Ekonomik Krizler ve Otoriterlik: Japonya
1929 Ekonomik buhranı, 24 Ekim 1929’da New York borsasının çökmesiyle başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan küresel bir ekonomik krizdir. Bu kriz sadece ekonomik değil aynı zamanda siyasi ve toplumsal alanlarda derin etkilere neden olmuştur. Buhranın etkileri her ülkede aynı olmamıştır ancak sanayileşmiş ülkelerde üretim düşmüş, işsizlik artmış ve uluslararası ticaret daralmıştır. Bu ekonomik kriz Japonya, Türkiye gibi dış ticarete bağımlı ekonomileri derinden etkilemiştir. Yani1929 Ekonomik Buhran’ı, yalnızca batı dünyasını değil dış ticarete dayalı ekonomilere sahip asya ülkelerini de derinden sarsmıştır. 1929’da Başlayan ‘kara Cuma’ 1930’lu Yılların sonuna kadar etkisini arttırarak devam ettirmiştir. Özellikle 1920’lerin sonunda ipek ihracatına dayalı kırılgan bir yapıya sahip olan Japon ekonomisi büyük buhranın ekonomik ve toplumsal etkilerine karşı gösterdiği tepkilerle dikkat çekici bir örnek oluşturmaktadır.
Japonya 19. yüzyılın sonlarında gerçekleştirdiği Meiji Restorasyonu ile hızlı bir sanayileşme sürecine girmiştir. Bu süreçte devlet destekli özel girişimler (zaibatsu) ile bir endüstri altyapısı oluşturulmuş dış ticaret hacmi genişletilmiştir. Özellikle ipek ihracatı Japonya’nın dış gelirinde önemli bir yer tutmuştur. Meiji Restorasyonu, Japonya'nın 1868 yılında Tokugawa Şogunluğu'nun sona erdirilmesiyle başlayan ve İmparator Meiji'nin liderliğinde gerçekleştirilen kapsamlı bir modernleşme ve Batılılaşma sürecidir. Bu dönem, Japonya'nın feodal yapısını terk ederek merkeziyetçi bir devlet yapısına geçişini, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda köklü reformları içermektedir. 17. yüzyıldan itibaren Japonya, Tokugawa Şogunluğu yönetiminde dış dünyaya kapalı bir politika izlemiştir. Ancak 19. yüzyılın ortalarında Batılı güçlerin Asya'daki etkisinin artması ve Japonya'ya yönelik baskıları, ülkenin bu izolasyon politikasını sürdüremez hale getirmiştir. Özellikle Batılı ülkelerle yapılan eşitsiz antlaşmalar, Japonya'nın egemenliğini tehdit eder hale gelmiştir. Bu durum, ülke içinde reform taleplerini artırmış ve bu talepler 1868'de Tokugawa Şogunluğu'nun devrilmesiyle sonuçlanmıştır. Yeni yönetim, İmparator Meiji'nin liderliğinde modernleşme sürecini başlatmıştır. Meiji Liderliği boyunca siyasi, ekonomik, askeri, eğitim ve toplumsal alanlarda birçok reform yapmıştır. Feodal hanlık sistemini kaldırmış merkeziyetçi bir yönetim yapısı oluşturmuştur. İmparatorluk meclisi kurmuş ve modern bir anayasa hazırlamıştır. Sanayileşmeyi teşvik etmiş, demiryolu ve iletişim altyapısı geliştirmiştir. Ayrıca modern bankacılık sistemi kurarak ekonomik büyümeyi desteklemiştir. Samuray sınıfının ayrıcalıklarını kaldırmış ve modern batı tarzı bir ordu kurmuştur. Bu reformun ardından askerlik sistemini zorunlu hale getirmiştir. İlköğretim zorunlu olarak uygulanmaya başlamış, yeni üniversiteler kurularak batı bilimleri müfredata dahil edilmiştir. Sınıf ayrımları azaltılarak vatandaşlar arasında eşitlik sağlanmaya çalışılmış batı tarzı kıyafetler ve yaşam tarzları teşvik edilmiştir. Meiji yönetimi, Batı'nın teknolojik ve kurumsal üstünlüğünü yerinde gözlemlemek amacıyla 1871 yılında Iwakura Heyeti'ni görevlendirmiştir. Heyet, ABD ve Avrupa ülkelerini ziyaret ederek eğitim, hukuk, sanayi ve yönetim sistemlerini incelemiştir. Bu gözlemler, Japonya'daki reformların şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Siyasi olarak ise Japonya 1920’lerde batı tarzı bir anayasal monarşi denemesi içindedir. 