TARİHSEL SÜREÇ İLE RUSYA-SURİYE İLİŞKİLERİ
Rusya, Ortadoğu’ya yabancı bir ülke olmamıştır. Bunun nedeni Rusya’nın tanımına göre güneyinde bulunan Türkiye, İran ve Afganistan’ın Ortadoğu’da yer almasıdır. Aynı zamanda bulunduğu coğrafi konum nedeniyle hem bölge ülkeleri ile hem de müslümanlarla yakın ilişkiler kurmuştur. Rus Çarları, 1677-1917 yılları arasında Kafkasların ve Karadeniz’in kontrolu maksadıyla Osmanlı İmparatorluğu ile 13 defa savaşmışlar, 1872 yılında Rus Donanması kısa bir süreliğine Beyrut’u işgal etmiştir (Kreutz, 2002: s. 50). 19’ncu yüzyılın başlangıcına kadar Rusya’nın Akdeniz’e serbest erişimine tek engel İngiltere olmuştur. İngiltere, Hindistan alt kıtasında sahip olduğu imparatorluğu korumak için, Rusya’nın Boğazları kontrolünü veya Akdeniz ile Basra Körfezi arasındaki karayolu hakimiyetini engellemek için kararlıdır. Bununla birlikte İstanbul, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı, Çar’ın dış politikasının temel hedefi olarak kalmıştır (Rubinstein, 2006: s. 77).I. Dünya Savaşı süresince Osmanlı egemenliği altındaki Suriye ve Irak’ın paylaşılması için yapılan Sykes-Picot Antlaşması Anglo-Fransız anlaşması gibi görünse de Rus Dış işleri Bakanı Sergei Sazanov Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımında yer almıştı. Dolayısıyla bu gizli antlaşmalarda Rusya’ya da Boğazların sözü verilmişti. Ancak 1917 yılında meydana gelen Bolşevik Devrimi sonrasında Sovyet Rusya, Çar tarafından yapılan antlaşmaları geçersiz kılmıştır (Trenin, 2018: s. 17). Eğer devrim olmasaydı söz konusu antlaşmaya göre İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Doğu Anadolu Bölgesi Ruslara verilecekti. Suriye, 1920 yılına kadar bir ülke olarak mevcut olmamış ve bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail’in bulunduğu topraklar tarihe Bilad-ı Şam olarak geçmiştir. Bu topraklar Osmanlı Devleti sınırları içindeyken 1916’da imzalanan Sykes-Picot paylaşım antlaşması gereğince Suriye ve Lübnan Fransa’nın, geri kalan topraklar ise İngiltere’nin mandasına girmiştir (Yılmaz, 2020: s. 96). Lenin ve diğer Sovyet Liderler, Doğu’nun Müslüman emekçilerini emperyalist sömürgeci zalimlere karşı savaşta onlara katılmaya çağırmıştır. Bir süre Moskova’da Dışişleri Bakanlığı’na paralel olarak görev yapan Komintern, Avrupanın sömürgeci kurallarının altını oyma işinde Ortadoğu’daki Komünist partileri desteklemeye başlamıştır (Trenin, 2018: s. 17).Ekim 1917 Devrimi’nden sonra Bolşevikler farklı bir ideoloji benimsemiştir.
