şikâyet ediyordu. Bu dönemde tahmini olarak 40.000 ila 60.000 kişi büyücülük suçlamasıyla idam edildi. Bu idamların ise %75 – %85’i kadındı. Erkek egemen otoritenin tehdit olarak gördüğü bağımsız kadınlar bazen komşularının, bazen sevdikleri bir arkadaşlarının ihanetine maruz kalıyor, akıl almaz işkence yöntemleriyle büyü yaptıklarının kesin olarak itirafı isteniyordu. Bu işkencelerin de dönemsel evrimi kadınlara göre gelişmiş ve artık kadınlara özel işkenceler kurgulanmıştı.

Bu kadın soykırımı binlerce bilgili ve masum kadının ölümüne sebep olmuş, günümüzün belki kadın bilim insanlarının, mucitlerinin, doktorlarının ve dahasının önünü kesmişti. Şu an özenilen Batı Avrupa kadın haklarının biçimlenmesinde en büyük rollerden biri olan “Cadı Avı”, ne kadar bağnazlığı içler acısı bir şekilde önümüze sunsa da alınan ders büyüktü ve feminizmin köklerinin salınmasındaki en büyük olaylardan biriydi. Feminizm bakış açısında öldürülen sadece kadınlar değildi, fikirlerdi. Birçok fikir de yakılarak tarihe gömülmüştü. Sistematik bir şekilde yıllarca katledilen kadınlar için bir direniş simgesi olarak ikinci dalga feminizm sırasında (1960) “W.I.T.C.H.” (Women’s International Terrorist Conspiracy from Hell) cadı simgesi bu şekilde başta betimlediğimiz hâline evrildi ve büyük bir direnişin sembolü oldu. Yakılan fikirlerin asla geri getirilemeyecek olması, neler getirebileceğini bilmemek değildir. O dönemin doktorları, ticaret erbapları, öğretmenleri yakılmasaydı belki de feminizm dalgasını yüzyıllar önce yaşamış, herkesin eşit bir düzende yaşadığı bir toplumda olacaktık ve bu düşünce bu kadar ütopik olmayacaktı. O dönemin yalnız kadınları yüzyıllar sonra bile yalnız olmadı. Yapılan katliamın ucu sadece Avrupa’daki değil, tüm dünyadaki kadınlara bir şekilde dokundu. Aynı işi yaptığınız bir erkeğin daha fazla maaş alması, kadınların trafikte kötü olması, hiçbir kadın bilim insanı bilmeyişiniz dünya genelindeki feminizm ihtiyacının en somut örnekleri olacaktır. Bu yüzden cadı avı geçmişte alınan bir ders değil, günümüzde de aramızda gizlice dolanan bir bakış açısıdır. Kadınların toplumdaki ilk baskılanması olmasa da en büyüklerinden biridir.

1-https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1856773#:~:text=Paleolitik Çağ 
2-Geraldine Pinch, Magic in Ancient Egypt, University of Texas Press 
3- Antik kalıntılar- Defixiones-M.Ö 5. Yy, 6. Yy, Greek magical papyri, Hakate ve Hermes vb. Ruhlara yapılan tılsımlar (Yunanistan) 
4-Thessaloniki Fermanı(Selanik Fermanı) 
5-https://www.faculty.umb.edu/gary_zabel/Courses/Phil 281b/Philosophy of Magic/Arcana/Witchcraft and Grimoires/canon.html 
6-https://dergipark.org.tr/en/pub/bozifder/issue/22460/240235 
7-https://www.penguin.co.uk/discover/articles/francine-toon-pine-inner-witchviolence-against-women 
8-https://www.teenvogue.com/story/womens-international-terrorist-conspiracyfrom-hell 

Ekstra kaynaklar : 

1-Witchcraft in the Middle Ages- Jeffrey Burton Russel 
2-Magic in ancient Egypt-Pinch,Geraldine


CEREN ÖZKAYA
BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER
MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ

Yorumlar

Popüler Yayınlar