TÜRKLER’DE MİTOLOJİ : TÜRK DESTANLARI
Türk mitolojisi, Orta Asya'nın kadim halklarının inaç sistemlerinden beslenen, doğa olayları ve yaşam tarzlarını yansıtan zengin bir kültürel mirastır. Türk mitlerinde halkın doğa olan ilişkisi, yazıldığı dönemin yaşam tarzları ve inanç sistemleri aktarılır. Türk mitolojisinin ana kaynağı ise Gök Tanrı'dır. “Tengriyalinizm” olarakta adlandırılan Gök Tanrı inancı, atlı göçebe hayatı sürmüş Türk kavimlerinin gelenekleriyle örtüşür, yaşayış tarzlarının merkezine yerleşmiş olan Gök Tanrı inancı aynı zamanda da dini sistemin merkezine yerleşmiştir. Tengri, evrenin yaratıcısı ve düzenleyicisidir ; insanların kaderini belirleyen yüce bir varlık olarak kabul edilir. Gökyüzü, rüzgar, güneş, yağmur gibi doğa unsurları Tengri'nin yansımasıdır. Dağlar, nehirler, ağaçlar ve göller bu inançta kutsal kabul edilir çünkü doğa unsularının bir ruhu olduğuna inanılır. Tengri'ye duyulan saygı için ise doğa ile uyumlu yaşanırdı. Türk mitolojisinde doğa unsurları, yer ve su ruhları olarak adlandırılan kutsal ruhlar tarafından yönetilmektedir. Tengri, sadece evrenin ve doğanın düzenini sağlamakla kalmaz, aynı zamanda da insanların kaderine hükmeder. Eski Türk toplumlarında, hükümdarların Tanrı tarafından seçildiğine inanılır dolayısıyla da hükmetme yetkisi Tengri'den gelir yani liderler dini bir nitelik taşır. Hükümdarın başarısız olduğu dönemlerde, Tanrı'nın ona sırtını döndüğüne inanılır ve halk arasında yapılan ritüeller ile Tanrı'ya olan bağlılıkları canlandırılırdı. Günümüzde hala pekçok inancın dini ritüel ve törenleri bu inanç sisteminden gelmektedir. Türk Mitolojisi ile ilgili bilinen en eski bilgileri Hun ve Göktürk dönemlerine ait Çin ve Sasani kaynaklarında bulmak mümkündür. Türk mitolojisinde, kahramanlık mitlerinin önemli bir yer tuttuğu görülür, mitlerde yer alan bu kahramanlar ise zamanla destanlara aktarılmıştır. Türk Destanları, mitolojik metinler olarak kabul edilmiştir. Türkler, tarih boyunca temasta bulundukları tüm toplulukların mitolojik kaynaklarında yer edinmişlerdir.
Destanlar, bulundukları dönemde yaşanan olaylardan esinlenilerek ortaya çıkmıştır. Savaşlar, depremler, seller ve ölümler efsanelere konu olmuş zamanla da destanlaşmıştır. İslamiyet öncesi dönemde Türkler; doğayla iç içe yaşayan bir topluluk olarak, mitolojik anlatılar ve destanlarla ruhsal aynı zamanda da toplumsal kimliklerini şekillendirmişlerdir.
Türk destanları arasında bilinen en eski destan Yaratılış Destanı'dır.
Yaratılış Destanı, Türklerin Altay-Yakut zamanında ortaya çıkmış bir destandır.
Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, yalnızca Türklerin değil aynı zamanda bütün Orta Asya'nın ve Sibirya'nın bile üzerinde ilgi ile durduğu mitolojik veriler taşır. Evrenin yaratılışını, iyilik ve kötülüğün kaynaklarını ayrıca evrendeki düzeni konu edinmiştir. Yaratılış Destanı'nda şamanizmin izlerini görmek mümkündür. Şamanizm, genellikle Sibirya halklarının dinsel inanışlarını anlatan bir deyim olup, Kuzey Asya halkları arasında “ büyücü, sihirbaz ” anlamına gelen Şaman kelimesinden türemiştir. Başta Türkler ve Moğollar olmak üzere eski Sibirya kabileleri arasında ortak bir dindir. Bu dine göre, dünyada iyi ölen ruhlar bir kuş kılığına girer ve gökteki ışık alemine giderler, kötüler ise yer altında bulunan karanlıklar alemine giderler.
