ATATÜRK DÖNEMİNDE TÜRKİYE-SOVYET İLİŞKİLERİ















      Mustafa Kemal Paşa'nın 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıktığı gün Türk Milletinin karşı karşıya kaldığı yüzlerce sorun bulunmaktaydı. Osmanlı İmparatorluğu imzalamış olduğu Mondros Ateşkes Antlaşması ile tarihe karışmış, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının işgali öngörülmüş aynı zamanda da İstanbul başlı başına ciddi bir tehditin altında kalmıştı. Kısa bir süre sonra ise İngiliz, Fransız, İtalyan, Ermeni ve Yunan işgalleri başlayacaktı. 

Türkiye'de yaşanan bu süreçte kuzeydoğu komşumuz olan Rusya'da önemli gelişmeler gerçekleşmekteydi. Ekim 1917'de Lenin önderliğinde Bolşeviklerin gerçekleştirmiş olduğu ihtilal sonrasında Çarlık Rusya yıkılmış ve Sovyet Rusya Hükümeti kurulmuştu. Bolşevik siyaseti , marksist ideolojiye dayanmaktaydı ve bu sebeple de kapitalist sistemin nihayetinde çökeceğine inanmışlardı. 1. Dünya Savaşı sonlarında yapılan Sovyet İhtilali'nin dünya politikasını değiştireceğine ve kapitalizmin yıkımına sebep olacağına inanmışlar ve tüm bunların sonucunda ise Avrupa'da var olan kapitalist sistemin ortadan kaldırılıp komünizm hakimiyetinin devreye gireceğini düşünmüşlerdi. Sovyet Hükümet’i ulusların kendi kaderini tayin etme ilkesine dayanarak, her halkın emperyalist mücadelesine destek olacağının çağrısını yapmıştı.

Atatürk Dönemi Türkiye-Rusya ilişkilerini Milli Mücadele Dönemi ve sonrası olmak üzere iki başlık altında inceleyelim ; 

1. İlk Dönem :

Anadolu'daki Milli Mücadele Hareketinin temel hedefi Misakımilli'yi uygulamak , Türkiye için savunma, saldırmazlık, dostluk ve ittifak antlaşmaları çerçevesinde aynı zamanda maddi yardımlar temin etmeyi sağlamaktı. Ortak düşmana yani emperyalistlere karşı verilen bir güç mücadelesi de işbirliğinin temelini hazırlamıştı. İlk dönemi bu amaçlarla ilişkilendirebiliriz. 

İngiltere başta olmak üzere İtilaf Devletlerinin Anadolu'da başlatmış olduğu işgaller dışarıdan yardım almayı her anlamda gerekli kılmaktaydı. Mustafa Kemal Atatürk, Batılı devletler tarafından kabul edilmeyen Sovyetleri kendisine en uygun müttefik olarak değerlendirmiş, bu nedenle gerek Milli Mücadele gerekse sonraki dönemde Türk-Rus ilişkilerine önem vermişti. 23 Haziran 1919 tarihinde Kazım Karabekir'e göndermiş olduğu mektupta ; İtilaf Devletleri'nin ülkemizden gönderilmesinde Sovyetlerin gizli bir silah olabileceği görüşünü vurgulamış ve eğer işbirliği sağlanabilirse Batılı ülkelere özellikle de İngiltere’ye karşı Rusya'nın desteği ile birlikte bir güç bloğu kurulabileceğini söylemişti. Bu blok ise ilerleyen dönemlerde batılı güçlere karşı bir dengeleme politikası niteliğindeydi.

