Chavez Sonrası Venezuela: Maduro Hükümetinin Siyasal, Ekonomik ve Toplumsal Dönüşümü

 











Sosyalist Bir Mirasın Sonu mu, Yeni Bir Yönetim Başlangıcı mı?


Venezuela, 2013 yılında Başkan Hugo Chávez'in vefatının ardından siyasi ve ideolojik bir kırılma süreci geçirmiştir. Chávez’in "21. yüzyıl sosyalizmi" adı verilen Bolivarcı modeli, halk desteği ile petrol gelirlerini sosyal harcamalarda artıran ve uluslararası alanda Amerikalılara karşı bir duruş sergileyen bir strateji üzerine inşa edilmiştir. Bu modelin en belirgin temsilcisi ve sürdürücüsü olarak kabul edilen Nicolás Maduro, anayasal prosedürler çerçevesinde geçici başkan olarak göreve başlamış ve 2013 yılında yapılan seçimleri %50,6 oy oranı ile kazanarak resmi olarak başkanlık görevine gelmiştir. Ancak bu iktidar değişikliği, sadece sembolik bir liderlik geçişi olmanın ötesinde, Venezuela’nın siyasi yapısındaki dönüşüm sürecinin başlangıcını işaret etmiştir. Maduro’nun yönetimi, Chávez’in halkla kurduğu yakın bağı yeniden inşa edememiş; bunun yerine güvenlik güçleri ve diğer kurumlar üzerindeki kontrolünü artırarak bir yönetim tarzı benimsemiştir. Bu durum, Venezuela’daki demokrasi seviyesinin düşmesine neden olan otoriterleşme eğilimlerinin temelini atmıştır.



Kurumların Zayıflaması ve İktidarın Merkezileşmesi


Nicolás Maduro yönetimi, Venezuela'daki güçler ayrılığı ilkesini sistematik bir şekilde büyük ölçüde zayıflatmıştır. 2015 yılında Ulusal Meclis’te muhalefet çoğunluğu elde ettikten sonra, iktidar yasama organının etkinliğini yok etmek amacıyla yeni anayasa düzenlemelerine başvurmuştur. Bu doğrultuda, 2017 yılında Kurucu Meclis (Asamblea Nacional Constituyente) oluşturulmuş ve meşru şekilde seçilmiş parlamento göz ardı edilerek, ülke fiilen tek meclisli bir yapıya geçmiştir. Kurucu Meclis, anayasa değişikliği yapma yetkisi ile kurulmasına rağmen, kısa sürede yasama görevini de üstlenmiş ve Maduro’ya bağlı üyeler aracılığıyla yürütmeyi sınırsız bir hareket alanına sokmuştur.Bu durum, yalnızca yasama ve yürütme arasındaki dengeyi sarsmakla kalmamış, aynı zamanda anayasal düzene yönelik ciddi bir meşruiyet sorununu da beraberinde getirmiştir. Muhalefet ve uluslararası gözlemciler, bu durumu “anayasal darbe” olarak tanımlamıştır. Venezuela’da yargı otoritesi, Maduro yönetimi altında bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetmiştir. 


Yüksek Adalet Mahkemesi (TSJ), hükümetin yararına kararlar vererek muhalefetin yasama organındaki etkisini sürekli olarak kısıtlamış ve yasama ile yürütme arasındaki dengeyi ortadan kaldırmıştır. Örneğin, 2017 yılında yüksek mahkeme, muhalefetin çoğunluğunu elinde bulunduran Ulusal Meclis'in yetkilerini askıya almış, bu karar hem içerde hem de uluslararası alanda tepkilere yol açmıştır. Dahası, yargı kuruluşları muhalif siyasetçilere karşı tutuklama kararı verirken, yürütmeye yakın kişiler hakkında hiç bağımsız bir soruşturma gerçekleştirilmemiştir. Bu durumla birlikte Venezuela’nın yargı sistemi, iktidarın bir uzantısı haline gelmiş ve hesap verebilirlik ilkesinin tamamen yok olmasına neden olmuştur. Maduro yönetimi, medya ve ifade özgürlüğü konularında da ciddi kısıtlamalara gitmiştir. Eleştirel olan televizyon kanalları, internet siteleri ve gazeteler ya kapatılmış ya da ağır bir sansüre tabi tutulmuştur. 2020 yılı itibarıyla yüzlerce gazeteci, baskı, gözaltı ve tehditlere maruz kalmıştır. 