Lenin tarafından imzalanan bir bildiride “Arapların tüm Müslümanların olduğu gibi kendi ülkelerinin sahibi olmaya ve kendi geleceklerine kendilerinin istedikleri gibi belirlemeye hakları olduğu” ifade edilmiştir. Takip eden Stalinist dönemde, politik problemler, Avrupa ve Uzakdoğu’da devam eden savaşlar ve milli bağımsızlık hareketlerinde gelişen değerleri reddetmesiyle Ortadoğu ile ilişkiler 1950’lerin ortalarına kadar uzun bir süre dondurulmuştur. Kruşçev’in başa gelmesi ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın siyasi dönüşü ile SSCB’nin Ortadoğu’daki politik ve askeri varlığı için yeni bir dönem açılmıştır (Kreutz, 2002: s. 50).Fransa, İkinci Dünya savaşı sonrasında bölgeden çekilirken 1946’da Suriye Cumhuriyeti’nin kurulmasını da sağlamıştır. Suriye Cumhuriyeti bağımsızlığını kazanır kazanmaz 1 Şubat 1946’da SSCB ile gizli bir antlaşma imzalamıştır. Aslında Uluslararası arenada Suriye’ye Sovyetler Birliği tarafından diplomatik ve politik destek sağlanacağı ve ülkenin milli ordusunun kurulması için Sovyet askeri yardımı yapılacağını belirtilen gizli antlaşmanın Suriye’nin bağımsızlığını kazanmadan önce yapıldığı ifade edilmektedir (Aghayev and Katman, 2012: s. 2067; Manlove, 2018: s. 3). İkinci Dünya Savaşı sonunda Suriye Fransa’dan ayrılarak tam bağımsızlığına kavuşmakla birlikte, çok uzun bir süre Suriye siyasi istikrara kavuşamamıştır. 1945-1949 arasında nisbeten sakin geçen Suriye’nin siyasi hayatı, 1949’dan itibaren tekrar kaotik bir ortama girmiştir. 1949-1953 yılları arasında Suriye’de üç defa hükümet darbesi, 21 kabine değişikliği olmuş ve bu arada iki defa askeri diktatörlük kurulmuştur (Armaoğlu, 2019: s. 506).Edip Çiçekli 25 Şubat 1954’de askeri bir darbe sonrası iktidardan indirilmiştir. Bu tarihten sonra Suriye’nin siyasi hayatında, 1955’ten itibaren antiemperyalist söylemi olan Nasır’ı destekleyen Baas Partisinin ağırlığı hissedilmeye başlamıştır. Nasır’ın Bağdat Paktı’na3 cephe alması, silah alışverişi ve İsrail’e karşı caydırıcı mesaj verme amacına binaen Sovyetler’e doğru kayması, Baas ile Nasır’ın münasebetlerinin gelişmesine yol açmıştır (Armaoğlu, 2019: s. 506; Aghayev and Katman, 2012: s. 2066-2067; Mercan, 2016: s. 241; İnce, 2017: s. 271). 1956 yılında meydana gelen Süveyş bunalımı ile Fransa ve İngiltere’nin Mısır’a saldırmalarının sonucu Suriye ile Mısır daha çok birbirine yaklaşmış, bunun yanında Arap dünyasında hem Batı aleyhtarlığını ve hem de sol akımların tesirini artırmıştır.
Suriye’de 1956’da komünizme sempati duyan Savunma Bakanı Halit El-Azm ve Genelkurmay Başkanı Fransız Komünist Partisi üyesi Albay Afif-El Bızri döneminde SSCB ile yakın ilişkiler oluşturulmuştur.Suriye siyasi tarihinde pek çok kez ordunun yönetime el koyması durumu yaşanmış, bunu farkeden Batılı güçler bunu kullanmış, bu durum da Suriye halkında “Batı Karşıtlığı”nın oluşmasına yol açmıştır. İşte bu noktadan hareketle Sovyetler buradaki fırsatı kullanmıştır. Ancak komünizm ideolojisini yaymak için doğru ya da yeterli işçi kitlesine sahip olmayan Suriye’de onun yerine Sovyetler, ABD’ye karşı menfaati gereği antiemperyalist söylemleri desteklemiştir. Bu söylemler ciddi taraftar toplamış,
