AVRUPA BİRLİĞİ BÜTÇESİNDE YÜK PAYLAŞIMI VE TÜRKİYE’NİN OLASI EKONOMİK ROLÜ
Avrupa Birliği (AB) ülkeleri arasındaki mali dayanışma, ortak AB bütçesi aracılığıyla sağlanmaktadır. Bu bütçeye tüm üye ülkeler gelirlerine orantılı katkılarda bulunur ve karşılığında çeşitli fon ve programlardan pay alırlar. Kimi ülkeler bütçeye verdiklerinden daha az fon alırken (net katkı sağlayanlar), bazıları ise tam tersine yaptıkları katkıdan daha fazla kaynak elde etmektedir (net alıcılar). Bu durum, AB içinde ekonomik dengesizlikleri gidermeye yönelik dayanışma mekanizmasının bir parçası olmakla birlikte, katkı ve faydalanma arasındaki dengesizlik, zaman zaman birliğin bütünlüğü ve sürdürülebilirliği açısından ekonomik soru işaretleri doğurmaktadır. Bu yazımda, AB bütçesinin mali yükünü orantısız şekilde taşıyan ülkeler ile bütçeden orantısız biçimde fayda sağlayan ülkelerin hangileri olduğunu genel eğilimler ve verilerle inceleyeceğim. Ardından, Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olsaydı birliğe zarar mı yoksa fayda mı sağlayacağı sorusunu yalnızca ekonomik perspektiften ele alarak tartışacağım. Sosyal ve siyasi etkiler değerlendirmem dışında tutulmuştur.
AB Bütçesine Katkı Sağlayanlar ve Faydalananlar
AB bütçesine net katkı sağlayan ve net faydalanıcı konumundaki ülkeler, genellikle ekonomik gelişmişlik ve bölgesel farklara göre ayrışmaktadır. Güncel verilere göre AB’de yaklaşık 10 ülke net katkı sağlayıcı iken 17 ülke net alıcı durumundadır. Genel bir eğilim olarak Batı ve Kuzey Avrupa’nın daha zengin üyeleri bütçeye aldıklarından daha fazla pay öderken, Orta ve Doğu Avrupa’daki üyeler katkılarından daha fazla fon almaktadır. Örneğin 2023 yılında Almanya tek başına 33,8 milyar avro ile AB bütçesine en yüksek katkıyı yapmıştır ve aldığı fonlar düşüldüğünde net yaklaşık 19,8 milyar avro düzeyinde bir katkı sağlamıştır. Benzer şekilde Fransa 25,8 milyar avro katkı ve 16,5 milyar avro geri alımla net 9,3 milyar avro katkı sunmuştur; Hollanda ve İtalya da birkaç milyar avroluk net katkı veren büyük ekonomilerdendir. Hane halkı bazında bakıldığında Hollanda, 2023 itibarıyla kişi başına 350 avro ile en yüksek net katkıyı yapan ülke konumundadır. Bu tabloda İsveç, Danimarka, Avusturya gibi kuzey ülkeleri de önemli net katkıcılar arasında yer almaktadır.
Buna karşılık, AB bütçesinden net fayda sağlayan ülkeler çoğunlukla ekonomik olarak daha zayıf ya da kişi başı geliri düşük üyelerdir. Orta ve Doğu Avrupa’nın yeni üyeleri, özellikle 2004 sonrası katılan ülkeler, bu grupta ağırlıktadır. Örneğin Polonya 2023 yılında AB fonlarından 14,1 milyar avro gelir elde ederek yaptığı katkının çok üzerinde bir pay almış ve net yaklaşık +7,1 milyar avro ile o yıl birliğin en büyük net alıcısı olmuştur. Onu Romanya (net +5,9 milyar), Macaristan (+4,4 milyar) ve Yunanistan (+3,9 milyar avro) gibi ülkeler takip etmiştir. Bu ülkeler, özellikle uyum fonları ve tarımsal sübvansiyonlar aracılığıyla ekonomik kalkınmaları için AB’den önemli kaynak transferi almaktadır. Dikkat çekici bir diğer nokta, Belçika ve Lüksemburg gibi kişi başına geliri yüksek bazı Batı Avrupa ülkelerinin de net alıcı görünebilmesidir. Bu iki ülke, Avrupa Komisyonu ve Parlamentosu gibi çok sayıda AB kurumuna ev sahipliği yaptıkları için bu kurumların harcamalarından kaynaklanan orantısız bir fayda elde etmektedir. Ancak Belçika ve Lüksemburg dışarıda bırakıldığında, net fayda sağlayan ülkelerin coğrafi dağılımı büyük ölçüde Doğu ve Güney Avrupa lehine, net katkı sunanların ise Batı ve Kuzey Avrupa lehine şekillendiği görülmektedir. Bu durum, AB içinde eski ve yeni üyeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farklarının bir yansımasıdır.