Uluslararası basın kuruluşları, Venezuela’yı “basın özgürlüğünün bulunmadığı ülkeler” arasında değerlendirmektedir. Ayrıca, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları savunucuları da hükümetin hedef kitlesi olmuştur. Bağımsız STK'lar, dış kaynak kullanımı gerekçesiyle “yabancı ajan” ilan edilerek faaliyetleri kısıtlanmış ve bazı örgüt liderleri mahkemeye sevk edilmiştir. Bu durum, toplumda eleştirel ve katılımcı kesimlerin susturulmasını amaçlayan bir baskı sistemine işaret etmektedir. Muhalif siyasi partiler, Maduro yönetimi altında ağır bir baskı altına alınmıştır. Ana muhalefet koalisyonları olan Demokratik Birlik Masası (MUD) ve Voluntad Popular gibi partiler, seçimlerden men edilmesi ya da liderlerine yönelik siyasi yasakların getirilmesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bazı muhalif liderlerin pasaportları iptal edilerek yurtdışına çıkışları engellenmiş ya da

hapise atılmıştır. Örneğin, Leopoldo López ve Juan Guaidó gibi kişiler, iktidara karşı duruşları nedeniyle sürekli izlenmiştir.Bu durum, Venezuela’da seçimlerin tek taraflı ve adil olmayan bir atmosferde yapılmasına, demokratik temsiliyetin yok olmasına neden olmuştur. Seçim sandıkları olmasına rağmen, bu süreçlerin gerçek bir demokrasiyi yansıtmadığı uluslararası gözlem raporlarıyla belgelenmiştir.



Venezuela Ekonomisinin Çöküşü ve Devletin Dağılması

Venezuela'nın ekonomisi, 20. yüzyılın ortalarından itibaren yükselen petrol gelirlerinin etkisiyle diğer tüm sektörleri geri plana iterek dış ticaretinin %90’ını petrol ürünlerine dayandırdı. Bu durum, ülkenin ekonomik yapısını tek kaynak bağına sürüklemiş durumda. Ülkede sanayi alanı gelişmediği gibi tarım da önemli ölçüde daralmıştır. 1999 sonrası Chávez'in "petrolün halkla paylaşımı" temelindeki sosyal programları kısa vadede bazı olumlu sonuçlar doğurmuş; ancak bu süreçte devletin tüm sosyal harcamaları büyük ölçüde sadece petrol ihracatına bağımlı hale gelmiştir. 2014'te petrol fiyatlarının uluslararası piyasalarda aniden düşmesi, Venezuela'nın dış gelirlerini olumsuz etkilemiş; bütçe açıkları hızla artmıştır. Bu gelişmenin ardından hükümet, bütçe açıklarını kapamak için kontrolsüz bir şekilde para basmaya yönelmiş ve ekonomik istikrarsızlık başlamıştır. 


Maduro yönetimi, gelir azalmasına rağmen kamu harcamalarını azaltmak yerine artırmaya devam etmiş; fiyat kontrolleri, döviz sınırlamaları ve ithalat sübvansiyonları gibi geçici çözümlerle ekonomik istikrarı korumaya çalışmıştır. Bu tür müdahaleci politikalar, serbest piyasa düzenini bozmuş; özel sektör büyük oranda zayıflamış ve üretim etkinlikleri durma aşamasına gelmiştir. Ayrıca döviz kurunun sabitlenmesi, resmi kur ile kara borsa arasında büyük farkların oluşmasına yol açmıştır. Bu farklar, halkı ve şirketleri dolar piyasasına yönlendirmiş ve ekonomik işlemler büyük ölçüde gayriresmi yöntemlerle sürdürülmeye başlamıştır. Artan yolsuzluk, PDVSA dahil olmak üzere kamu kurumlarının etkinliğini düşürerek ekonominin çürümekte olan bir yapıya dönüşmesine neden olmuştur. Venezuela’da enflasyon 2016'da %800, 2017'de %2. 600 ve 2018'de %1. 698. 488 gibi muazzam bir seviyeye ulaşmıştır. Bu durum, tarihteki en büyük hiperenflasyon vakalarından biri olarak belgelenmiştir. Devlet, bu çöküş ile karşı karşıya kaldığında Bolívar Fuerte ve ardından Bolívar Soberano adını taşıyan iki yeni para birimi çıkarmış, fakat bunlar da kısa sürede değer kaybetmiştir. Gıda ürünlerinin fiyatları günlük olarak değişim göstermeye başlamış; halk maaşlarını ürünleri alır almaz harcamak zorunda kalmıştır. Bir süre sonra insanlar dolar, euro ve kripto paralar tercih etmeye yönelmiş; ülke fiilen çoklu para birimi sistemine geçmiş ve ulusal para sembolik bir anlam taşır hale gelmiştir. Venezuela'nın en önemli ekonomik kurumu olan PDVSA (Petróleos de Venezuela), yıllar içinde yolsuzluk, siyasi kadrolaşma ve teknolojik geri kalmışlık yüzünden işlevini kaybetmiştir. Chávez döneminde kuruma sadakat, becerinin önüne geçerken; Maduro döneminde bu durum daha da kötüleşmiştir. 


ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin PDVSA’ya uyguladığı yaptırımlar, şirketin uluslararası piyasalarda satış yapmasını ve bankacılık sistemine erişimini zorlaştırmıştır. Ayrıca Venezuela petrolünün kalitesinin düşük olması nedeniyle, bu ürünlerin işlenmesi için dış yardıma gerek duyulmuştur ve yaptırımlar bunun sağlanmasını engellemiştir. 2013 yılında günlük petrol üretimi 2,5 milyon varil iken, 2021’de bu rakam günlük 500 bin varilin altına düşmüştür. Bu durum, devletin döviz kaynağının çökmesi ve kamu finansmanının durması anlamına gelmiştir. Ekonomik kriz, toplumun tüm kesimlerini etkileyen ciddi bir insani krize dönüşmüştür. IMF ve Dünya Bankası verilerine göre, Venezuela'da kişi başına düşen gelir %80 oranında azalmış; halkın %90’ı yoksulluk sınırının altında yaşamaya başlamıştır. Gıda fiyatları, maaşların kat kat üzerine çıkmış; milyonlarca insan beslenme eksikliği çekmiş ve çocuk gelişimi durma noktasına gelmiştir. Temel sağlık hizmetleri iflas etmiştir; hastanelerde elektrik, su ve ilaç gibi esas ihtiyaçlar sağlanamaz hale gelmiştir. UNICEF'in bilgilerine göre, 2018 yılından itibaren bebeklerin ölüm oranları %30 artış göstermiştir. Eğitim alanında, öğretmenlerin maaşlarının enflasyon karşısında erimesi nedeniyle okuldan ayrılma oranları %60’a ulaşmıştır. Bu süreçte, 7 milyondan fazla Venezuelalı, Kolombiya gibi komşu ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır. Bu göç hareketi, Latin Amerika tarihindeki en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden biri olarak kayıtlara geçmiştir.


Toplumun Çöküşü ve İnsan Onurunun Erozyonu


Ekonomik çöküşün en belirgin sonuçlarından biri gıda güvensizliği olmuştur. Venezuela’da temel gıda maddeleri ya karaborsa haline gelmiş ya da fiyatları halkın erişemeyeceği seviyelere çıkmıştır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'ne göre, 2020 yılı itibarıyla Venezuela nüfusunun yaklaşık %75’i yeterli besin alımı riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Hükümet, durumu düzeltmek amacıyla “CLAP” (Comités Locales de Abastecimiento y Producción) adı verilen bir gıda dağıtım ağı kurmuştur. Ancak bu sistem, siyasi bağlılık temelinde çalıştığı için hükümete yakın olanlara avantaj tanıyan bir kontrol aracı haline gelmiştir. 


Gıda, iktidarın sadakat kazanmak için kullandığı bir enstrüman olmuş; muhalif gruplar dışlanmıştır.Venezuela’nın sağlık sistemi, altyapı yetersizliği, ilaç eksikliği, doktorların yurt dışına çıkması ve ekipman kıtlığı nedeniyle neredeyse işlevsiz hale gelmiştir. Hastanelerde elektrik ve su kesintileri sık görülmeye başlanmış ve birçok hastane temel tıbbi müdahaleleri bile yapamaz duruma gelmiştir. UNICEF ve Dünya Sağlık Örgütü'nün verilerine göre, çocuk ölümleri 2016’dan sonra %30 oranında artış göstermiş; hamile kadınlar için doğum esnasında ölüm riski ise 5 kat artmıştır. HIV, tüberküloz, sıtma ve kızamık gibi önlenebilir hastalıklar, yeterli aşı ve tedavi olmadan yeniden yayılmaya başlamıştır. Enflasyonun etkisiyle öğretmenlerin maaşları neredeyse yok olma aşamasına gelmiştir.


Sonuç olarak on binlerce eğitimci kamusal görevlerinden ayrılırken, kalanlar ise açlık sınırı altında çalışmaya devam etmiştir. Okullardaki altyapı sorunları, güvenlik kaygıları ve ailelerin çocuklarını iş gücüne yönlendirmesi eğitim bırakma oranını %50’nin üzerine taşımıştır. Üniversitelerdeki akademisyenlerin büyük çoğunluğu yurt dışına gitmiş ve Venezuela’daki akademik faaliyetler neredeyse durma noktasına gelmiştir. Bu durum, beyin göçü ile birlikte “entelektüel kıtlık” meydana getirerek, ülkenin yeniden inşa kapasitesini zayıflatmıştır. 2015 sonrasında Venezuela tarihinde en büyük kitlesel göç dalgası yaşanmıştır. UNHCR ve IOM verileri doğrultusunda 2024 yılı itibarıyla 7,7 milyondan fazla Venezuelalı, Kolombiya, Peru, Brezilya ve Şili gibi ülkelere göç etmiştir. Bu göç hareketi yalnızca Venezuela’nın iç yapısını değil, Latin Amerika'nın sosyo-politik dengelerini de etkilemiştir. Göç edenlerin büyük bir kısmı yoksul, sağlık hizmetlerine ihtiyacı olan ve belgeleri eksik bireylerden oluşmaktadır. Bu durum, göç edilen ülkelerde de işsizlik, konut sorunları ve sosyal gerginlikleri artırmıştır. 


Venezuela'dan çıkanlar genellikle kayıtdışı çalışmakta ve sömürü ile insan ticareti tehlikelerine maruz kalmaktadır. Kronik açlık, belirsizlik, şiddet ve baskı ortamı Venezuela toplumunda ciddi psikolojik yaralara neden olmuştur. Klinik psikologlara göre, toplulukta yaygın olarak “kolektif depresyon”, “gelecek korkusu” ve “varoluşsal çaresizlik” gibi hisler mevcuttur. Aile birimleri dağılmış, çocuklar terk edilmiş ve suç oranları artmıştır. Hükümete bağlı güvenlik güçlerinin uyguladığı sert müdahaleler ve cezasız kalan keyfi gözaltılar, toplumda korku kültürünü derinleştirmiştir. Bu durum, muhalif eylemlere katılımın azalmasına ve halkın siyasetten uzaklaşmasına yol açmıştır.