“Batı karşıtlığı”nın oluşmasında belirleyici olmuş, nihayetinde Suriye siyasi hayatına kalıcı etkisi olmuştur. 1950’li yıllarda ordu içinde Nasırcı-Baascı-Komünist fraksiyonlar yer almıştır. 1943 yılında Arap Milliyetçisi ve sosyalist söylemleriyle öne çıkan Selahattin Bitar ve Michael Eflak tarafından kurulan Baas Rejimi Suriye’de 60’lı yıllardan itibaren etkisini giderek arttırarak Baas ideolojisini Suriye’nin resmi yönetimine taşımıştır (Robby, 2020: s. 18-20; İnce, 2017: s. 271-275). Esasen bu noktada Baas taraftarı olanların halkı temsiliyet bakımından çoğunluğu değil, azınlığı temsil etmesi, başka bir deyişle yönetimdeki temsiliyete ilişkin demografik dağılım, Suriye bağımsızlığını kazanmadan önce uygulanan Fransız politikasına (Robby, 2020: s. 11; İnce, 2017: s. 265 – 266; Mercan, 2016: s. 243) işaret etmektedir. 1963 darbesi sonrasında Baas partisi’nin yönetimi ve askeriyeyi kontrol altına almasıyla, yeni yönetim Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirmek istedi. Başlangıçta iki ülke arasındaki şüphe Sovyetlerin Arap Sosyalizmi’ne olan güvensizliğine dayanıyordu. Bu güvensizlik Marksist doktrin Suriye Kongresinde yer alınca değişti. Sovyet desteğinin ilk zamanlarında yardımlar, politik ve ekonomik merkezliydi, ancak Suriye’nin politik durumu ve iklim Sovyetlerin kafasını karıştırdı (Manlove, 2018: s. 4).İkinci Dünya Savaşı sonunda, Ortadoğu, Sovyet dış politikası için yüksek öncelikli bir yer olmamasına rağmen, Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki Soğuk Savaşın, ilk ve en somut belirtilerinin görüldüğü yer olmuştur (Rubinstein, 2006: s 80). Sovyetler Birliği Ortadoğu jeopolitiğine ilk adımını attığında Moskova, Filistin’in bölünmesi ve İsrail’in kurulmasında en kuvvetli destekçi olmuştur. 1948’de Sovyetler Birliği Musevi Devletini çok hızlı bir şekilde tanıdı. Stalin’in amacı bir çok bağımsız Arap Devleti üzerinde de facto kontrol uygulayan İngiliz İmparatorluğu’nu zayıflatmaktı. Stalin aynı zamanda İsrail’in kutsal topraklarda “sosyalizmi inşa edeceğini” ümit etmekteydi (Trenin, 2018: s. 20). Sovyetler Birliği o tarihlerde kendini engelleyebilecek ülkelerin gücünü direk karşısına almadan bu şekilde politikalarla zayıflatmaya çalışıyordu.1950’lerde Genel Sekreter Kruşçev’in yönetiminde Ortadoğu’ya yönelik Sovyet Politikası Stalin döneminden farklıydı. Yeni strateji, gelişmekte olan ülkeleri Sovyet Ekonomik ve Politik etkisi altında toplamaya yönelik inisiyatif almaya odaklanmıştı (Manlove, 2018: s. 3).
