LOBİCİLİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Lobiciliğin, yasama organlarını belirli inanç ve eylemlere yönlendirmeyi amaçlayan profesyonel bir faaliyet olmasıyla beraber tarihi insanların toplu yaşam ve yönetim ilişkilerinin var olduğu çağlara kadar uzanır. Bugün uygulanan şeklinin ilk çıkış yeri olarak ise ABD gösterilmektedir. Hill ve Knowlton'un Brüksel Bürosu Başkanı Stephan Worth, lobiciliği üç aşamada tanımlar: dosyayı kullanılır hale getirmek, karar alma ve ikna etmek için delilleri bulmak. Bu faaliyetlerin temel hedefleri arasında milletvekilleri ve komisyon üyelerini etkilemek, aynı görüşteki grupları harekete geçirmek, kamuoyunu yönlendirmek ve bilgi dağıtımı yaparak siyasi, idari ve ekonomik avantajlar sağlamak yer alır. Lobiciler, çıkar grupları ile yasama organları arasında aracı rolü üstlenir ve bireysel aktörlerden profesyonel lobicilere kadar farklı profillere sahip olabilirler. Amerika yaşamında lobiler, büyük sanayi kolları (otomotiv, silah, çelik), mali çevreler (bankalar), serbest meslek grupları (hukuk, tıp), çevreci topluluklar, sendikalar ve yabancı devletler gibi geniş bir yelpazede faaliyet gösterirler. Aynı zamanda Lobicilik yalnızca yasama organlarıyla doğrudan temas yoluyla değil, bilimsel toplantılar ve kamuoyu desteğiyle de yürütülür. Uzmanlık gerektiren bu süreç, yasa yapıcıları etkileyerek avantaj sağlamayı amaçlar.
LOBİCİLİĞİN İLK DÖNEMİ (1800-1938)
Lobicilik faaliyetleri ilk olarak ABD’de Cumhuriyetin benimsendiği dönemlerde ortaya çıkmış ve şu an dünyada en iyi şekilde ABD’de de kullanılmaktadır. İlk kez 1808 yılında, “lobi” terimi, ABD Kongresi’nin onuncu toplantı protokolünde siyasi bir anlamda kaydedilmiştir. 1829 yılında “lobi ajanları” ifadesi kullanılmaya başlanmış ve Albany şehrinde, bazı ayrıcalıklar talep eden gruplar, yetkilileri kulis faaliyetleriyle ikna etmeye çalışmışlardır.1850’li yıllardan itibaren Washington’da lobicilik faaliyetleri hız kazanmış ve lobicilerin sayısı önemli ölçüde artmıştır. Bu dönemin ünlü lobicilerinden, Samuel Colt, sahibi olduğu şirketin zararına olacak bir patent kanununu engellemek amacıyla Kongre üyelerine toplam 10.000 dolarlık rüşvet vermiştir. Thorlow Weed ise , yün sektörünü koruma çalışmalarını yürütmek için bir gazeteci kiralamış ve bu süreçte lobiciliğin medya ile ilişkisini güçlendirmiştir. Bu dönemde “lobi” kelimesi, Kongre’de çıkar gruplarının taleplerini iletmek için yaygın olarak kullanılmıştır. 1862 yılında ise, “lobici” terimi ilk kez literatüre girmiştir. 1869 yılında, Jay Gould ve Jim Fisk, altın piyasasını manipüle etmeye çalışmış ancak başarılı olamamışlardır. 1872 yılında ise Credit Mobilier skandalı, hükümetin demiryolları için tahsis ettiği milyonlarca doların Kongre üyeleri ve Başkan’ın cebine aktığını ortaya koymuştur.1876 yılında, ABD Kongresi Temsilciler Meclisi, lobicilik faaliyetlerini düzenlemeye yönelik ilk yasal adımı atmıştır. 1879 yılından itibaren, “lobi ajanı” teriminin yerini “lobici” ifadesi almıştır. Beraberinde Woodrow Wilson, 1912 seçim kampanyası sırasında lobicileri “tehlikeli bir unsur” olarak nitelendirmiş ve bu söylemiyle halktan büyük destek toplamıştır ve 1913 yılında Başkan seçildikten sonra lobicilerin başkenti terk etmesini istemiş ancak bu talep yalnızca geçici bir etki yaratmıştır. Bu tarihten itibaren 1938 yılına kadar lobicilerin faaliyetlerinin kontrol altına alınabilmesini ve yolsuzlukların önlenmesini öngören çok sayıda yasa tasarısı hazırlanmışsa da kanunlaşamamıştır.1938 yılında, Yabancı Ajanların Tescil Yasası çıkarılarak, yabancı hükümetleri temsil eden kişilerin Adalet Bakanlığı’na kayıt yaptırmaları zorunlu hale getirilmiştir. Yabancı lobi gruplarında çalışan “yabancı ajan”, ilgili yasalara göre yabancı bir hükümet, kuruluş ya da kişi için siyasi, hukuk, istihbarat faaliyetinde bulunan kişidir. Kongre bu kanunu Nazi ve Faşist propagandayı sınırlamak ve burada çalışan yabancı temsilcilikleri belirlemek amacıyla çıkarmıştır.