AB bütçesindeki bu dengesiz paylaşım, bir yönüyle birliğin kuruluş ilkelerinden olan ekonomik yakınsama ve dayanışma amacını taşır. Nitekim ortak bütçeden sağlanan fonlar, daha az gelişmiş bölgelerin altyapı, tarım, eğitim gibi alanlarda ilerleme kaydetmelerine imkan tanımakta ve uzun vadede tüm üye ülkelerin yararına olacak bir bütünleşmeyi hedeflemektedir. Öte yandan, bazı üyelerin bütçeye sürekli olarak net katkı yapması ve bazılarının sürekli net fayda elde etmesi ekonomik ve politik alanda adil yük paylaşımı tartışmalarını beraberinde getirmektedir. Net katkı veren ülkeler, kendi vergi mükelleflerinden toplanan kaynakların başka ülkelerde kullanımının makul seviyede tutulmasını ve etkin kullanılmasını talep etmektedir. Özellikle Brexit sonrasında bütçeden en fazla payı veren ülkeler, artan finansman ihtiyacına mesafeli yaklaşmışlardır. Örneğin Hollanda Başbakanı Mark Rutte, Birleşik Krallık’ın ayrılmasıyla küçülen AB’nin daha küçük bir bütçeye sahip olması gerektiğini dile getirerek, bütçe artışına sıcak bakmadığını ifade etmiştir. Benzer şekilde Avusturya ve İskandinav ülkeleri de AB bütçesinin büyütülmesinin kendi ekonomilerine orantısız yük bindireceğini savunmuşlardır. AB’nin en büyük ekonomisi Almanya da bir yandan Birliği güçlendirmek için sorumluluk almaya hazır olduğunu belirtirken diğer yandan “tüm üyelerin yük paylaşımını üstlenmesi” gerektiğini vurgulamıştır. Alman hükümeti, önerilen bütçe artışının Almanya’ya her yıl fazladan 10 milyar avro maliyet getireceğine dikkat çekerek bu durumun sürdürülebilir olmadığına işaret etmiştir. Sonuç olarak, bazı ülkelerin AB fonlarından orantısız biçimde yararlanması, eğer ekonomik dengeleri kalıcı olarak iyileştirmez ve sürekli dış destek gerektiren bir yapı yaratırsa, birlik içinde ekonomik bir gerginlik ve mali yük oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Bu nedenle AB, uzun vadeli bütçe planlarında bu dengesizlikleri azaltacak reform arayışlarına girmekte ve örneğin fon dağıtımını performans ve koşullara bağlama gibi önlemleri gündeme almaktadır.