Nitekim 1946’da Suriye’nin bağımsızlığını kazanır kazanmaz Sovyetler ile başlayan ilişkiler 50’li yıllarda Suriye’de Batı karşıtı ve milliyetçi düşüncelerin yükselmesi ile birlikte ivme kazanmıştır. 1954 yılında Çekoslovakya ile yapılan askeri anlaşma ile Suriye; bir Doğu Bloğu ülkesi ile anlaşma yapan ilk Orta Doğu ülkesi olmuştu. O dönemde yönetimde yer alan seküler Baas rejimini Sovyetler kendi yönetimine daha yakın görmekteydi. Bundandır ki Golan’a göre, stratejik müttefiklik açısından Mısır daha kazançlı görülmesine rağmen Orta Doğu politikalarında Suriye daha öncelikli bir konumda değerlendirilmişti (Golan, 1990: s. 141142).Dekolonizasyon, Avrupa İmparatorluklarını sona erdirdi ve dünya sahnesinde yeni bağımsız hareket eden ülke sayısını artırdı. Sovyet liderleri, Arap Doğusu’nda (Güney Asya ve Afrika’da olduğu gibi) bugüne kadar sadece Batı Avrupa’ya açık koloniyal alanlara SSCB’nin girişini kolaylaştıracak ciddi bölgesel anlaşmazlıklar olduğunun farkına vardı (Rubinstein, 2006: s. 82).Batı “kapitalizm”ni hatırladıklarından daha uzun bir süre tecrübe ettikten sonra, Arap ülkelerindeki birçok bölgesel elit, yardım ve gelişime alternatif bir model olarak “sosyalizm”e –bir süre Sovyetler Birliğine- başvurdu. Moskova antikomunist bildirileri kabullendi ve devletler arasındaki ikili ilişkilerin kuvvetlendirilmesine odaklandı. Başkan Hafız Esad’ın küçük, tamamiyle destekçi komünist bir partiyi tolere ettiği Suriye’de, Sovyet yönetimi, Esad’ı kızdıracak ya da müttefiğini ABD’ye yaklaştıracak herhangi uygunsuz bir girişimden dikkatli bir şekilde kaçındı (Rubinstein, 2006: s. 82-85;). Gerçekte Hafız Esad’ın da Sovyetler ile yakın ilişkileri devam ettirmek için geçerli sebepleri vardı (Aghayev and Katman, 2012: s. 2067). Fakat aynı zamanda SSCB’nin de Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerinde ideolojik olarak komünizm ve sosyalizm’den vazgeçerek, ABD’nin kendini çevreleme politikalarına karşı olarak Pragmatik bir yaklaşımı kullandığını görüyoruz. Burada Suriye ve Rusya’nın yakın müttefikliğe dayanan ilişkilerini hem tarihsel süreçteki jeostratejik ve siyasi zorunluluk yaratan şartlar sebebiyle hem de karşılıklı menfaat anlayışına oturttuklarını değerlendiriyoruz.1980’in ikinci yarısına kadar takip eden on yıllarda SSCB ve Doğu Avrupalı müttefikleri Arap Milleti’nin ülküsünü, pratikte milli bağımsızlık hareketi gayretlerinin ekonomik ve sosyal gelişime yönelik tüm cephelerinde desteklemiştir.
Cezayir, Irak, Suriye, Libya, Güney Yemen ve korunması en güç Filistinliler ile ayrı ayrı diplomatik, ekonomik ilişkileri olmuş ve hatta Sovyet Bloku ülkelerinden onları Batı’nın direk müdahalesi ve ortadan kaldırmasına karşı korumak için askeri yardım istemişlerdir (Kreutz, 2002: s. 51; Mercan, 2016: s. 251; Agahayev and Katman, 2012: s. 2066-2068). Bu dönemde Suriye’de özellikle Hafız Esad döneminde dış politikada yürütülen pragmatist ve denge siyaseti çerçevesinde benzeri durumun “karşılıklı çıkarlar” doğrultusunda devam ettirildiği ifade edilmektedir (Aktaran: Mercan, 2016: s. 251). Hafız Esad tarzı baskıcı – otoriter yönetimler kendi rejimlerinin bekası için “dış tehdit algısı oluşturma ve rejimi güçlendirme/meşrulaştırma” yolu kullanır (Mercan, 2016: s. 245). Aslında otoriter yönetimlerde gerek iç gerekse dış siyasette liderin özellikleri ve algısı ciddi oranda belirleyici olabilmektir. Bu noktada Suriye gibi çok farklı mezheplere veya ideolojilere sahip halkın olduğu yerlerde bireyin güvenliği yerine devletin güvenliği öncellenmekte; halkı liderin etrafına toplayarak konsolide etmenin yolu halka “ortak düşman” göstererek, rejimin bekasının sağlanmasıdır. Bunun da en etkili araçlarından biri liderin “güvenlik bunalımı” “securitization” yaratmada kullanılan retorik’ten (speech acts) faydalandığı “dış tehdit algısı” yaratmadır (Buzan and Waever et al., 1998: s. 25 vd.). Suriye örneğinde bunu; otoriter rejimin dönemsel olarak dış siyasette sorun yaşanan ABD – Batı, İsrail’e yönelik olarak ABD – Batı veyahut İsrail karşıtlığını iç siyasette kullanması şeklinde yorumlamak mümkündür. Sovyetler Birliği’nde 1985 yılında Gorbaçov’un iktidara gelmesiyle başlayan Perestroyka Dönemi, Sovyet dış politikasına yeni bir bakış getirmiştir. “Yeni Politik Düşünce” adı verilen bakışla hem Amerikan süper gücü ile Soğuk Savaşı bitirmeyi, hem de Sovyet ekonomik problemlerini azaltmaya çalışmış, Gorbaçov ve danışmanları daha iyi bir Sovyet-İsrail ilişkileri arayışına girmiş ve daha radikal Arap rejimleri ve Filistin’e olan desteği sınırlandırmıştır (Kreutz, 2002: s. 51; Kelkitli, 2016: s. 363). 1990-1991 yıllarında süren Irak-Kuveyt krizinde ve Basra Körfezi’ndeki İkinci Savaş’ta Sovyetler Birliği, Amerika’yı desteklemiştir. Ancak dağılan Sovyetler Birliği daha kuvvetli bir pozisyon alamamıştır.