1889 tarihli Meiji Anayasası ile imparator mutlak güce sahip görünse de parlamento ve siyasi partiler etkinlik kazanmaya başlamıştır. Ancak bu dönemde bile ordu ve donanma sivil denetimden bağımsız ve doğrudan imparatora bağlıdır. Bu yapı kriz döneminde ordunun daha kolay şekilde siyaset sahnesine müdahil olmasına olanak tanımıştır. 1920’lerin Sonunda Japonya’nın ekonomik büyümesi yüzeyde güçlü görünse de yapısal olarak kırılgandır. Üretim ağırlıklı olarak dış talebe bağımlıyken kırsal nüfusun büyük bir kısmı ipek üretimi gibi tek ürüne dayalı geçim kaynaklarına bağlıdır. Amerika ve Avrupa’da yaşanan ipek talebi daralması Japonya’nın ihracat gelirlerini sert şekilde düşürmüştür. Bu durum da kırsal bölgelerde yoksulluk ve borçlanmanın artmasına büyük kentlerde de işsizlik ve toplumsal huzursuzluğun baş göstermesine neden olmuştur. Sivil hükümetlerin kriz karşısındaki bu yetersizliği askeri elitlerin toplum önünde prestij kazanmasına neden olmuştur. Askeri otoriteler, İmparatorun temsilcileri olarak halka kurtuluş vadi sunmuşlardır. Meiji anayasasına göre doğrudan imparatora bağlı olan ordu bu yapıyı kullanarak siyasi alana müdahalede bulunmuş ve halk nezdinde destek kazanmıştır. Kriz sonrası artan belirsizlik de ‘ordu devleti kurtarır’ algısı sivil siyasetçilerin etkisizliğini daha da belirginleştirmiştir.1931 yılında Japon ordusu parlamentodan bağımsız olarak Çin’in kuzeyindeki Mançurya bölgesini işgal etmiştir. Bu olay orduya bağlı grupların sadece dış politikada değil iç siyasette de etkili olduklarını göstermesi açısından kritik bir dönüm noktası olmuştur. ‘Mukden Olayı’ olarak bilinen bu gelişme Japonya’nın sivil rejimden militarist-faşizan rejime geçişinin simgesel başlangıcı olmuştur. Ekonomik kriz sonrası Japonya’da ulusal bir seferberlik duygusu yaratılmaya çalışılmış halkın sadakati imparator ve ordu etrafında şekillendirilmiştir. İmparatorluk tanrısal bir figür olarak sunulmuş ‘imparatora sadakat’ üzerinden toplumun ideolojik birliğini sağlama hedeflenmiştir. Bu bağlamda Şintoizm’e ilgi artmış ve Şintoizm gelişme göstermiştir. Eğitim politikaları medya yayınları ve kültürel üretimler ‘tanrısal imparator’ fikri etrafında yeniden düzenlenmiş bireycilik ve batılı değerler ‘çöküşün nedeni’ olarak lanse edilmiştir. Sonuç olarak büyük ekonomik Buhran Japonya’da yalnızca ekonomik bir çöküş değil aynı zamanda siyasal ve kültürel bir dönüşüm yaratmıştır. Demokratik kurumlara olan güven azalırken askeri ve ideolojik liderlik ön plana çıkmıştır. Ekonomik krizin toplumsal yansımaları radikal sağ ideolojilerin halk tabanında destek bulmasını kolaylaştırmıştır. Bu durum Japonya’nın 1930’lardan itibaren emperyalist yayılmacılığa ve faşizan eğilimlere dayalı bir dış ve iç politika izlemeye başlamasına neden olmuştur.