Sovyet Rusya, "Anadolu hareketini" Batılı emperyalistlere karşı verilen bir savaş olarak değerlendirmekteydi , ayrıca Anadolu'da halkın ayaklanmalarına destek vererek bunun bir proleter ihtilali olabileceğini dolayısıyla da Türkiye' de Sovyet Rusya'ya benzer nitelikte bir yönetim kurulabileceğini düşünmekteydi. Atatürk'ün Batılılara karşı yardım arayışı Sovyetlerin ise kendi ideolojisini yaygınlaştırma amacı ile bu durum Anadolu Hareketi ile Sovyet Rusya’yı birbirlerine “muhtaç” bir konuma sokmaktaydı. 

Anadolu'da İngiliz desteği ile birlikte Yunan ordusu iç bölgelere doğru ilerlerken, Sovyet Rusya'da eski rejime sağlanan bir İngiliz desteği ile Çarlık yanlısı ordularla mücadele veriyordu. Bu durumlar ise iki tarafında birbirlerine duydukları siyasi ihtiyacı göstermiş oluyor. 

26 Nisan 1920 tarihinize geldiğimizde, Mustada Kemal, Lenin'e bir mektup göndererek Ankara ve Moskova arasında ilişki kurulmasını, askeri ve siyasi bir ittifak ile batı emperyalizmine karşı birlikte mücadele edilmesi çağrısını göndermiştir. Buna ek olarak ise silah, cephane ve para yardımı da talep edilmişti. Mektuba cevap verilmesi beklenmeden Moskova'ya bir heyet gönderilmiş fakat umulan sonuç alınamamıştır. Bitlis, Van, Muş'un Ermenilere bırakılması talebi sonucunda görüşmeler Türk heyeti tarafından kabul edilmedi ve görüşmeler çıkmaza sürüklenmiş oldu. Ermeniler, bu dönemde Kafkasya sınırlarında yaşayan Türklere karşı zulümler uygulamaya başlamışlardı fakat Türk Ordusunun harekete geçmesi üzerine Sarıkamış ve Kars işgal edilip bunun sonucunda ise Ermeniler barış masasına oturmak zorunda bırakılmıştı. 3 Aralık 1920 tarihinde Ermenilerle imzalanan Gümrü Antlaşması Sovyetler ile Türkiye arasında anlaşmazlığa sebep olan Ermeni problemi son bulmuş oldu. Ermeni problemi ortadan kalkmış olsa da Sovyet Dış İşleri Bakanı Çiçer, Mustafa Kemal Atatürk'ün mektubuna vermiş olduğu cevapta silah ve cephane yardımını reddetmiş ve Misakımilli sınırlarını tanımayıp kendi istekleri doğrultusunda yorumlamıştır. Şubat 1921 tarihinde Moskova'ya giden Ali Fuat Paşa ve heyeti Rus yetkililerle görüşmüş, yapılan görüşmeler sonucunda ise 16 Mart 1921 tarihinde Türk-Rus Muhadenet ve Dostluk Antlaşması bir diğer adıyla Moskova Antlaşması imzalanmıştır. Moskova Antlaşmasına “Mantık Evliliği” (Curzon-7 Ekim 1921) terimi kullanılmıştır çünkü her iki tarafı bir araya getiren “ortak düşmandır”. 

Moskova Antlaşması ile Neler Değişmiştir ? 

A. Sınırlar: Türkiye -Sovyet Sınırı, Ardahan ve Artvin Türkiye' ye Batum ise Sovyetlere' e bırakarak çizildi , Kars ve çevresi Türkiye'nin oldu. Nahçıvan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine bağlı bırakıldı fakat Türkiye'nin himayesi altında özerkleştirildi. Bu sayede Türkiye'nin doğu sınırları büyük ölçüde belirlenmiş oldu. Batum bırakılmak zorunda kalınsa da, Nahçıvan üzerindeki etki dolaylı olarakta olsa etkisini sürdürmeye ve korumaya devam etti. Sovyet Rusya, Türkiye’nin Milli Misak sınırlarını tanıyan ilk ülke olarak aslında Batı’ya karşı bir meydan okuma gerçekleştirmiş oldu.