Şamanizm, insanın ve dünyanın özel bir tasarımını içerir. İnsanlar ile “Tanrı” arasında özel bir bağ olduğu varsayılır.Ruhlar aracılığı ile kurulan bağ ve her şeyin ruhu olduğuna olan inanç sistemidir. Şamanistler bütün doğayı iyi ve kötü ruhların etkisi altında gördüklerinden insanın varoluşu ile birlikte kötü güçlere karşı korunabilmek için ruhlarla ilişki kurmanın yollarını aramışlardır.
Altay Türkleri’nin bu destanında adı geçen Tanrı “Bay Ülgen” olmuştur. Türklerin eski inancı olan Gök Tanrı dininde tek bir yaratıcı kabul edilmiş olsa da yardımcı ilah ve ilaheler bulunur, Bay Ülgen bunlardan biridir. Ülgen, dünyayı yaratmak için Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmiştir, Gök Tanrı’nın emrine hizmet eder. Ülgen, iyiliği temsil eder ; çocuklarıyla birlikte ay ve güneşin üstünde yaşamaktadır. Çocukları da kendisi gibi iyilik altındadır. Kötülüğü temsil eden ise Erlik’tir.
İslamiyet’te ilk zamanlarda iyi bir melek olarak varolan iblis, sonrasında Adem’i reddeder ve cennetten kovulur zamanla da kötülüğün kaynağı olur ve kötülüğü temsil eder. Erlik’te kötülüğün temsilcisi olmuştur çünkü ilk olarak Ülgen ile dost olan Erlik sonrasında hırsına yenik düşmüş ve yeraltına gönderilmiştir. Altay Türklerin de hastalıklar, felaketler Erlik adı ile bağdaşır ve Erlik kendisine kurban istediği için kötülük getirdiği düşünülür.
Türk destanlarının çoğunda su motifi ile ilgili izler gözlemleyebiliriz ; “Dünya bir deniz idi, ne gök vardı ne bir yer, uçsuz bucaksız sonsuz sular içreydi her”
Tanrı Ülgen, denize bakarken bir toprak parçası üzerinde kil görür “insanoğlu bu olsun” der ve toprak şekil alarak ilk insan Erlik’i yaratır. Ülgen, evreni yaratırken ve dünyayı düzenlerken insanlar ve diğer canlıların yaşamını etkileyebilecek negatif bir güç olması gerektiğine karar verir. Bu güç, karanlık, kötülük ve ölümle ilişkilendirilir. Erlik, kozmik dengeyi sağlamak için gereklidir. Ülgen, yedi kişi daha yaratır ve nefesiyle can, akıl verir böylece insan yaratılır. Burada Ülgen ve Erlik arasındaki mücadele, iyinin ve kötünün mücadelesidir. Birçok felsefenin temelini oluşturan iyi-kötü çatışması, yaratılışın temelidir. Türk Destanlarında su motifinin yanında diğer önemli motifler ; demir ve dağ motifleri olmuştur. Bu motiflerin örneklerini Ergenekon Destanın da gözlemleyebilmekteyiz.
Ergenekon Destanı, Türk mitolojisinde önemli bir yere sahip olan bir kuruluş hikayesi olarak karşımıza çıkar. Ergenekon Destanı'na göre, eski zamanlarda Türkler büyük bir felakete uğrarlar. Bu felaketin ardından Türkler, güçlü bir düşman tarafından sıkıştırılmış ve dağlar arasında bir bölgeye hapsedilmişlerdir. Bu hapsolma durumu, Türklerin özgürlüklerini kaybettikleri, sıkıntı içinde geçen bir dönemi anlatır. Ergenekon, dağın zirvesi demektir. Yaşadıkları büyük bir yenilgi sonrasında hayatta kalanlar, düşmanlardan kaçmak için Ergenekon adı verilen dağlık bir bölgeye kaçarlar. Bu durum, Türklerin özgürlüklerinden yoksun kaldıkları zor bir dönem olarak simgelenir. Burada uzun yıllar boyunca mahsur kalan Türkler, demir bir dağı eritmeye başlar. Demir dağı eriterek Ergenekon’dan çıkarlar.