Günümüzde Japonya 1947 anayasası ile tanımlanan anayasal monarşi ve parlamenter demokrasi sistemine sahiptir. Bu sistemde imparator sembolik bir figür olarak kalırken yürütme yetkisi başkan ve bakanlar kuruluna aittir. Ülkenin yasama organı olan Ulusal Diet, Temsilciler Meclisi ve Danışmanlar Meclisi Olmak üzere iki kanattan oluşmaktadır. Son yıllarda Japonya’da popülist siyasi hareketlerin yükselişi gözlemlenmektedir. Ancak bu hareketlerin demokrasinin aşınmasına yol açıp açmadığı konusunda net bir görüş birliği bulunmamaktadır. Bazı araştırmalar popülizmin Japonya’da demokrasinin gerilemesine neden olmadığını ancak siyasi sistem üzerinde belirli etkiler yarattığını belirtmektedir. Yerel yönetimler açısından Japonya’da merkeziyetçi bir yapı hakimdir. Ancak yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliği zamanla artmıştır. Bu durum yerel yönetimlerin kendi bölgelerinde daha etkin hizmet sunmalarına olanak tanımaktadır. Japonya güncel dünya ekonomisinde dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olarak yüksek teknoloji ve sanayi üretimiyle tanınmaktadır. Ancak 1990’larda ekonomik balonun patlamasıyla birlikte ülke uzun süreli bir durgunluk ve deflasyon sürecine girmiştir. Bu durum Japon ekonomisinin büyüme hızını olumsuz etkilemiştir. Japonya'nın ekonomik yapısı kolektif karar alma mekanizmaları ve süreklilik üzerine kurulmuştur. Bu yapı bazı durumlarda yenilikçilik ve hızlı adaptasyon konusunda sınırlamalar yaratabilmektedir. Ayrıca Japonya’nın sanayileşme sürecinde uyguladığı kalkınmacı model başlangıçta ekonomik büyümeyi teşvik etmiş olsa da zamanla bazı yapısal sorunlara yol açmıştır. Modelin günümüzde ekonomik esneklik ve yenilikçilik açısından yeniden değerlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Sonuç olarak Japonya güçlü bir ekonomik ve siyasi yapıya sahip olmasına rağmen karşılaştığı demografik, ekonomik ve siyasi zorluklarla başa çıkmak için sürekli reformlar ve yenilikler yapmaktadır. Bu çabalar ülkenin sürdürülebilir kalkınma ve demokratik değerlerini koruma hedefleri doğrultusunda devam etmektedir.
Sonuç olarak ekonomik krizler özellikle 1929 büyük buhranı japonya'nın siyasi yapısında radikal dönüşümlere yol açmış ve bu süreç faşizan eğilimlerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. 1929 ekonomik krizi Japon siyasi sistemi için yalnızca bir tetikleyici değil aynı zamanda japonya'da parlamenter sistemin çöküşü ve militarist-faşizan bir yönelimin yükselişi açısından anahtar bir dönemeçtir. Ekonomik istikrarsızlık halkın radikal çözümlere yönelmesine ordunun ise meşruiyet kazanarak siyaseti domine etmesine zemin hazırlamıştır. Bu da japonyayı 1930’lardan itibaren faşizan çizgide bir dış ve iç politikaya yönlendirmiştir.
Economic Crises and Authoritarianism:Japan
The 1929 Economic Depression was a global economic crisis that began with the collapse of the New York Stock Exchange on October 24, 1929, and affected the entire world. This crisis had profound impacts not only economically but also politically and socially. Its effects were not the same in every country, but in industrialized nations, production fell, unemployment increased, and international trade contracted. This economic crisis deeply affected economies dependent on foreign trade, such as Japan and Turkey. In other words, the 1929 Economic Depression severely shook not only the Western world but also Asian countries with economies based on foreign trade. The "Black Friday" that began in 1929 continued to grow in impact until the late 1930s. Particularly, the Japanese economy, which had a fragile structure based on silk exports at the end of the 1920s, constitutes a striking example with its reactions to the economic and social effects of the Great Depression.