B. Taraflar Karşılıklı Talepler Doğrultusunda Tanındı: Sovyetler, Misakımilli'yi Türkiye ise Sovyetler'in Kafkasya üzerindeki hakimiyetini kabul etti. İki ülkenin de birbirini tanıması ile dostluk temelli bir adım atılmış oldu.

C. Geçmiş Antlaşmalar Çıkarlara Ters Düştüğü İçin Tanınmadı 

D. İç İşlere Müdahaleler Çift Taraflı Olarak Engellendi 

E. Kapitülasyonlar Reddedildi 

Sonuç olarak, Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir adım atılmış oldu ve Batı'nın Anadolu üzerindeki planlarına karşı bir destek sağlamış oldu, Sovyetler açısından ise Kafkasya'da nüfuslarını arttırma konusunda bir güç elde edildi. Aynı zamanda Türkiye tarafından talep edilen maddi ve teçhizat yardımları sağlandı. Lord Curzon: “Artık Türkiye’ye istediğimiz şartları kabul ettirebileceğimiz işgal altındaki bir devlet gibi davranamayız.” 

1921 yılında imzalanmış olan Kars Antlaşması ile Moskova Antlaşması pekiştirilmiş ve Ankara Hükümetinin uluslararası ilişkilerdeki rolü güçlendirilmiştir. Misakımilli'nin geçerliliği ve kapitülasyonların kaldırılması Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan'a da kabul ettirilmiştir. 

      İmzalanmış olan Moskova ve Kars anlaşmalarıyla barışçıl bir yol izlemiş olan Sovyet Rusya ve Türkiye arasındaki anlaşmazlıkların tam anlamıyla çözüme kavuştuğunu söylemek mümkün değildir. Bu anlaşmazlıkların bir örneği olarak ; Ankara Antlaşmasını gösterebiliriz. Fransa ile Türkiye arasında imzalanan bu anlaşma sonucunda Sovyetler kendi çıkarlarına ters düştüğü için Türkiye’den yardımlarını geri çekmiştir. Türkiye bu antlaşmayı Batı Bloğuna bir darbe olarak gerçekleştirmiştir. Sovyetlerin bu durumda “şüphe” ile yaklaştıkları konular çözüme kavuşunca ise yardım süreçlerine devam etmişlerdir fakat anlaşmazlıklar yine de tamamen kesilmemiştir.

6 Nisan 1921 tarihinde, Sovyet Rusya Azerbaycanlı karşı devrimcilerin Türkiye’de faaliyet göstermelerine izin vermemiş, Türk-Fransız ilişkilerinin düzelmeye başlamasının sonrasında Yunanlılarla Türkiye’ye karşı işbirliği yapma girişiminde bulunmuştur. 

Sovyetlerin bu denli farklı bir politika izlemesinin asıl sebebi ise Londra Konferansı aynı zamanda ise daha önce de bahsetmiş olduğumuz gibi Türk-Fransız yakınlaşmasından kaynaklanan çıkar çatışması olmuştur. Eskişehir - Kütahya Muharebelerinde Türk Ordusunun Sakarya’ya geri çekilmesi Sovyetlerin Türk Milli Mücadelesine şüpheyle bakmasına sebep olmuştur. Sovyetlerin geri çekilmesi ile Ankara Hükümetinin yıkılacağını düşünen Sovyet Rusya yardımlarını kısmaya devam etmiştir. Ali Fuat Paşa yardımları geri kazanmak adına çeşitli çalışmalar yapmış ve sonucunda da başarılı olmuştur. 