Rusya’nın Suriye Krizine Yaklaşımı
Aralık 2010’da Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki baskıcı ve otoriter rejimlere karşı başlayan protesto ve halk ayaklanmalarının ilk durağı Tunus ardından Mısır olmuştur. Bu olayların domino etkisi yaratarak Libya ve Suriye’de de baş göstermesinden oldukça rahatsızlık duyan Rusya, gelişmeleri yakından takip etmeye başlamıştır. Suriye’nin Dera kentinde despot Şam yönetimine karşı başlayan protesto ve gösterileri, rejimin şiddet yöntemiyle bastırmaya çalışmasıyla, taraflar arasında silahlı mücadele başlamıştır. Esad güçleri ile muhalif unsurlar arasında devam eden mücadeleye zamanla dış aktörlerin de dahil olmasıyla iç savaş, günümüze kadar devam eden karmaşık bir sürece doğru evrilmişti (Canyurt, 2018; Souleimanov & Abbasov, 2020). Rusya, Batılı güçlerin müdahalesi ve NATO operasyonuyla 2011’de Libya’da yaşanan yönetim değişikliğinin Suriye’de yaşanmaması için elindeki tüm imkanları kullanarak Esad rejimine destek olmuştur. Bu bağlamda, Ekim 2011’de Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’ne sunulan Suriye’ye yönelik yaptırımları öngören karar tasarısı Rusya ve Çin tarafından veto edilmiştir. Dışarıdan herhangi bir müdahaleyle ülkeye demokrasi gelmeyeceğini ifade eden Rusya, yaşanan olayları Suriye’nin iç meselesi olarak gördüğünü ifade etmiştir. Esad rejiminin arkasında olduğunu, Kasım 2011’de üç savaş gemisini Tartus’a göndererek açık bir biçimde gösteren Rusya, ardından uçak gemisi Amiral Kuznetsov’u da Suriye’ye göndereceğini belirtmiştir. Esad rejiminin geleceğine Suriye halkının karar vermesi gerektiğini her fırsatta dile getirerek bölgeye yönelik askeri bir müdahaleye karşı çıkmıştır. İki taraf arasındaki çatışmaların yoğunlaşması ve Esad rejiminin muhalif güçler üzerindeki baskı ve şiddetini arttırması üzerine Şubat 2012 ve Temmuz 2012’de BM Güvenlik Konseyi’ne önerilen karar tasarıları yine Rusya engeliyle karşılaşmıştır.