Venezuela'nın Uluslararası İlişkilerde Gerginliği ve Rejime Yönelik Baskı Taktikleri


Amerika Birleşik Devletleri, Venezuela'ya dair dış politika hattını özellikle Hugo Chávez döneminde belirginleştirmiştir. Chávez'in Amerika karşıtı söylemleri, İran, Rusya ve Çin gibi ülkelerle yakınlaşması ve Latin Amerika'da sol hareketin lideri konumuna gelmesi, Washington'un Venezuela’ya karşı daha sert bir tutum benimsemesine yol açmıştır. Bu düşmanlık, Maduro'nun iktidara gelmesiyle beraber ekonomik yaptırımların düzenli bir şekilde devreye girmesi biçiminde gelişmiştir. 2015 yılında Barack Obama yönetimi, Venezuela’yı “olağanüstü bir tehdit” olarak nitelendirmiş, Donald Trump döneminde ardından yaptırımlar hız kesmeden devam etmiştir. Bu yaptırımlar şu şekillerde uygulanmıştır:


  • Mali yaptırımlar (PDVSA ve Merkez Bankası’nın dolar işlemlerini engelleme),
  • Bireysel yaptırımlar (yetkililere vize yasakları ve mal varlıklarına el koyma),
  • Ticari yaptırımlar (altın ve petrol ihracatına yönelik kısıtlamalar),
  • İkincil yaptırımlar (Venezuela ile iş yapan yabancı şirketlerin de yaptırım kapsamına alınması).


2019 yılında ABD, Guaidó’yu resmi olarak tanımış ve Maduro’nun meşruiyetini reddetmiştir. Ancak bu baskılar, Maduro’nun düşmesine neden olmamış; aksine hükümet, dış tehditleri iç konsolidasyonu sağlamak amacıyla bir propaganda aracı olarak kullanmıştır. Avrupa Birliği, Venezuela krizine doğrudan bir “rejim değiştirme” politikası ile değil, daha çok hukukun üstünlüğü, demokratik temsil ve insan hakları gibi temeller üzerinde müdahil olmuştur. 2018 yılında yapılan seçimlerin adil ve şeffaf olmadığını belirterek sonuçları tanımamıştır. Maduro yönetimine karşı:


  • 55'ten fazla yetkili hakkında seyahat ve mal varlığı yaptırımları uygulamıştır,
  • Venezuela’ya silah ambargosu getirmiş,
  • Venezuela krizini barışçıl yollarla çözmek için Uluslararası İletişim Grubu (ICG) kurulmasını desteklemiştir.


Almanya, Fransa, İspanya gibi ülkeler, 2019’da Juan Guaidó'yu geçici devlet başkanı olarak tanımış ve böylece AB içinde Venezuela’ya karşı ortak bir diplomatik baskı oluşturulmuştur.Venezuela krizine karşı en organize bölgesel tepki, 2017 yılında kurulan Lima Grubu aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kanada’nın

liderliğinde Arjantin, Brezilya, Kolombiya ve Peru gibi Latin Amerika ülkeleri, Maduro yönetiminin meşruiyetini tanımadıklarını açıklamıştır. Grup; Venezuela’daki seçimleri geçersiz saymış,insan hakları ihlallerine karşı çıkmış ve uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurarak suç duyurusunda bulunmuştur. Lima Grubu, askeri müdahaleye karşı olsa da, rejim değişikliğini hedefleyen diplomatik bir ablukayı benimsemiştir. Ancak bazı ülkelerin hükümet değişimiyle birlikte (örneğin Arjantin) grubun içinden ayrılması, bu baskının etkisini azaltmıştır. Birleşmiş Milletler, Venezuela krizine insani bir bakış açısıyla yaklaşmış ve 2019 ile 2020 yıllarında yayımladığı raporlarda; Hükümetin muhaliflere yönelik sistematik işkence uyguladığını, keyfi gözaltılar, zorla kaybetmeler ve yargısız infazların gerçekleştirildiğini, basın özgürlüğünün ciddi şekilde kısıtlandığını belirtmiştir. 


Bu raporlar doğrultusunda, Venezuela meselesi Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taşınmıştır. BM ayrıca, ülkeye yardım ulaştırmak amacıyla 2018’den itibaren sınırlı bir insani yardım projeleri uygulamıştır. Ancak hükümet, çoğu zaman bu yardımları “dış müdahale” olarak değerlendirerek engellemektedir. Yaptırımların Maduro yönetimini zayıflatmak yerine, toplumdaki ekonomik ve insani baskıları artırdığına dair pek çok eleştiri bulunmaktadır. Özellikle;Sağlık ve gıda ithalatındaki zorluklar,elektrik ve yakıt sıkıntısı,ilaç temininde kısıtlamalar gibi durumlar, doğrudan halkı etkilemiştir. Bu nedenle bazı akademik araştırmalarda "toplu ceza" ve "insan hakları ihlali olarak yaptırımlar" gibi terimler ortaya çıkmıştır. Maduro yönetimi ise bütün başarısızlıklarını dış etkilerle gerekçelendirmeye çabalamıştır ve ulusal bağımsızlık söylemini öne çıkararak destek toplamaya çalışmıştır.