Bu, onların yeniden doğuşu, özgürlüklerine kavuşması ve hürriyet için verdiği mücadelenin simgesidir. Türkler, bu süreçle birlikte kendi topraklarına, öz benliklerine ve özgürlüklerine kavuşmuş olurlar. Ergenekon Destanı, Türklerin zorluklar karşısında dayanıklılık ve yeniden doğma gücünü simgeler. Destanda geçen demir dağın eritilmesi, ustalıklarını sembolize ederken aynı zamanda da göstermiş oldukları bağımsızlık mücadelesini gözler önüne serer. Türklerin tarih boyunca karşılaştıkları zorluklara rağmen her zaman yeniden dirilme gücüne sahip oldukları da vurgulanmıştır. Dağlar, hem fiziksel hem de sembolik olarak bir engel veya hapislik durumunu ifade eder. Bu dağlar aynı zamanda doğanın gücü, evrenin sınırları ve insanın özgürlüğü ile ilişkilidir. Türkler, bu dağların içinde bir tür hapishaneye düşerler ama aynı zamanda dağlar, Türklerin yeniden doğuşunu ve özgürlüğe kavuşmalarını simgeler. Ergenekon Destanı’nın çıkış noktası Göktürklerin siyasi tarihinde yer alır, bir yenilgi sonrası Göktürkler dağlık bölgelere çekilmiş ve 450 yıl hakimiyet altında kalmışlardır. Avarlar hakimiyetinde demircilik yapan Göktükler, isyan ederek bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Günümüzde bu gün Nevruz adı altında hala kutlanmaya devam etmektedir. Göktürk dönemi destanları, genellikle kahramanlık, yiğitlik, devlet kurma, özgürlük ve doğa ile uyum gibi temalar etrafında şekillenir. Bu destanlarda, Türk milletinin doğa ile iç içe geçmiş bir yaşam tarzı olduğu ve bu yaşam tarzında doğal güçlerle uyum içinde varlıklarını sürdürdükleri vurgulanır. Göktürk döneminin bir diğer önemli destanı, Bozkurt Destanı’dır.
Bozkurt Destanı, Bozkurt figürüyle birlikte Türk milletinin varoluşunu, yeniden dirilişini ve gücünü sembolize eder. Bozkurt, Türk halkı için sadece bir hayvan değil aynı zamanda bir rehber, koruyucu bir kutsal varlıktır. Bozkurt Destanı'nda, Türk boylarının bir zamanlar güçlü ve bir arada oldukları, ancak daha sonra bölünme ve dağılma dönemine girdikleri anlatılır. Birçok farklı boyun bulunduğu bu dönemde, Türkler çeşitli sebeplerle parçalanmış ve bir arada hareket edemez hale gelmiştir. Destana göre, Türkler bu dönemde büyük bir katliama uğrarlar ve sadece tek bir çocuk sağ kalır. Bozkurt, bu çocuğu bulur onu korur ve büyütür ; burada dişi bir figür simgelenmiştir. Bozkurt tarafından büyütülen bu çocuk zamanla güçlü bir savaşçı haline gelir. Bu çocuk ve Bozkurt’un soyundan gelenler süreç içerisinde Türk milletini yeniden kurarlar. Bozkurt sayesinde hayatta kalan tek kişi, yeniden bir halk yaratır. Bozkurt, bu süreçte bir yol gösterici ve koruyucu olmuştur ; bu yeniden birleşmenin sembolüdür ve Türk milletinin özgürlüğü ve gücü için önemli bir figürdür. Bozkurt, aynı zamanda Türk milletinin soyunun simgesidir. Bozkurt, sadece bir hayvan değil, aynı zamanda Türk milletinin geleceğini simgeleyen, güçlü ve azimli bir lider olarak betimlenir.