Moskova bu şekilde, Suriye’ye karşı olası bir askeri müdahale seçeneğini BM Güvenlik Konseyi’ndeki diplomatik hamleleriyle rafa kaldırmıştır (Charap, 2013; İsmayılov, 2015). Batılı ülkeler, Ağustos 2013’te Şam’a yakın Doğu Guta bölgesinde kimyasal silahların kullanılmasıyla gerçekleşen saldırıda, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesinden Esad yönetimini sorumlu tutmuştur. Obama yönetimindeki ABD tarafından kırmızı çizgi olarak görülen kimyasal silah kullanımı iddiaları, Batılı ülkelerin Suriye’ye yönelik askeri operasyon söylemlerini gündeme getirmiştir. Kimyasal silah kullanımı hususundaki kanıtları ikna edici bulmayan Rusya, BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan karar tasarısını Çin ile birlikte veto etmiştir (Sağlam, 2013: 211-212). Bunun yanında, Eylül 2013’te Suriye Dışişleri Bakanı Valid Muallem ile görüşen Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, kimyasal silahların teslimi konusunda Suriye’yi ikna etmiştir. Ardından Cenevre’de bir araya gelen Sergey Lavrov ve John Kerry görüşmesi sonucunda Moskova-Washington hattında kimyasal silahların imhası ve uluslararası topluma teslim edilmesi hususunda mutabakata varılmıştır. Rusya’nın yoğun bir diplomasi yürüterek askeri güce başvurma seçeneğini önlemedeki başarısı, ABD’nin bölgedeki nüfuzunun sorgulanmasına yol açmıştır (Çalışkan, 2018: 76). Suriye’deki krizin çözümüne yönelik uluslararası barış görüşmelerinin ilki 2012 yılında Batılı ülkeler öncülüğünde Cenevre’de gerçekleşmiştir. 2014’ün Ocak ayında yapılan II. Cenevre Konferansı’nda, taraflar arasında yaşanan fikir ayrılıklarından dolayı Suriye iç savaşına çözüm bulma konusunda tıkanıklıklar yaşanmıştır. Suriye’deki gelişmeler bu yönde ilerlerken, 2013 yılının son aylarında başkent Kiev’de başlayan protesto ve ayaklanmalar Rusya’nın dikkatini Ukrayna krizine çekmiştir. Ukrayna cumhurbaşkanı Yanukoviç’in, Avrupa Birliği (AB) ile yapılması planlanan ortaklık anlaşmasını feshetmesiyle ülkedeki muhalifler protesto gösterilerine başlamıştır. Çatışmaların yoğunlaşmasıyla Yanukoviç ülkeyi terk ederken Mart 2014’te Kırım, önce bağımsızlığını ilan etmiş, ardından yapılan referandumla Rusya’ya bağlanma kararı almıştır. Ukrayna’da yaşanan gelişmelerden dolayı, ABD ve AB ülkelerinin Rusya’ya ekonomik yaptırım uygulamaya başlamasına ek olarak o dönemde düşen petrol fiyatları, Rus ekonomisini oldukça olumsuz etkilemiştir. Batı tarafından uygulanan tüm yaptırımlara rağmen Rusya, Ukrayna’da istediğini elde etmiş, eski Sovyet coğrafyasındaki nüfuzunu korumak adına gerekirse askeri müdahale seçeneğini kullanabileceğini tüm dünyaya göstermiştir (Erşen, 2019; German, 2020). Ukrayna krizi ve Kırım’ın ilhakından sonra ilgisini tekrardan Suriye’ye doğru çeviren Rusya, Mayıs 2014’te Esad’ın işlemiş olduğu savaş suçlarından dolayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını öngören BM nezdindeki karar tasarısını onaylamamıştır. DAEŞ’in, 2014 yılında Suriye’nin pek çok bölgesinde etkinliğini arttırması ve hakimiyet alanını genişletmesiyle, iç savaşın seyri Esad rejimi aleyhine dönmeye başlamıştır. Ağustos 2014’te DAEŞ’e karşı mücadele kapsamında ABD önderliğinde kurulan uluslararası koalisyonun başlattığı hava operasyonları yeterince başarılı olamamış ve DAEŞ’in bölgedeki varlığı, Rusya tarafından büyük bir tehdit unsuru olarak görülmüştür (Dalar, 2017: 170-172). 