Kurumsal Direnişten Sokak Hareketlerine Muhalefetin Evrimi


Venezuela'daki muhalefet hareketleri, aslında Hugo Chávez döneminde ortaya çıkmaya başladı. Ancak 2013'te Maduro'nun iktidarı devralması ve seçimlerle ilgili şeffaflık eksiklikleri, bu muhalefeti daha kurumsal bir yapıya dönüştürdü. 2015 yılındaki parlamento seçimlerinde, muhalefetten oluşan Mesa de la Unidad Democrática (MUD) Ulusal Meclis’te çoğunluğu eline geçirerek yönetim için büyük bir tehdit oluşturdu. Ancak Maduro hükümeti bu duruma karşılık 2017 yılında Anayasa Mahkemesi aracılığıyla meclisin yetkilerini büyük ölçüde daralttı. Aynı yıl bir Kurucu Meclis kuruldu ve bu yapı meclisin işlevini üstlendi. Böylece muhalefet, anayasal olarak tanınmayan bir pozisyona sürüklendi. Muhalefetin merkezi figürü haline gelen Juan Guaidó, 2019 yılında Ulusal Meclis Başkanı olarak anayasanın 233. maddesine dayanarak "geçici devlet başkanı" olduğunu duyurdu. Bu adım, özellikle ABD, Avrupa Birliği ve birçok Latin Amerika ülkesi tarafından destek buldu. Guaidó’nun hedefi, geçici bir hükümet oluşturmak, serbest seçimler düzenlemek ve Maduro’yu uluslararası baskılar aracılığıyla geri çekilmeye zorlamaktı. Ancak Maduro yönetimi, Guaidó’nun çağrılarını “darbeci harekât” olarak değerlendirip güvenlik güçleriyle bu durumu bastırma yoluna gitti. Guaidó’nun yükselişiyle, 2019’un ilk dönemlerinde Venezuela'da büyük halk hareketleri başlamıştır. Caracas'ın yanısıra birçok şehirde yüz binlerce kişi, rejim karşıtı protestolar düzenledi. Fakat bu eylemler: Güvenlik güçlerinin sert müdahaleleri (polis ve “Colectivo” adlı silahlı gruplar), Tutuklamalar, işkence ve korkutma stratejileri, 


Devlet kurumlarının taraflı tavırları nedeniyle etkisini sürdüremedi. 30 Nisan 2019’da Guaidó’nun orduya yaptığı “isyan” çağrısı yeterli destek görmedi ve sonuçsuz kaldı. Bu da muhalefet için önemli bir meşruiyet ve güvenilirlik sorunu yarattı. Guaidó uluslararası arenada meşruiyet kazanmış olmasına rağmen, ülke içinde devlet kontrolünü bir türlü sağlayamamış olması halkta hayal kırıklığına sebep oldu. Özellikle yoksul topluluklar, somut iyileştirmeler göremeyince daha da pasif hale geldiler. Ayrıca muhalefet içinde çeşitli partiler arasında liderlik çekişmeleri, stratejik farklılıklar ve koordinasyon eksiklikleri dikkat çekiciydi. 


Bu durum, Maduro yönetiminin muhalefeti bölme çabalarını kolaylaştırdı. 2021 itibarıyla Guaidó’nun uluslararası destek temeli de zayıflamaya başladı. Avrupa Birliği ülkeleri onun “geçici başkan” statüsünü geri aldı; bazı Latin Amerika ülkeleri de hükümet değişiklikleri sonrasında Maduro'yu yeniden tanımaya başladı. Guaidó, 2023 yılı itibarıyla siyasi görünürlüğünü büyük ölçüde kaybetti. Günümüzde Venezuela'daki muhalefet;Kurumsal açıdan zayıf,sosyal destek bakımından bölünmüş,rejimle iletişim ve çatışma arasında kararsız bir yaklaşım sergileyen,liderlik meseleleri yaşayan bir yapıdadır. Buna karşın muhalefet, hala uluslararası düzeyde demokrasi ve hukukun üstünlüğü taleplerinin sembolik bir temsilcisi olma işlevini sürdürmektedir. Birçok Batılı aktör, Venezuela’daki çözüm sürecini “muhalefetle müzakere” ederek yürütme taraftarıdır.