“Türkler Batı Denizi kıyılarında otururken bir düşman baskınına uğradılar. Bütün Türkler kılıçtan geçirildi, yok oldu. Ölüler arasında yaralı bir genç kalmıştı, düşmanlar onu da bulup kollarını, bacaklarını kestiler. Fakat genç ölmemişti. Öyle bırakıp gitmişlerdi. Bir dişi bozkurt gelip gencin yaralarını iyileştirdi, onu sütü ile besledi, kurtardı. Sonra düşmanlar geri dönüp bu genci öldürmek istediler. Kurt, yiğidi kaçırdı, kimsenin bulamayacağı bir mağaraya götürdü. O mağarada yaşadılar. On erkek çocukları oldu. Çocuklar büyüyüp evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan biri Aşine boyu idi. Aşine, bütün kardeşlerinin en akıllısı olduğu için Türkler’e hükümdar oldu.”
Kurt motifi, Türk halkının yolunu aydınlatan, onlara yol gösteren bir figür olarak karşımıza çıkar. Özgürlüğün, bağımsızlığın ve dayanıklılığın simgesi olarak kabul edilir. Bozkurt motifi zaman içerisinde Türk devletlerinin bayraklarında, armalarında ve çeşitli sembollerde yer almış, Türk milletinin kimliğinde derin bir iz bırakmıştır. Kurt motifini gözlemleyebildiğimiz bir diğer destan Türeyiş Destanı’dır. Aynı zamanda ortak olarak dağ, ağaç ve ışık motifleri de gözlemleyebiliyoruz. Işık, destanlara aydınlık veren dini bir motiftir.Türklerin İslâmiyet’ten önce bağlı bulundukları Şamanizm de uçmak ifadesi ile belirlenen sonsuz mutluluk ülkesi, cennet bir ışık dünyasıdır. Şamanizme göre yerden on yedi kat göğe doğru gidildikçe aydınlanan bir ışık dünyası bulunmaktadır, Uygurların benimsediği Işık dini de denilen Maniheizmin tanrısı da ışık tanrısıdır. Bütün eski Türk inanışlarında ışık hep ön plandadır. Ağaç motifi ise Türk destanlarının asıl ögelerinden birisi olarak kabul edilir. Önemi büyük olan ağaç destanlarda kutsallaştırılmak sureti ile yok edilmesinin önüne geçilmiştir. Bu motif Türklerin ilkel çağlardan gelen bir önemli bir geleneğinin sembolleştirildiği kavramlardandır. Göktürkler ve Uygurlar devrinde ağaç kutsal sayılmış,Şamanizmde orman bütünü ile bir kült olarak görülmüş, bazı ağaçlar takdis edilmiştir. Ağaç motifini hemen hemen her Türk destanında sıkça görmek mümkündür, her destanda genişçe yer almıştır.
Türeyiş Destanı, Türk mitolojisinin en önemli anlatılarından olmuştur. Bu destanın içerisinde, Türklerin nasıl ortaya çıktığı anlatılır ve manevi kökenleri aktarılır. Türeyiş Destanı, Uygur Türkleri arasında anlatılan bir efsane olsa da zamanla tüm Türk dünyası için ortak bir miras niteliğine gelmiştir. Bu destan, Uygur hakanının üç kızını insanoğluyla evlendirmeyi uygun bulmayarak Tanrı’ya kızlarıyla evlenmesi için yakarması ve Tanrı’nın bir kurt suretinde kutsal bir elçi göndermesidir. Kurt, insan suretine bürünür ve Türklerin yeniden çoğalmasına yardımcı olur.