LOBİCİLİĞİN GELİŞME DÖNEMİ (1938-1980)
ABD’de lobiciliğin kurumsallaşması ve yasal çerçeveye oturtulması için atılan en önemli adımlardan biri, 1946 yılında kabul edilen Ulusal Lobiciliği Düzenleme Kanunu olmuştur. Bu yasa, lobicilerin Kongre üyeleriyle ilişkilerini kayda geçirme ve yaptıkları harcamaları raporlama zorunluluğu getirmiştir. Aynı yıl yürürlüğe giren Federal Lobi Yasası ile şirketler kayıt altına alınmış ve harcamaların açıklanması zorunlu hale gelmiştir. Bu düzenlemeler, lobiciliği daha şeffaf bir yapıya kavuşturmayı amaçlamıştır.1950 yılında, Başkan Harry Truman’ın talimatıyla lobicilik faaliyetlerinin yasalara uygunluğunu denetlemek üzere bir komisyon kurulmuştur. Komisyonun raporu, lobiciliğin grup temelli bir faaliyet olduğunu ve yasa yapıcıları dolaylı yollardan etkilediğini ortaya koymuştur. Ayrıca, lobicilik yöntemlerinde yazılı iletişim araçlarının (mektup, telgraf, teleks, faks) daha sık kullanılmaya başlandığı tespit edilmiştir. Ancak, lobiciliğin düzenlenmesine yönelik bu çabalar, 1954 yılında Yüksek Mahkeme’nin Ulusal Lobiciliği Düzenleme Kanunundaki bazı maddeleri yumuşatmasıyla farklı bir boyuta taşınmıştır.1970’lere gelindiğinde, lobicilik faaliyetleri daha detaylı düzenlemelere tabi tutulmuştur. 1975 yılında, Temsilciler Meclisi üyesi Thomas Railsback ve Senatör Robert Stafford tarafından desteklenen düzenlemelerle lobicilik tanımına yeni kriterler eklenmiştir. Buna göre, bir yıl içinde 500 dolardan fazla harcama yapan ya da bu miktarı bir lobiciye ödeyen ve Kongre üyeleriyle ayda sekiz defadan fazla temas kuran kişiler lobici olarak tanımlanmıştır.1976 yılında, Common Cause tarafından desteklenen ve Temsilciler Meclisi’nde büyük çoğunlukla kabul edilen Lobi Faaliyetlerini Açıklama Kanunu, 1946 tarihli lobicilik kanununda değişiklikler yaparak mevcut düzenlemeleri daha şeffaf bir yapıya kavuşturmuştur.
GÜNÜMÜZDE LOBİ FAALİYETLERİ
Lobiciliğin tarihsel gelişimi, birçok önemli dönüm noktasına dayanır. Avrupa’daki lobiciliğin temelleri, 1951’de imzalanan Paris Anlaşması ile atılmıştır. Bu anlaşma, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kurarak bölgesel işbirliği sağlarken, aynı zamanda lobiciliğin de önünü açmıştır. 1979’da Avrupa Parlamentosu halkoyuyla seçilmeye başlanmış ve bu durum Avrupa’daki lobicilik faaliyetlerinin etkinliğini artırmıştır.1980’ler, lobiciliğin en parlak dönemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde ABD’de lobi şirketlerinin sayısı artmış ve lobicilik profesyonel bir alan haline gelmiştir. Washington’daki lobi şirketlerinin bütçesi 4 milyar dolara ulaşmış, ayrıca lobicilik Avrupa’da da yaygınlaşmaya başlamıştır. Lobiciler, Kongre üyeleriyle ilişkiler kurarak ve karar alıcıları etkileme stratejileri geliştirerek önemli bir güç haline gelmiştir. 1995 yılında, ABD Başkanı Bill Clinton, lobiciliğin etik kurallarını belirleyen bir düzenleme getirmiştir. Bu düzenlemeler, üst düzey kamu görevlilerinin görevden ayrıldıktan sonra beş yıl boyunca lobicilik yapmalarını yasaklamış ve yabancı bir ülke için lobicilik yapmayı engellemiştir. Bu adımlar, lobiciliğin daha düzenli ve etik sınırlar içinde yapılmasını sağlamak amacıyla atılmıştır. Günümüzde lobicilik, hem ABD’de hem de Avrupa Birliği’nde önemli bir faaliyet alanı olmaya devam etmektedir. Lobicilik, yalnızca büyük çokuluslu şirketler tarafından değil, aynı zamanda çok çeşitli çıkar grupları tarafından da sürdürülmektedir. ABD’de lobicilik faaliyetleri, şeffaflık ve etik kurallar çerçevesinde düzenlenmiş olup, federal ve eyalet düzeyindeki yasalarla denetlenmektedir. Avrupa’da ise lobicilik, özellikle Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyi gibi kurumsal yapılar üzerinden etkili bir şekilde sürdürülmektedir. Bu şekilde lobicilik, günümüzde dünya genelinde karar alma süreçlerini şekillendiren önemli bir araç haline gelmiştir.
KAYNAKÇA
Şeyda Top, 2017, Yüksek Lisans Tezi
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezDetay.jsp?id=JwVgtw9tYup7p777t3j1mA&no=DAusgvFaHCVGodpXAdg4Iw
Malika ZHANBURSHINA, 2011
https://nek.istanbul.edu.tr › ekos › TEZ
https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/lobicilik
ALEYNA TANCAN
BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER
MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ
Yorumlar
Yorum Gönder