Uluslararası Aktörlerin Maduro Yönetimine Karşı Tutumları ve Bölgesel Müdahalelerine Bakış


ABD, özellikle Trump döneminde Venezuela’daki Maduro hükümetini açıkça yasadışı olarak nitelendirmiş ve bu durumu dış politikasının merkezine almıştır. 2019 yılında Juan Guaidó'yu "geçici devlet başkanı" olarak tanımıştır, Maduro'ya yakın olan yüzlerce kişiye bireysel yaptırımlar uygulamıştır, Venezuela devlet şirketi PDVSA’ya yönelik enerji sektörünü hedef alan ambargolar koymuştur. Bu yaklaşım, ABD’nin Latin Amerika’daki geleneksel "müdahaleci" tavrının bir devamı olarak değerlendirilebilir. Ancak, uygulanan yaptırımlar ve diplomatik dışlama, Maduro'yu deviremeyip, onun dış tehdit söylemiyle halkını bir araya getirmesine zemin hazırlamıştır. Biden yönetimi ise daha dikkatli bir yaklaşım benimsemiş, ılımlı bir diyalog için kapıları açık tutarken temel yaptırımların çoğunu sürdürmüştür. ABD, Venezuela’daki demokratikleşme süreci için serbest ve adil seçim şartını ön planda tutmaya devam etmektedir.


AB, Venezuela'daki insan hakları ihlalleri ve seçimlerdeki düzensizlikler nedeniyle:

  • 2017 yılından itibaren seyahat kısıtlaması ve varlık dondurma gibi yaptırımlar uygulamıştır.
  • Venezuela’ya silah satışlarını durdurmuş,
  • Birkaç yetkiliyi “uluslararası hukuka aykırı eylemler” sebebiyle listelemiştir.


Ancak AB, ABD ile kıyaslandığında daha diyalog odaklı bir çözüm yaklaşımı benimsemiştir. 2019’da Uluslararası Temas Grubu oluşturulmuş ve Norveç aracılığıyla yürütülen diyalog girişimlerine destek olunmuştur. AB’nin bu konudaki temel görüşü ise: “Serbest seçim olmaksızın Maduro hükümeti tanınmaz ancak şiddet içeren müdahale de kabul edilmez."  Lima Grubu, 2017 yılında Kanada ve Latin Amerika ülkeleri tarafından Venezuela'daki krizle mücadele için oluşturulmuş bir bölgesel diplomatik platformdur. Arjantin, Brezilya, Şili, Kolombiya ve Peru gibi birçok ülke bu grubun esas üyeleridir. Amaçları; Venezuela’daki anayasal düzenin yeniden sağlanması,insan haklarının korunması,maduro hükümetine yönelik diplomatik baskı kurulmasıdır. Grup, Maduro'nun 2018’deki seçimlerle yasa dışı bir şekilde iktidarda kalması gerektiğini ilan etmiş ve Guaidó’yu tanıyan ilk uluslararası yapı olmuştur. Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne insan hakları ihlalleri sebebiyle başvuruda bulunulmuştur. Fakat zamanla;Arjantin gibi bazı ülkelerin siyasi olarak değişim geçirmesi,Brezilya'da Lula gibi sol eğilimli liderlerin iş başına gelmesi,bu yapının etkisini zayıflatmış ve grup pasif bir hale gelmiştir. Venezuela, 2019 yılında OAS üyeliğinden ayrıldığını duyurmuş, ancak Juan Guaidó’nun temsilcileri bir süre daha bu örgütte temsil edilmeye devam etmiştir. 


OAS Genel Sekreteri Luis Almagro, Maduro hükümetini "Latin Amerika'daki en büyük demokratik kriz örneği" olarak nitelendirmiş ve birçok sert bildiri yayımlamıştır. Diğer yandan, bazı bölgesel örgütler (örneğin CELAC, ALBA) Venezuela’ya karşı daha nötr ya da Maduro yanlısı bir tutum sergilemiştir. Bu durum, Latin Amerika'nın ideolojik olarak bölünmüş olduğunu göstermektedir. ABD ve bazı Latin Amerika ülkelerinin tutumları “rejim değişikliğine yönelik dış müdahale” olarak eleştirilmiş, bu da Maduro yönetimine ulusal egemenlik adına bir propaganda olanakları sunmuştur. Öte yandan, Guaidó’nun tanınmasının Venezuela içinde somut bir değişikliğe yol açmadığı nedenle uluslararası toplumun etkisiz kaldığı düşüncesi yaygındır. Özetle ABD ve bazı müttefikleri doğrudan müdahaleyi ve rejim karşıtı bir yaklaşımı benimserken, AB ise yaptırımları ve diyaloğu dengelemeye çalışan bir politika izlemektedir, Bölgesel örgütler ise içsel dinamiklerine bağlı olarak pozisyon almaktadır.



Anti-Batı Koalisyonları ile Stratejik İş Birlikleri ve Rejimin Uluslararası Destekleri


Venezuela'nın Rusya ile olan bağı, Hugo Chávez döneminde başlamış, ancak Maduro döneminde daha da derinleşmiştir. Özellikle ABD’nin uyguladığı yaptırımlar sonrası, Rusya Maduro yönetimi için kıymetli bir jeopolitik denge unsuru haline gelmiştir. Venezuela'nın askeri gücü, Rus yapımı silahlar ve savaş uçaklarıyla donatılmıştır. 2018 yılında Rus savaş uçakları Venezuela’da iniş yapmış ve bu olay ABD’ye yönelik açık bir meydan okuma olarak değerlendirilmiştir. Rusya, PDVSA’ya bağlı şirketler aracılığıyla petrol ticareti yapmış ve Venezuela'nın bazı borç yapılandırmaları konusunda destek sunmuştur. Aynı zamanda, Rusya BM Güvenlik Konseyi’nde Venezuela aleyhine alınan bazı kararları veto ederek diplomatik bir koruma sağlamıştır. Moskova'nın Maduro'ya verdiği destek daha çok jeopolitik ve stratejik bir nitelik taşımaktadır; ABD'nin etkisini sınırlamak ve Batı'ya karşı bir denge kurmak amacı gütmektedir.