Kurt burada, Türk kökenlerinin kutsallağını simgelemek amacıyla kullanılmıştır. Türeyiş Destanı, Türklerin doğayla olan derin bağlarını yansıtır ve doğa ile bütünleşilmesini simgeler. Yeniden doğum ve güç vurgulanmıştır, doğuş ve varoluş hakkında bilgiler verilmiştir. “Kao-çı Kağan’ının çok akıllı iki kızı varmış. (Bazı kaynaklar üç kızı vardı, diyorlar). Bu kızlar o kadar akıllı ve o kadariyi imişler ki, babaları şöyle bir karara varmak zorunda kalmış. Kağan demiş ki: “Ben bu kızları, nasıl insanlarla evlendirebilirim! Bunlar okadar iyi ki, bu kızlar ancak Tanrı ile evlenebilirler!” Bunu diyen Kağan, kızlarını alarak götürmüş ve bir tepenin başına koymuş. Buradakızları, Tanrı ile evlensinler diye beklemiş. Kızlar bu tepede Tanrıyı bekleye durmuşlar. Aradan epey zaman geçmiş. Ama ne Tanrı gelmiş vene de onlarla evlenmiş, Kızlar böyle bekleşe dururlarken, tepenin etrafında, ihtiyar ve erkek bir kurt görünmüş. Kurt, tepenin etrafındadolaşmağa başlamış ve bir türlü de, orasını bırakıp gitmemiş. (Küçük) kız kurdun bu durumunu görünce şüphelenmiş ve kardeşine: “İştebu kurt Tanrının ta kendisidir. Ben inip, onunla evleneceğim” demiş. Kardeşi, gitme, diye ısrar etmiş ama, kız dinlememiş. Tepeden inerekkurtla evlenmiş ve bu suretle Kao-çı halkı, bu hükümdarın kızı ile kurttan türemiş”.
Uygur Döneminin diğer eseri Göç Destanı’dır.
Göç Destanı; Türklerin, Orta Asya'nın iç bölgelerinden başlayarak daha verimli topraklar arayışına giren büyük göçlerini konu alır. Bu göçlerin sebepleri arasında iklim değişiklikleri, savaşlar, kaynakların tükenmesi ve yaşam koşullarının zorlukları yer alır. Göç Destanı'nda Türk milletinin kimliği ve birliği öne çıkar. Destan, halkın bir araya gelip birbirlerine kenetlenerek zorlukların üstesinden gelmesini sembolize eder. Bu, yalnızca coğrafi bir göç değil, aynı zamanda kültürel ve psikolojik bir göç olarak da görülür.
“Uygurların vatanında “Hulin” isimli bir dağ vardı. Hulin dağından Tuğla ve Selenge isimli iki ırmak akardı. Bir gece oradaki bir ağacınüzerine gök yüzünden ilâhi bir ışık indi. iki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkkatle izlediler. Daha sonra ağacın gövdesinde şişkinlikoluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı buçocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Aradan uzun zaman geçti. YulugTigin isimli bir prens hakan oldu. Yulug Tigin, Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşlara son vermek için oğlu Gali Tigini bir Çin prensesi ileevlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. GaliTigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılankayayı arabalara koyarak Çin’e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedigün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.”
Bu destan, yalnızca Türklerin Orta Asya'dan batıya göçünü değil, aynı zamanda Türk milletinin varoluş mücadelesini, kültürünü ve değerlerini de simgeler. Türklerin vatan arayışı, özgürlük, onur, kimlik ve medeniyet gibi kavramlarla iç içe geçmiş olarak işlenmiştir.
Türk milletinin kahramanlık, liderlik, birlik ve mücadele gibi değerlerini yücelten önemli bir diğer destan Alp Er Tunga Destanı’dır.
Alp Er Tunga Destanı, Saka Türklerinin destanları arasında yer almaktadır. Alp Er Tunga, İskit-Saka İmparatorluğu’nun bilinen tek hükümdarıdır. Alp Er Tunga, Orta Asya da bulunan bütün Türk boylarını birleştirir ve Kafkasları aşarak Suriye-Mısır’ı da fethederek Saka devletini kurar. Hayatını savaşlara adar, uzun süre mücadele içinde olduğu İranlılar tarafından öldürülür. Alp Er Tunga, Efrasyab adıyla da anılır. Selçuklu sultanları, kendilerinin Efrasyab soyundan geldiklerine inanırlardı. Kutadgu Bilig'de "Alp Er Tunga" hakkında şu bilgi verilmektedir: " Eğer dikkat edersen görürsün ki dünya beyleri arasında en iyileri Türk beyleridir. Bu Türk beyleri arasında adı meşhur ikbali açık olanı Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve çok faziletlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi ; zaten âlemde ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. İranlılar ona Efrasiyap derler; bu Efrasiyap akınlar hazırlayıp ülkeler zaptetmiştir. Dünyaya hâkim olmak ve onu idare etmek için pek çok fazilet, akıl ve bilgi lâzımdır. İranlılar bunu kitaba geçirmişlerdir. Kitapta olmasa onu kim tanırdı."