Türkiye’nin Olası AB Üyeliğinde Oluşabilecek Ekonomik Etkisi
AB bütçesindeki net katkı verenler ve alanlar dengesine ilişkin tablo böyleyken, Türkiye’nin birlik üyeliği ihtimali ekonomik açıdan ayrı bir değerlendirmeyi gerektirmektedir. Türkiye, AB üyesi olsaydı, sahip olduğu büyük nüfus, görece düşük kişi başı geliri ve geniş tarım sektörü nedeniyle AB bütçesine önemli bir mali yük getirebilir ve mevcut fon dağılımını ciddi biçimde etkileyebilirdi. Yapılan akademik çalışmalar, halihazırdaki AB politika ve kuralları altında Türkiye’nin üyelik durumunda AB bütçesinden en fazla net fayda sağlayan ülke konumuna geleceğini öngörmektedir. Farklı projeksiyonlara göre Türkiye’ye yapılacak net transferlerin yıllık 7 ile 18 milyar avro arasında değişebileceği hesaplanmıştır. Özellikle Avrupa Komisyonu’nun tahminleri, Ortak Tarım Politikası kapsamındaki destekler dahil edildiğinde, 2025 yılı itibarıyla Türkiye’ye yılda 8,2 milyar avro tutarında net tarımsal destek akabileceğini ortaya koymaktadır. Bu rakamlar, Türkiye’nin üye olması halinde Polonya başta olmak üzere mevcut en büyük net alıcıların bile üzerinde bir bütçe transferine ihtiyaç duyabileceğini göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin katılımı, AB bütçesine en çok katkı yapan zengin üyeler için ek bir mali sorumluluk anlamına gelecektir. Kısa vadede bakıldığında, Türkiye üyeliğinin birliğe ekonomik zararı olduğu iddiası bu nedenle ileri sürülebilir: Yeni bir büyük ölçekli düşük gelirli üyenin girişi, birliğin mevcut kaynak dağıtımını zorlayarak net katkıcı ülkelere daha fazla yük bindirebilir ve kişi başına düşen AB fon miktarını azaltabilir. Özellikle kişi başı geliri AB ortalamasının hayli altında olan kalabalık bir ülkenin üyeliği, cari bütçe dengelerini olumsuz etkileyip birliğin mali yapısına yük getirecektir. Nitekim geçmiş genişleme dalgalarında da nispeten yoksul ülkelerin (örneğin 2004’te Doğu Avrupa ülkeleri) katılımı, zengin üyelerden daha fazla transfer yapılmasını gerektirmiş ve bütçede gerginlikler yaratmıştır. Türkiye örneğinde bu etkinin çok daha büyük ölçekte olması beklenebilir.
Öte yandan, sadece bütçe transferlerine odaklanmak resmin tamamını yansıtmayabilir. Türkiye’nin üyeliğinin sağlayabileceği ekonomik faydalar da literatürde vurgulanmaktadır. Her şeyden önce Türkiye, yaklaşık 85 milyonluk genç nüfusu ve geniş iç pazarıyla, AB’nin ortak pazarı için büyük bir tüketici kitlesi ve işgücü havuzu sunmaktadır. Üyelik gerçekleşseydi, sermaye, mal ve emek akışının serbestleşmesiyle birlikte Türk ekonomisinin büyüme hızı artabilir ve AB genelinde yeni ticaret ile yatırım fırsatları doğabilirdi. Geçmiş genişlemelerde görüldüğü üzere, entegrasyon süreci daha düşük gelirli üyelerde yüksek büyüme oranlarını tetikleyerek tüm Birlik ekonomisine pozitif yansımalar yapmıştır. Nitekim yapılan bazı hesaplamalar, Türkiye’nin üyeliğinin AB ekonomisine ek bir dinamizm katacağını göstermektedir. Örneğin 2004 yılında hazırlanan bir raporda, Türkiye’nin 2015 itibarıyla üye olması durumunda AB-25 toplam milli gelirinde her yıl yaklaşık %0,1 ila %0,3 oranında ilave artış yaratabileceği öngörülmüştür. Bu tür bir büyüme etkisi küçük görünse de birleşik Avrupa ekonomisi için hatırı sayılır bir katkıyı temsil etmektedir. Uzun vadede Türkiye’nin kişi başına geliri üyelik sayesinde yükseldikçe, 70 milyonun üzerindeki nüfusunun satın alma gücü de artacak ve Türkiye, AB iç pazarında adeta bir “lokomotif” işlevi görebilecektir. AB’nin geçmişinde İspanya, Portekiz, İrlanda gibi ülkelerin üyelik sonrası yakaladıkları yüksek büyüme performansı dikkate alındığında, Türkiye’nin benzer veya daha büyük ölçekte bir ekonomik ivme sağlayarak birliğe fayda getirmesi mümkün görünmektedir. Ayrıca Türkiye’nin jeostratejik konumu ve genç işgücü yapısı, Avrupa’da yaşlanan nüfus ve durgunlaşan piyasalara karşı yeni bir enerji ve üretkenlik artışı potansiyeli sunabilir. Doğrudan yabancı yatırım girişlerinin hızlanması, Türk ekonomisinin AB’nin ortak kurallarına uyumuyla birlikte verimliliğin artması ve genişleyen bir iç talep sayesinde AB şirketleri için yeni bir pazar oluşması gibi etkiler, üyeliğin olumlu ekonomik sonuçları arasında sayılmaktadır. Bu perspektiften bakıldığında, Türkiye’nin birliğe katılımı ekonomik anlamda kazan-kazan senaryosu da yaratabilir: Türkiye kalkınma yolunda AB fonlarından destek alırken, AB de büyüyen bir ekonomi ve pazar sayesinde toplam refahını artırabilir.