Çin ve Venezuela arasındaki ilişkiler, esas olarak enerji ticareti ve altyapı projeleri etrafında şekillenmektedir. Çin, 2000’li yıllardan itibaren Venezuela’nın en büyük dış kredi kaynaklarından biri olmuştur. Çin Kalkınma Bankası, Venezuela’ya yaklaşık 60 milyar dolarlık bir kredi sunmuş ve bu kredilerin çoğu petrol karşılığında geri ödenmektedir. PDVSA’nın üretim sorunları nedeniyle borç ödemeleri gecikmiş, bu durum zaman zaman Çin ile ilişkilerde gerginlik yaratmıştır. 


Çin, aynı zamanda Venezuela’da otoyol, baraj ve elektrik santrali gibi büyük altyapı projeleri gerçekleştirmiştir. Çin’in Maduro rejimine olan desteği, Batı’dan izole bir durumda olan yönetim için kritik olsa da Pekin, doğrudan siyasi ifadelerden kaçınmayı ve ekonomik çıkarlarını korumayı tercih etmektedir.ABD’nin yaptırımları Maduro yönetimini yalnızlaştırdıkça, Venezuela yeni müttefikler arayacağını ilan etmiştir. İran, Venezuela’ya yakıt taşıyan tankerler göndermiş, teknik ekipman sağlamış ve ambargoları aşma stratejilerinde Maduro'ya yardım etmiştir. Son dönemlerde Türkiye ile ekonomik ilişkiler gelişmiş ve Venezuela'nın altın ihracatında Türkiye önemli bir rol oynamıştır. Maduro ile Erdoğan arasındaki yakınlaşma, diplomatik açıdan "egemenlik ve dış müdahaleye karşı duruş" temalı olmuştur. Bu ilişkiler, Batı'nın uyguladığı diplomatik izolasyona karşı bir denge arayışıdır. Rusya, Çin, İran ve Türkiye gibi ülkelerle kurulan bağlantılar, Maduro rejimine dışarıdan destek sağlamış ve ayakta kalmasını kolaylaştırmıştır. Ancak bu ilişkiler; Venezuela'nın borç yükü altına girmesine, ulusal kaynakların uzun vadeli anlaşmalarla teminat altına alınmasına, egemenlik tartışmalarının artmasına neden olmuştur. Ayrıca bu ülkelerin Venezuela’ya olan ilgisi, bütünüyle Batı karşıtı söylemler, jeopolitik nüfuz mücadelesi ve enerji çıkarları üzerine inşa edilmiştir. Bu durum, ilişkilerin eşitlik temelinde değil, çıkarlar temelinde yürütüldüğünü göstermektedir.


Kaynak Laneti, Kurumsal Bozulma ve Ekonomik Yıkımın Anatomisi


Venezuela, dünyanın en büyük kanıtlanmış petrol rezervlerine sahip olan ülkelerden birisidir. 20. yüzyıl süresince bu zenginlik, ülkeyi Latin Amerika’nın en müreffeh ülkelerinden biri haline getirmişken, zamanla bu tek kaynak bağımsız bir krize sebep oldu. 2012 yılı itibarıyla devletin elde ettiği gelirlerin neredeyse %95’i petrol ihracatından geliyordu. Tarım, sanayi ve teknoloji alanında yeterli yatırımlar yapılmaması sonucunda ekonomi "monokültürel" bir yapıya büründü. Petrol fiyatlarındaki her gerileme, ekonomik çalkantılara ve hiperenflasyona neden oldu. Bu durum, literatürde "kaynak laneti" olarak adlandırılmaktadır. Zengin doğal kaynaklara sahip olmalarına rağmen aşırı bağımlılığa düşen ülkelerin yaşadığı istikrarsızlık durumu Venezuela'da tam anlamıyla bir örnek teşkil etmektedir.


1976’da devlet mülkiyetine geçirilen PDVSA (Petróleos de Venezuela, S. A. ), uzun süre boyunca Latin Amerika'nın en büyük enerji firması olarak hem ülkenin kalkınmasına destek oldu hem de sosyal harcamaları finanse etti. Ancak özellikle Hugo Chávez döneminde; Şirketin teknik yapısı sarsıldı, liyakat yerine siyasi sadakat öne çıktı. Elde edilen gelirler doğrudan devlet bütçesine aktarıldı ve sosyal projelere yönlendirildi (misyonlar). Yolsuzluk, verimsizlik ve partizan atamalar artış gösterdi. Maduro döneminde ise bu süreç kurumsal bir çöküş halini aldı; 2014 sonrasında petrol fiyatlarının düşmesiyle birlikte PDVSA büyük bir borç yükü ile karşı karşıya kaldı. ABD yaptırımları, şirketin uluslararası finansal sistemden dışlanmasına yol açtı. Üretim miktarı 2013’te günlük 2. 7 milyon varilden 2020’de 300 bin varile geriledi. 