Bugünkü bilgilerimize göre Alp Er Tunga ile ilgili en geniş bilgi iran destanı Şehname'de tespit edilmiştir. Şehname'nin başlıca konularından biri İran - Turan savaşlarıdır. Firdevsî’nin Şehnâme’sinde, Alp Er Tunga’nın İran’a büyük korku salan ve birçok savaşı kazanan bir hükümdar olduğu anlatılır. Zemahşerî gibi İslam dönemindeki bazı kaynaklarda da Alp Er Tunga’dan bahsedilmektedir. Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lügati’t-Türk eserinde, Alp Er Tunga için yakılmış bir ağıt bulunmaktadır.
Alp Er Tunga öldi mü?
Issız ajun kaldı mu?
Ödlek öçin aldı mu?
Emdi yürek yırtılur!
Bu destanda Alp Er Tunga; cesareti, savaşçılığı ve liderliği ile tanınan büyük bir Türk hükümdarıdır, Türk boylarını birleştirerek büyük bir güç oluşturmuş ve İranlılarla savaşmıştır.Sadece bir savaşçı değil, aynı zamanda bilge bir lider olarak da anlatılır. Alp Er Tunga’nın ölümünün önceden bilindiği söylenir. Destanda, kahinlerin onun için "Büyük zaferler kazanacak ama bir ihanet sonucu ölecek" şeklinde kehanette bulunduğu anlatılır. Türk mitolojisinde kader ve alın yazısı önemli bir yer tutar. Alp Er Tunga’nın ölümü, kaçınılmaz bir son olarak görülür. Bu ölüm, sadece fiziksel bir kayıp değil, Türk mitolojisinde kahramanların ölümsüzleşmesi için bir araçtır.
Saka Türklerine ait diğer destan Şu Destanı’dır.
Şu Destanı, M.Ö. 330-327 yıllarındaki olayları bize aktarır. Bu tarihlerde Makedonyalı İskender, İran'ı ve Türkistan'ı istilâ eder. Bu dönemde Saka hükümdarının adı Şu’dur. Bu Destan Türklerin İskender'le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatır. Destanın kahramanı olan Şu, Sakalar’ın başında bulunan güçlü ve bilge bir hükümdardır.Halkını adaletle yönetir ve Türk boylarını bir araya getirerek güçlü bir birlik oluşturur.Sakalar, Orta Asya'da geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır ve kendilerine özgü kültürleriyle varlıklarını sürdürürler. Büyük İskender, Sakalar üzerine saldırılar düzenler. Destanda Büyük İskender bir insan olmaktan çok, mistik bir figür gibi anlatılır. “Durdurulamaz bir güç” olarak görülen İskender, Türk halkı için adeta doğaüstü bir tehdit gibidir. Şu Han’ın ona karşı verdiği mücadele, sadece bir savaş değil, kendi varlığını koruma mücadelesidir. Şu Han, doğrudan savaşmak yerine ani baskınlar kullanarak düşmana zarar verir. Büyük İskender’in ordusu çok büyük olduğu için Sakalar, sürekli çatışmalara girmekten kaçınarak geri çekilme stratejisi uygularlar. Şu Han, halkını korumak için zor bir karar vermek zorunda kalır, savaşarak tamamen yok olma riski almak, daha doğuya doğru göç edip güçlerini toparlamak. Sonunda Sakalar’ın bir kısmı savaşmaya devam ederken, büyük bir grup doğuya doğru çekilmeye başlar. Göç edenler, günümüz Kırgızistan ve Altay bölgelerine yerleşir. Türk mitolojisinde göç, sadece fiziksel bir hareket değil, aynı zamanda kutsal bir dönüşümdür. Şu Han ve halkının doğuya göç etmesi, Türk destanlarında sıkça görülen "göç yoluyla arınma ve yeniden güçlenme" temasını içerir. Bu olay, Türklerin yeniden doğuşu, kimliklerini korumaları ve daha güçlü hâle gelmeleri için bir süreç olarak görülür. Saka topraklarında kutsal dağlar ve ırmaklar vardır, halk bu doğal unsurlardan güç alır.