Japan entered a rapid industrialization process with the Meiji Restoration, which it carried out at the end of the 19th century. In this process, an industrial infrastructure was built through state-supported private enterprises (zaibatsu), and foreign trade volume was expanded. Especially silk exports held a significant place in Japan’s foreign income. The Meiji Restoration was a comprehensive modernization and Westernization process led by Emperor Meiji, which began with the end of the Tokugawa Shogunate in 1868. This period marked Japan’s transition from a feudal structure to a centralized state system and involved deep reforms in economic, social, and cultural fields. From the 17th century onwards, Japan pursued a closed-door policy under the Tokugawa Shogunate. However, the increasing influence of Western powers in Asia in the mid-19th century and their pressures on Japan made it impossible for the country to maintain this isolation. In particular, the unequal treaties signed with Western countries began to threaten Japan's sovereignty. This situation increased demands for reform within the country, eventually leading to the overthrow of the Tokugawa Shogunate in 1868. The new government, under the leadership of Emperor Meiji, initiated the modernization process. During Meiji’s rule, many reforms were implemented in political, economic, military, educational, and social fields. The feudal domain system was abolished, and a centralized administrative structure was established. An imperial parliament was established, and a modern constitution was prepared. Industrialization was encouraged, and railway and communication infrastructures were developed. A modern banking system was established to support economic growth. The privileges of the samurai class were abolished, and a modern Western-style army was established. Following this reform, military service was made compulsory. Primary education became mandatory, and new universities were established, incorporating Western sciences into the curriculum. Social classes were equalized, and Western-style clothing and lifestyles were promoted. The Meiji government sent the Iwakura Mission in 1871 to observe firsthand the technological and institutional superiority of the West. This mission visited the United States and European countries to study their education, legal, industrial, and administrative systems. These observations played an important role in shaping reforms in Japan. Politically, Japan in the 1920s was experimenting with a Western-style constitutional monarchy. Although the 1889 Meiji Constitution made the emperor appear to hold absolute power, the parliament and political parties had begun to gain influence. However, even in this period, the army and navy were independent of civilian control and directly subordinate to the emperor. This structure allowed the military to intervene more easily in politics during times of crisis.
By the late 1920s, Japan’s economic growth appeared strong on the surface but was structurally fragile. Production was largely dependent on external demand, and a significant portion of the rural population relied on single-product livelihoods such as silk production. The decline in silk demand in America and Europe drastically reduced Japan’s export revenues. This led to increased poverty and debt in rural areas, and unemployment and social unrest in major cities. The civilian governments' inadequacy in dealing with the crisis resulted in military elites gaining prestige in the eyes of the public. Military authorities, presenting themselves as representatives of the Emperor, offered a promise of salvation to the people. Under the Meiji Constitution, the military, directly subordinate to the emperor, used this structure to intervene in the political sphere and gain public support. The uncertainty that increased after the crisis further reinforced the perception that “the army will save the state,” highlighting the ineffectiveness of civilian politicians. In 1931, the Japanese army, acting independently of the parliament, invaded Manchuria in northern China. This event, known as the “Mukden Incident,” marked a critical turning point, showing that groups affiliated with the military were influential not only in foreign policy but also in domestic politics. This development symbolized Japan’s transition from a civilian regime to a militarist-fascist regime. After the economic crisis, efforts were made in Japan to create a sense of national mobilization, and public loyalty was shaped around the emperor and the military. The emperor was presented as a divine figure, and ideological unity in society was aimed to be achieved through “loyalty to the emperor.” In this context, interest in Shintoism increased, and Shintoism experienced development. Educational policies, media broadcasts, and cultural productions were reorganized around the idea of the “divine emperor.” Individualism and Western values were portrayed as the “cause of decline.” As a result, the Great Depression created not only an economic collapse in Japan but also a political and cultural transformation. Trust in democratic institutions diminished, while military and ideological leadership came to the forefront. The social reflections of the economic crisis made it easier for radical right-wing ideologies to gain grassroots support. This situation led Japan, from the 1930s onward, to pursue both foreign and domestic policies based on imperialist expansion and fascist tendencies.