Yeterli yatırım olmaması, teknik çöküş ve çalışanların göçü ile şirketin işleyişi durma noktasına geldi. 


PDVSA’nın çöküşünde yalnızca ekonomik koşullar değil, aynı zamanda sistematik yolsuzluk da belirleyici bir rol oynamıştır. Milyonlarca doların yöneticiler tarafından yurtdışına çıkarıldığı, petrol ürünlerinin kara borsa piyasasında satıldığı, askeri yapının enerji ticaretine doğrudan dâhil olduğu açıklanmıştır. Ayrıca, devletin kontrol ettiği enerji altyapısı, “Colectivo” gibi paramiliter grupların ve yolsuzluk ağlarının eline geçmiştir. Bu durum, rejimin petrol aracılığıyla mali ve siyasi gücünü sürdürmesini sağlamış; ancak toplumun genelini dışlayarak eşitsizliği artırmıştır. PDVSA çöküş sürecine girdiğinde Maduro yönetimi başka gelir kaynakları bulmaya çalıştı.Altın madenciliği hızlandırıldı ancak çevresel ve insani maliyetleri oldukça yüksek hale geldi. "Petro" isimli bir devlet kripto para birimi çıkarıldı fakat piyasalarda güven kazanamadı. İran'dan yakıt ve rafineri ekipmanı desteği alındı, bazı rafinerilerin sınırlı bir şekilde yeniden

faaliyete geçirilmesi sağlandı. Fakat bu çabalar, yapısal problemleri ortadan kaldırmadı. Ekonomi hâlâ gayriresmî döviz piyasaları, yüksek enflasyon ve dış yardımlarla ayakta kalmaya çalışıyor.

 

Günümüzde Venezuela’da benzin istasyonlarında uzun kuyruklar oluşmaktadır,elektrik kesintileri yaygın hale gelmiştir, halkın alım gücü ciddi şekilde azalmıştır. Tüm bu durum, Venezuela’nın zenginliğinin yoksulluğa dönüşmesinin somut bir göstergesidir. PDVSA'nın çöküşü, yalnızca ekonomik bir sorun değildir, aynı zamanda devlet yeteneklerinin zayıflamasını, rejimin çözülmesini ve sosyal yapının bozulmasını ifade eder. Sonuç olarak Nicolas Maduro'nun önderliğindeki Venezuela, yalnızca bir siyasi yönetimin giderek daha otoriter hale gelmesini değil, aynı zamanda ekonomik çöküşü, sosyal yıkımı ve uluslararası izolasyonu da yaşamıştır. Yargını bağımsızlığının kaybolması, medyaya yönelik baskılar, PDVSA gibi önemli kurumların işlevini yitirmesi ve milyonlarca insanın ülkeyi terk etmesi, rejimin geleceği konusunda büyük endişeler doğurmaktadır. Demokratik bir değişim, sadece siyasi figürlerin değil, aynı zamanda uluslararası toplumun, sivil toplum kuruluşlarının ve Venezuela halkının uzun vadeli

katkılarıyla mümkün hale gelebilecektir.




KAYNAKLAR;


  • https://www.state.gov/nicolas-maduro-moroshttps://www.journalofdemocracy.org/how-maduro-survived/
  • https://freedomhouse.org/country/venezuela/freedom-world/2024
  • https://www-amnesty-org.translate.goog/en/location/americas/south-america/venezuela/report-venezuela/?_x_tr_sl=en&_x_tr_tl=tr&_x_tr_hl=tr&_x_tr_pto=tc
  • https://www.imf.org/en/Countries/VEN
  • https://www.unhcr.org/sites/default/files/2025 06/Venezuela%20GR2024%20Situation%20Summary%20FINAL%20v3.pdf
  • https://www.unhcr.org/emergencies/venezuela-situation
  • https://www.state.gov/venezuela-related-sanctions
  • https://www.scielo.cl/scielo.php?pid=S0718-090X2019000200391&script=sci_arttext&tlng=en
  • https://www.congress.gov/crs-product/IF10715#:~:text=Among%20its%20provisions%2C%20the%20law,116%2D94.
  • https://www.atlanticcouncil.org/in-depth-research-reports/issue-brief/china-and-russia-engage-latin-america-and-the-caribbean-differently-both-threaten-us-interests/
  • https://www.csis.org/analysis/when-investment-hurts-chinese-influence-venezuela
  • https://www.bakerinstitute.org/research/collapse-venezuelan-oil-industry-role-above-ground-risks-limiting-fdi
  • https://www.reuters.com/world/americas/arrests-venezuela-probe-oil-company-pdvsa-climb-34-2023-04-05/

CEMİLE CEYDA ÜNSAL

BÖLGESE ANALİZ TOPLULUĞU

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER

MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ

Yorumlar

Popüler Yayınlar