2015’in ilk yarısında, DAEŞ’in bölgede etkinliğini yoğunlaştırmasına ilaveten muhaliflerin İdlib’in kontrolünü ele geçirmesi ve Lazkiye’ye yönelmesi Esad rejimine toprak kaybettirmiştir. Yaşanan bu gelişmelerden endişe duyan Rusya, bölgeye yeni savaş uçakları, saldırı helikopterleri, hava savunma sistemleri ve insansız hava araçları göndererek bölgedeki askeri kapasitesini arttırmıştır (Maher & Pieper, 2020: 7-9). 30 Eylül 2015 tarihinde Rus askeri birliklerinin Suriye’ye gönderilmesi konusunda Federasyon Konseyi’nden onay olan Rusya, Suriye’de hava operasyonlarına başlamıştır (Osborn & Stewart, 2015, 30 Eylül). Fiili olarak Suriye’deki iç savaşa müdahil olan Rusya, bölgeye Esad rejiminin çağrısıyla geldiğini ve hava operasyonlarını DAEŞ’e karşı mücadele kapsamında yürüttüğünü açıklamıştır. Rusya’nın askeri müdahalesi ile Halep ve Hama bölgeleri rejimin kontrolüne geçmiş ve iç savaştaki dengeler Şam yönetimi lehine değişmiştir (Pieper, 2019: 374-375).
1. Yeni Yönetimle Hızla İlişkilerin Kurulması
Stratejik Varlıkların Korunması: Rusya’nın Suriye’deki en önemli stratejik çıkarları, Tartus’taki deniz üssü ve Hmeymim hava üssüdür. Rejim değişikliğinden sonra, bu üslerin yeni yönetim tarafından tanınması ve korunması için diplomatik müzakereler yapılabilir.
Diplomatik Açılımlar: Rusya, rejim değişikliği ile iktidara gelen gruplarla hızlı bir şekilde iletişim kurarak ilişkilerini normalleştirme yoluna gidebilir. Bu, özellikle Batı etkisinin yeni yönetim üzerinde artmasını dengeleme amacı taşıyacaktır.
Ekonomik Bağlantıların Devam Ettirilmesi: Rusya, Suriye’deki enerji kaynakları ve yeniden yapılanma projelerine yatırım yaparak ekonomik nüfuzunu sürdürmeye çalışabilir.
2. Muhalif Gruplarla Geçici İşbirliği
Geçiş Sürecine Dahil Olma: Rejim değişikliği sırasında ve sonrasında geçiş sürecinde söz sahibi olmak için muhalif gruplarla geçici işbirlikleri yapabilir.
Askeri Müdahalelerin Azaltılması: Suriye’deki askeri operasyonların maliyeti oldukça yüksektir. Rejim değişikliği sonrasında Rusya, askeri varlığını kademeli olarak azaltarak daha düşük maliyetli bir strateji izleyebilir.
- https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1787615
- https://www.insamer.com/tr/uploads/pdf/rapor-rusya-suriye-iliskileri-ve-ortadogu-krizlerine-etkisi.pdf
- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1696236
- https://nek.istanbul.edu.tr/ekos/TEZ/ET000571.pdf
- https://politikaakademisi.org/2024/12/09/esad-rejiminin-sonu-sam-duserken-rusya-nasil-pozisyon-aldi/
- https://www.bbc.com/turkce/articles/c0lgwy56rkzo
- https://www.nato.int/docu/review/tr/articles/2015/10/30/rusya-nin-isid-e-yaklasimi-koetuelueguen-gizli-yarari/index.html
- https://www.indyturk.com/node/750195/d%C3%BCnyadan-sesler/esad-rejimi-neden-bu-kadar-h%C4%B1zl%C4%B1-%C3%A7%C3%B6kt%C3%BC
- https://kriterdergi.com/dis-politika/rusyanin-ortadogu-hesaplari
- https://www.aljazeera.com.tr/gorus/rusyanin-suriye-krizini-cozme-girisiminin-acizligi
Yorumlar
Yorum Gönder