Today, Japan has a constitutional monarchy and parliamentary democracy defined by the 1947 Constitution. In this system, the emperor remains a symbolic figure, while executive power belongs to the prime minister and the cabinet. The country’s legislative body, the National Diet, consists of two houses: the House of Representatives and the House of Councillors. In recent years, the rise of populist political movements in Japan has been observed. However, there is no clear consensus on whether these movements have led to a decline in democracy. Some studies state that populism has not caused democratic backsliding in Japan but has created certain effects on the political system. In terms of local governance, a centralized structure dominates in Japan. However, the administrative and financial autonomy of local governments has increased over time. This has enabled local governments to provide more effective services in their regions. Japan is currently the third-largest economy in the world and is known for its high technology and industrial production. However, after the economic bubble burst in the 1990s, the country entered a prolonged period of stagnation and deflation. This situation negatively affected the growth rate of the Japanese economy. Japan’s economic structure is based on collective decision-making mechanisms and continuity. This structure can sometimes create limitations in terms of innovation and rapid adaptation. Moreover, the developmental model implemented during Japan’s industrialization process initially promoted economic growth but later led to some structural problems. It is stated that the model needs to be re-evaluated today in terms of economic flexibility and innovation. In conclusion, although Japan has a strong economic and political structure, it constantly undertakes reforms and innovations to cope with the demographic, economic, and political challenges it faces. These efforts continue in line with the country’s goals of sustainable development and preserving democratic values.
In conclusion, the 1929 Economic Depression led not only to an economic collapse in Japan but also to a social transformation that laid the groundwork for political authoritarianism. The crisis resulted in the rise of militarism and the weakening of the parliamentary system. From the 1930s onward, Japan pursued a foreign policy centered on imperialist expansion. However, following its defeat in the Second World War, these authoritarian tendencies were suppressed, and the country entered a process of democratization with the 1947 Constitution. Nevertheless, in contemporary Japan, elements such as the closed nature of bureaucratic decision-making processes, the strong state tradition, and the prioritization of social harmony over individual demands can be regarded as institutional remnants of historical authoritarian tendencies.
SOURCES:
https://dergipark.org.tr/tr/pub/asyar/issue/55675/761438
https://dergipark.org.tr/tr/pub/ijerdergisi/issue/84238/1559468
https://dergipark.org.tr/tr/pub/ebyuiibfdergi/issue/59047/832690
https://dergipark.org.tr/tr/pub/avrasyad/issue/42257/510134
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=9MiDp3x86xrwjpi5-14w-dEU4iF8OgmqYUgE6CBOa5O_ICfVur_0AIRT9rSoTRQV
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=9MiDp3x86xrwjpi5-14w-SoaPtiY3NpjNLgm1BtsNwuVXm0cp6MOgKACOIGYwbxO
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=rcbWnuqW6HxCZ_98ARapgj2puqla_4JpbckmF0EyOajKASrLgOfJ33QhK3ZPw1Vk
https://dergipark.org.tr/tr/pub/isvehayat/issue/52096/680394
https://dergipark.org.tr/tr/pub/erzisosbil/issue/66346/1027499
https://dergipark.org.tr/tr/pub/opus/issue/62812/931422
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/945236
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/3717557
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=UjlM15wKZGQW6TLC0pvCt1DmjB_ZFR6orkbIO0juGZO4a_ibgDkilKMX1IrpeszF
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=9MiDp3x86xrwjpi5-14w-SoaPtiY3NpjNLgm1BtsNwuVXm0cp6MOgKACOIGYwbxO
KARDELEN PAŞALI
REGIONAL ANALYSIS COMMUNITY
POLITICAL SCIENCE AND INTERNATIONAL RELATIONS
MUĞLA SITKI KOÇMAN UNIVERSITY

Yorumlar
Yorum Gönder