Türkiye’nin olası AB üyeliği meselesine yalnızca ekonomik açıdan bakıldığında hem maliyet hem de kazanç boyutları bulunmaktadır. Kısa vadede Türkiye, mevcut şartlarda AB bütçesinden yüksek tutarda kaynak talep edeceği için, birliğin mali dengelerine ek yük getirecektir. Bu yönüyle ilk etapta diğer üyeler için kişi başına düşen fonların azalmasına ve net katkı yapanların daha fazla ödemesine yol açarak bir zarar gibi algılanabilir. Ancak uzun vadede ve bütüncül değerlendirildiğinde, Türkiye’nin üyeliği AB ekonomisine yeni bir soluk getirme potansiyeline sahiptir. Genişleyen iç pazar, artan rekabet ve yatırım olanakları, genç ve dinamik nüfusun katkısıyla Avrupa’nın büyüme hızını yükseltebilir. Eğer uygun yapısal politikalarla Türkiye’nin entegrasyonu sağlanır ve ekonomik uyum süreci başarıyla yönetilirse, ortaya çıkacak karşılıklı faydalar Türkiye’ye yapılan başlangıçtaki mali transferleri orta vadede dengeleyebilecek, hatta birliğin toplam refahını artırabilecektir. Sonuç itibarıyla, Türkiye AB üyesi olsaydı birliğe salt ekonomik perspektiftenbakıldığında kısa vadede bütçe tarafında bazı zorluklar getirebilir ancak uzun vadede daha geniş ve güçlü bir ortak pazarın katkısıyla AB’ye net fayda sağlayabilir. Bu etkinin büyüklüğü ve gerçekleşme süresi, üyelik şartlarının nasıl belirleneceğine ve Türkiye’nin ekonomik dönüşüm performansına bağlı olacaktır.
KAYNAKÇA;
- Servet Yanatma, Euronews, “Avrupa Birliği bütçesine en çok katkı sağlayan ülke hangisi?”(https://tr.euronews.com/business/2024/12/09/avrupa-birligi-butcesine-en-cok-katki-saglayan-ulke-hangisi#)
- Emine Bilgili, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, “Türkiye’nin Üyeliğinin Avrupa Birliği Bütçesine Muhtemel Etkisi”
- Anadolu Ajansı, “Brexit sonrası ilk AB bütçesi birliği böldü” (https://www.aa.com.tr/tr/dunya/brexit-sonrasi-ilk-ab-butcesi-birligi-boldu/1139786)
- T.C. Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Araştırma Raporu, “Türkiye’nin Üyeliğinin AB’ye Muhtemel Etkileri” 2022 (https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/08/Turkiyenin-Uyeliginin-ABye-Muhtemel-Etkileri.pdf)
YASİN METEHAN AYDIN
BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER
MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ
Yorumlar
Yorum Gönder