     Rusya’dan 18 Eylül 1921 ile 14 Haziran 1922 tarihleri arasında gönderilen silah, cephane ve ekipmanların toplamı, Genelkurmay ATASE arşiv belgelerine göre şu şekildedir: 43.374 piyade tüfeği, 56.044 sandık piyade mermisi, 18. sandık Rus piyade mermisi fabrikası malzemeleri, 318 ağır ve hafif makineli tüfek, 81 top, 13 Rus bombalı top, 159.043 çeşitli top mermisi, 40 sandık Fransız el bombası, 83 kutu İngiliz el bombası, 200 adet Rus el bombası, 60 adet süvari kılıcı, 10 sandık dumansız barut, 48 sandık piyade kovanı, 8 sandık Rus piyade mermisi kapsülü ve 104 sandık piyade mermisi. Rusya’nın Türkiye’ye vereceği yıllık 10 milyon altın rublelik yardımın 6 milyon 500 bin altın rublesi ulaşmıştır. Ancak, 3 milyon 500 bin altın rublesi Rusya Ekonomi Bakanı tarafından haciz edilmiştir.Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etütler verilerine göre, Sovyet Rusya'nın vaat edilen parayı tamamen göndermediği görülmektedir.40 Her ne kadar gönderilen para ve silahlar abartıldığı kadar fazla olmasa da, bu yardımlar milli mücadelenin zorlu koşullarında önemli bir destek sağlamıştır. 

Sovyet Rusya bu dönemde yardım sürecinden faydalanarak Türkiye’ye kendi ideolojik sisteminin yayılması çalışma ve çabalarına devam etmiştir, Türkiye’de ise bu dönemde Kuvayi milliye’ ye katılanların içerisinde komünizm yayılmaya ve desteklenmeye başlamıştır. Atatürk bunun ülke içerisinde bir iç karışıklığa sebep olabileceğini düşünerek düzenli orduya geçilme hedefini hızlandırmıştır fakat çete liderleri tarafından düzenli orduya karşı çıkılmalar yaşanmıştır, bu durumun kontrol altına alınması amacıyla 1920’den itibaren "Yeşil Ordu" adı altında bir örgütlenmeye gidilmiştir. Ordunun genel sekreterliğini marksist felsefeyi benimseyen Maliye Vekili Hakkı Behiç Bey yürütmüş ; milliyetçilik, islamcılık ve sosyalizm tek bir çatı altında toplamıştır. Mustafa Kemal ilerleyen süreçlerde Yeşil Ordu topluluğunun zarar vermeye başladığını fark etmiştir hatta Yeşil Ordu kendisini Kızıl Ordu’nun Türkiyedeki karşılığı olarak tanımlamıştır. Yeşil Ordu yerine ise Türkiye Komünist Parti kurulmuş ve bu şekilde de Sovyetlerle olan ilişkinin bozulmaması aynı zamanda komünist hareketlerinin kontrolü sağlanmıştır. 

1922 yılında Sovyet Rusya ve Türkiye arasında bir problemin var olmadığı süreçlerde, Sovyet Rusya Cenova’da uluslararası bir konferansa çağrılmış fakat Türk Hükümeti davet edilmemiştir. Bu konferans, özellikle Türk Kurtuluş Savaşı sonrası Avrupa’daki siyasi düzenin şekillendirildiği bir dönemde gerçekleştirilmiştir. Yakındoğu çatışmasında tarafsız kalması ve Ankara’dan yardım ve desteğini çekmesi talep edilmiştir. Sovyetler Birliği, Türkiye'nin bağımsızlığını tanımış olsa da, Cenova’da etkili bir çözüm sağlanamamıştır. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler, bu konferanstan sonra daha fazla gelişme kaydetmiştir. 

Sovyet Rusya ile kurulan dostane ilişkiler, 21 Nisan 1922 tarihinde bir diplomatik skandalla sarsılmıştır. “Moskova Hadisesi” olarak bilinen bu olay Ali Fuat Paşa’nın Moskova Büyükelçiliğinden istifa etmesi ile sonuçlanmıştır. Bu olayın Kars Antlaşması sonucunda olduğu yorumlanmıştır. Bu olay sonrasında ise Mustafa Kemal Türkiye-Sovyet ilişkilerinde kayda değer bir problem yaşanmadığını dile getirmiştir. 