Saka Türklerine ait her iki destan da, tarihsel olaylarla mitolojik öğeleri birleştirerek Türklerin geçmişine ve kültürel kimliğine dair güçlü mesajlar sunar.
İslamiyet öncesi dönemde son olarak, Hun Türklerinin Destanlarını inceleyelim. Bu dönemde iki destan bulunmaktadır; Oğuz Kağan ve Atilla destanları.
Oğuz Kağan Destanı, Türklere ait en önemli destan kabul edilir. Oğuz’un doğumundan ölümüne, hayatı ve fetihlerine dair bilgiler verilir ve Türk kültürü, oluşumu ve hakkında da önemli bilgiler barındırır. Bu destanda Oğuz, olağanüsü vasıflar ile donatılmış, tanrısal bir vasıf kazandırılmıştır.
Oğuz Kağan’ın annesi, Umay Ana ile ilişkilendirilir. Destanda Oğuz Kağan’ın annesi gökten inen kutsal bir ışıkla hamile kalır. Bu ışık, Umay Ana’nın kutsal dokunuşu olarak yorumlanır. Oğuz Kağan’ın Tanrı tarafından seçildiği ve kut sahibi olduğu düşüncesi, Umay Ana’nın rolüyle bağlantılıdır. Umay Ana, Türk mitolojisinde önemli bir yer edinmiştir, kadınların ve hükümdarların koruyucusu olan Umay Ana, Türk mitolojisinin en güçlü kadın figürlerindendir.
Oğuz Kağan olağanüstü bir şekilde doğar, altı aylıkken konuşmaya başlar. Çok kısa sürede büyüyerek bir genç olur. Mavi gözlü, uzun boylu, güçlü ve yiğit bir görünüşe sahiptir. Küçük yaşta bir geyik ve kurt avlayarak büyük bir savaşçı olduğunu gösterir. Oğuz Kağan Tanrı’ya dua eder ve Gök Tanrı ona bir eş gönderir. Işık içinden çıkan bir kızla evlenir ve ondan üç oğlu olur: Gün, Ay ve Yıldız. Daha sonra göl içinden çıkan başka bir kızla evlenir ve ondan da üç oğlu olur: Gök, Dağ ve Deniz. Bu oğullar, daha sonra Oğuz Boyları’nın ataları kabul edilir. Burada ışık motifine değinilir.
Ayrıca Oğuz’un yüzünün gök rengi olmasından bahsedilir, bu Gök Tanrı’nın simgesidir.
Oğuz Kağan bütün Türk boylarını birleştirerek büyük bir ordu kurar.Dünyaya hükmetmek için büyük seferler yapar, Oğuz Kağan, fethettiği yerlerde kendi adına şehirler kurar ve insanları örgütler. Seferleri sırasında gökyüzünden gelen bir kurt, ona yol gösterici olur. Oğuz Kağan büyük bir imparatorluk kurduktan sonra oğullarını toplar ve devleti onlara paylaştırır. Devletin düzenini şu şekilde belirler: Gün, Ay ve Yıldız oğullarını sağ tarafa (Bozoklar) Gök, Dağ ve Deniz oğullarını sol tarafa (Üçoklar) olarak yerleştirir. Bu yapı, Oğuz Boyları’nın temelini oluşturur ve daha sonra Osmanlı Devleti gibi büyük Türk devletlerinin yönetim anlayışını şekillendirir. Oğuz Kağan’ın hedefi bütün dünyayı fethetmek ve Türk birliğini sağlamaktır. Bu anlayış, daha sonra Osmanlı’da "Kızıl Elma" ülküsü olarak devam eder. Oğuz Kağan Destanı, Türk mitolojisinde en çok işlenen destan olarak tarihe geçmiştir. Kahramanlık, yiğitlik gibi temalar bu destanda da olağanüstü ögelerle birlikte işlenmiştir.