2.Dönem : 

Türk Ordusu 26 Ağustos 1922 yılında Batı Cephesinde genel bir taarruza geçmiş, 30 Ağustos tarihinde ise Yunan ordusu mağlup edilmiştir. Türklerin bu zaferini ilk kutlayan kişi ise Sovyet Büyükelçisi Aralov olmuştur. Türk Ordusunun bu zaferinden sonra 4-11 Ekim 1922 tarihlerinde, Mudanya Konferansı yapılmış hemen ardından Mudanya Antlaşması imzalanmıştır. Mudanya Antlaşması, Yunanistan’ın Türkiye'ye karşı sürdürdüğü işgalin sona erdirilmesinde ve Lozan Antlaşması'na giden sürecin kapısını aralayan çok önemli bir adım olarak kabul edilmiştir.

Lozan Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası alanda tam anlamıyla tanınmasını sağlayan ve Osmanlı İmparatorluğu'nun sona erdiğini resmen ilan eden bir antlaşmadır. Türkiye Cumhuriyeti için elde edilmiş olan bir başarı olsa da Sovyetlerle arasında anlaşmazlıklara yol açan bir süreç olmuştur. Sovyet Rusya, Boğazlar’ ın uluslararası denetim altında olmasını istemiş ve özellikle Karadeniz’e çıkış için Boğazlar üzerinde bazı haklar talep etmiştir aynı zamanda Kafkasya bölgesindeki sınır meseleleri de önemli bir tartışma konusu olmuştur. Sovyetler Birliği, Türkiye ile olan sınırları konusunda çeşitli taleplerde bulunmuş fakat her iki konuda da talepleri reddedilmiştir bunun üzerine ise bir süre daha saygı üzerine bir ilişki kurulmuştur. Lozan Antlaşması’nda Türkiye, Boğazlar üzerinde tam egemenlik hakkını elde etmiştir. 

Lozan ile tamamen çözüme kavuşturulmayan problemler varlığını sürdürmüş ve bunlardan biri de Musul Sorunu olmuştur. Mondros Mütarekesi’nin ardından Musul, İngiltere tarafından işgal edilmiştir. İtilaf Devletleri arasında yapılan görüşmelerde, Musul’un geleceği ile ilgili net bir çözüm sağlanamamıştır. Lozan ile birlikte Türkiye, Musul’un Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olduğuna ve bu nedenle kendisine ait olduğuna inanmış ancak, İngiltere Musul'un kendi denetimine bağlı olan Irak Krallığı’na ait olduğunu savunmaya devam etmiştir. Milletler Cemiyetinin bu konudaki İngiliz yanlı adımları Sovyet-Türkiye ilişkisini pekiştirmiştir. Hemen ardından Avrupa düzeni ile ilgili imzalanan Locarno Antlaşmaları’nın Sovyetleri yok saydığı görülmüş ve bu durum da Musul meselesinde Türkiye’ye destek sağlamıştır. Bu tarz problemlerle mücadele eden iki taraf 17 Aralık 1925 tarihinde Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması imzalamışlardır. 

Türk-Sovyet ilişkileri İngiltere’nin ayrıştırma teşebbüslerine rağmen devam etmiş ve bunun üzerine iki taraf ticari ilişkilerini de sağlamlaştırmak adına görüşmeye başlamıştır bunun sonucunda ise 11 Mart 1927 tarihinde Ticaret ve Denizcilik Antlaşması imzalanmıştır.

Ancak 1930 yılından itibaren Sovyet Rusya ve Türkiye arasındaki ilişki eskiye kıyasla sarsılmaya başlamıştır. Bu dönemde Türkiye’nin İngiltere, Fransa ve Yunanistan ile problemlerini çözmesi Sovyetleri rahatsız etmiş, Türkiye ise ilişkilerini eski seviyesinde tutmaya çalışmıştır. 

Mussolini’nin Anadolu’yu hayat sahası olarak gördüğü duyulmuş ve Almanya ile İtalya’yı kendisine tehdit olarak gören devletler kendi aralarında ortak bir antlaşma imzalamışlardır. Londra Antlaşması ; Türkiye, Estonya, Letonya, Polonya, Romanya, Sovyet Rusya, Çekoslovakya ve Yugoslavya arasında imzalanmıştır. 
1936’ya kadar büyük çaplı bir sorun yaşamadan devam eden Sovyetler ve Türkiye bu tarihte yeni bir döneme girmiştir. 

1936'da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmış ve Türkiye, Boğazlar üzerindeki tam egemenliğini ilan etmiştir. Bu gelişme, Sovyetler Birliği'nin Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarını savunma çabalarıyla çelişmiştir. Sovyetler Birliği, Boğazlar üzerinde daha fazla denetim talep etmiş, ancak Türkiye Montrö Sözleşmesi ile bu talepleri reddetmiştir. Türkiye'nin Almanya ile ilişkilerini geliştirmesi ve özellikle Nazi Almanyası ile ortak çıkarları doğrultusunda stratejik ilişkiler kurması, Sovyetler Birliği'nde rahatsızlık yaratmış, Almanya'nın Batı Avrupa'daki yayılmacı politikaları ve Sovyetler'e yönelik tehditleri Türkiye'nin Batı ile daha yakın ilişkiler kurma yönündeki çabalarını Sovyetler için endişe verici hale getirmiştir.

Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den Boğazlar konusunda daha fazla tavizler almak istemesi, Türkiye'nin egemenliğine yönelik bir tehdit olarak görülmüştür. Ayrıca, Sovyetler' in Türkiye'nin doğusundaki Ermenistan gibi komşu bölgelere dair endişeleri ve bu bölgedeki Türk-Sovyet ilişkilerinin yetersizliği de gerginlikleri arttırmıştır.

Avrupa’da oluşan ikili yapı karşısında Türkiye, İtalya’yı tehdit olarak görerek yönünü İngiltere ve Fransa’nın yanına çevirmiş fakat Sovyet Rusya karşı blokta bulunan Almanya ile anlaşma yolları aramaya başlamıştır. Sovyetler Birliği, Türkiye'yi doğrudan kendi yanına çekmeye çalışırken, Türkiye savaşın patlak vermesiyle tarafsızlık politikasını benimsemiş, ancak Batı ile ilişkilerinde daha temkinli davranmıştır bu sebeple ise Türkiye-Sovyet ilişkileri kopma aşamasına gelmiş hatta aralarındaki işbirliği yerini düşmanlığa bırakmıştır. 

Molotov-Sarper görüşmelerinde bahsedildiği gibi Türkiye artık Sovyet ideolojisinin yaşatılabileceği ve destek bulabileceği topraklar olmaktan çıkarak, pragmatik anlamda Boğazlar ve Doğu illeri dolayısıyla yararlanılabilecek bir partnerden öteye geçmemiştir. Soğuk Savaşın ilerleyen dönemlerinde ise Kruşçev’ in “barış içinde bir arada yaşama” politikası yine TürkSovyet ilişkilerinin eskisi gibi anlaşılması konusunda yetersiz kalmıştır. 

KAYNAKÇA 

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/101198
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2726542
https://nek.istanbul.edu.tr/ekos/TEZ/56046.pdf
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/32714
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturk-doneminde-turkiye-rusya-iliskileri-1919-1938/
https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/moskova-antlasmasi/
https://acikbilim.yok.gov.tr/bitstream/handle/20.500.12812/374250/yokAcikBilim_9006277.pdf?sequence=-1&isAllow
ed=y
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3036265 

BETÜL DEMİRYOL 
 BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU 
 SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARASI İLİŞKİLER 
 MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ

Yorumlar

Popüler Yayınlar