Atilla Destanı, Avrupa Hun İmparatoru Attila’nın kahramanlıklarını, savaşlarını ve Tanrı’nın kılıcı olarak kabul edilişini anlatan İslamiyet öncesi Türk destanlarından biridir.
Destan, özellikle Batı kaynaklarında ve İskandinav mitolojisinde "Efsanevi Attila" olarak geçer. Attila'nın doğumu, yüzü bir kurt kadar sert, gerekmedikçe konuşmayan, asla gülmeyen bir çocuk olarak anlatılır ve bu, Türklerin en değerli şeyleri olan atları ve koyunları ile ilişkilendirilir. Hun Hükümdarı Attila, Roma ordusunu yendikten bir yıl sonra tahminen 50.000 askerle tekrar roma kapısına dayanır ve Roma’nın ileri gelenleri tarafından Roma Prensesi ile evlendirilmek için ikna edilir, evlendiği Roma Prensesi tarafından da zehirlenerek öldürülür. Batı Roma ve Doğu Roma (Bizans) halkları, Attila’yı “Tanrı’nın gazabı” olarak kabul eder. Onun geldiği her yerde toprakların sarsıldığı, nehirlerin taştığı ve gökyüzünün karardığı söylenir. Türk mitolojisinde büyük hükümdarlar gök ve yerin dengesini değiştirebilen güçlere sahiptir. Attila’nın Avrupa’da böyle bir korku ve saygı uyandırması, onun doğaüstü bir lider olarak görülmesine yol açmıştır. Bu destanda da daha önce Oğuz Kağan ve Alp Er Tunga’da görmüş olduğumuz gibi, ölümü ile efsaneleşmiştir ve ruhunun halkını koruduğuna inanılır. Türk mitolojisindeki kutsal kılıç, kehanet, doğaüstü güçler gibi unsurları barındırır. Attila’nın "Tanrı’nın kılıcı" olarak görülmesi, onun Türklerde kutsal bir lider olduğunun kanıtıdır. Attila'ya, Hunların dünya hâkimi olacağını işaret eden, sivri ucu yukarı doğru olan ve toprağa gömülmüş bir kılıç verilir. Son olarak değerlendirmemiz gerekirse, kahramanlık temasının yanında kehanet, hayvan ve doğa unsurları gibi kavramları da gözlemleyebiliyoruz.
Destanlar, milli değerlerin topluma aktarılmasında önemli bir rol oynar ve kültürün devamlılığını sağlar. Destanlar kahramanlık, cesaret, fedakârlık, vatanseverlik, iyilik yapmak ve yardımlaşmak gibi değerleri çocuklara aktararak bireylerin kendilerini tanımlamalarına, milli kimliklerini kazanmalarına ve mensubu oldukları millete aidiyet duygularıyla bağlanmalarına katkı sağlar. Destanlar bu değerleri hikayeler ve kahramanlar üzerinden anlatarak, topluma aktarır ve kültürün devamını sağlar, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamada önemli bir rol oynar.
KAYNAKÇA :
https://web.itu.edu.tr/~yayla/turkmit.pdf
https://www.turkedebiyati.org/turk-destanlarinda-tipler-motifler/ file:///C:/Users/DELL/Downloads/594753.pdf
http://www.dilbilimi.net/Turk_Destalari_Umay_Gunay.pdf
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/643357
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3785630
https://www.edebiyatogretmeni.org/attila-destani/ https://www.yeniufukdergisi.com/2021/08/20/iskitlerin-buyuk-hukumdari-alp-er-tunga TÜRK DESTANLARINDA TİPLER VE MOTİFLER
Ergenekon Destanı: Türk Mitolojisinin Destansı Yolculuğu ve Millî Kimlik
Türeyiş Destanı: Antik Türk Mitolojisinin Kökenleri
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=npGs9H39x7G6401x51yqpOTRPgRZTVrR_Qmrq0T_wGpyqA5yH4Rh3cCB9lAPdRQI
BETÜL DEMİRYOL
BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARASI İLİŞKİLER
MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ
Yorumlar
Yorum Gönder