AMERIKA'NIN IRAK'I İŞGALİ BATI VE DOĞU YÖNÜNDEN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ
Avrupa emperyal devletleriyle karşılaştırıldığında Afro-Avrasya coğrafyasında Nispeten algılarda liberal barışçıl bir özgürlükler ülkesi olarak algılanır. Oysa ABD, kuruluşundan bu yana coğrafi, siyasi, askeri ve ekonomik olarak hem Bölgesinde hem de küresel ölçekte sürekli çatışma ve yayılma halinde olan bir Ülkedir. Örneğin, Küba Krizi esnasında, Bakan Dean Rusk’ın sunduğu raporda ABD’nin 1798-1895 yılları arasında en az 103 kez, 4 kıtada, farklı ülkelerin içişlerine siyasi ve ekonomik çıkarlarını korumak için askeri müdahalede Bulunduğunu aktarır (Zinn, 2005, s.316).kendisi için bir Serbest Pazar anlayışını Önceleyen bir “Açık Kapı” politikasını dünyanın her yerinde XX. Yüzyılda da savunmuştur (Zinn, 2005, s.320). Amerika’nın Ortadoğu politikasının temel amaçları, bölgeden serbest şekilde petrol sevkiyatının yapılması, dost ve müttefik rejimlere silah ihracatı ve güvenliğinin sağlanması, İsrail’in korunması, rakip jeopolitik güçlerin(SSCB, AB, Rusya, Çin) dışlanması gibi politikaların yanında serbest ticaret, insan Hakları, demokrasi ve terörizmin önlenmesini ve kitle imha silahlarının önlenmesini Amaçlayan politikalar izlemektedir (Edwards, 2011, ss.260-267).Genelde emperyalizm antiemperyalist politikalara neden olur, dolayısıyla Farklı dönemlerde farklı ideolojiler antiemperyalist politikalar izlemiştir. Batının savaş sonrası süreçte müslüman coğrafyaya müdahale etmemesi, doğal kaynakların kontrolü, batılı askeri üslerin kaldırılması ve Filistinlilerin adil bir barışa kavuşmasını isteyen solcu Arap milliyetçi rejimlere karşı radikal İslami grupları desteklemiştir. ABD, kendisine yakın yönetimleri görevde tutabilmek için dünyanın çeşitli yerlerinde düşmanca davranan yönetimleri gizli ya da doğrudan Askeri operasyonlarla devirmekten ve farklı muhalif gruplarla işbirliği yapmaktan tereddüt göstermemiştir (Fuller, 2013, ss.282-283): Kore (1950-53), İran (1953), Guatemala (1954), KostaRika (1955), Suriye (1957), Endonezya (1958), Dominik (1960), Peru (1960), Ekvador (1960), Kongo (1960), Vietnam(1961-1973), Küba (1961), Brezilya (1964), Şili (1972), Angola (1975), Nikaragua (1981), Lübnan (1982-84), Granada (1983), Panama (1989), IrakKuveyt(1991), Somali (1993), Bosna (1994-95), Kosova (1999), Afganistan (2001-devam), Irak (2003-devam), Libya (2011), Suriye (2014---).Bush Yönetimi’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS)’dir. Bush Doktrini olarak adlandırılan UGS’de ortaya konan yaklaşımların Afganistan’ın ve Irak’ın işgaliyle somutlaştırılmış olması, uluslararası ilişkileri teorik ve pratik yönden değiştirmek istemesi, Soğuk Savaş döneminde “caydırma ve çevreleme siyasetinin” ulusötesi teröristler ile kitle imha silahlarını kapsayan yeni yüzyılın tehditlerinin üstesinden gelmede yetersiz kalan klasik savunma yöntemlerini aşarak uluslararası hukukta sorunlu olan “preemptive war” önalıcı-sezgisel meşru müdafaa doktrinini öngörmesidir (Taşdemir, 2006, s.238)Bu konuda elbette farklı görüşler de ifade edilmiştir. Gerek realist politikalar ve liberal uluslararasıcılık eleştirilmiştir. Realizmin caydırıcılık bağlamında aktörlerin fayda-maliyet rasyonel tercihini yapması, terörist güçlerin Kitle İmha Silahlarına ulaşması, önleyici ve tek taraflı saldırılar hem teröristler ve Saddam için doğru değildir. Amerika’nın Dünya Savaşları ve Soğuk Savaş döneminde Avrasya kıtasında düşman güçler dengesini engellemek için Angaje olmuştur. Bush ve Clinton, Somali, Bosna ve Kosova’da ulusal çıkar Gözetmeden ve gönülsüzce BM onaysız insani müdahalede bulundu (Lieber, 2005, s.32). Bu uluslararası örgütler demokratik anlamda etkin verimli değiller, BM veto sistemi, uluslararası toplumun hızlı sorumluluk ve Karar alma sorunu, akıllı gücün kültür, değer ve sivil toplum ölçeğinde muğlak Kalması, Arab-İslam medeniyetinde demokratik değerleri cihatçıların dışlaması gibi önemli açmazlar vardır (Lieber, 2005, s.32-37).1991 yılında 1.Körfez Savaşı, Irak’ın Bugün yaşadığı kaotik ortamın başlangıcı Olarak görülmektedir (Duman, 2008:65). Saddam Hüseyin rejiminin ilk yarayı alması ve Birleşmiş Milletler ambargosu ile karşılaşmasıyla Birlikte Irak, bölgede var olan gücünün Kırılımına adım atmıştır. İkinci körfez Savaşı’ndan Sonra da yaşanan rejim değişikliği ile Birlikte bölgede beklenen demokrasi dönüşümü Gerçekleşmemiş, iç çatışma ortamı Doğmuştur. Savaşlarla beraber kırılan ekonomik Yapı ve ülkenin fakirleşmesi, toplumun Sisteme karşı duruşunu artırarak milliyetçilik Unsurlarını körüklemiştir. Bu doğrultuda Günümüzde, bölgede Şii-Sünni çatışmasının Yaşanması kaçınılmaz olmuş, ayrıca KürtTürkmen-Arap Çatışmalarını da alevlenmiştir. Ekonomik anlamda da, bu çatışmalar ülkenin En önemli gelir kaynağı olan petrol tesislerinin Güvenliğini tehlikeye atmış ve güvenilirliğini Sarsmıştır. Aynı zamanda uygulanan Terör eylemleri ve sabotajlarla birlikte tesisler Zarar görerek üretimin devamlılığına sorun Teşkil etmiştir. Türkiye ise Irak ile olan komşuluğuyla, Irak’a olan ticaretini arttırmaya Çalışmıştır. Petrol anlamında aktif bir politika İzlese de, Körfez Savaşlarında ABD’ye verilen Destek ve diğer siyasi unsurlarla Bağdat ileikili ilişkilerin sorunlu olmasına sebep olmuştur.2010’da ise Kuzey Irak bölgesinin yönetimi Alternatif olarak görülerek, Irak ile olan Ticari hacmi bu alanda genişletme yoluna Gidilmiştir. Petrol politikalarında da yeni değişiklikler Olmuş, stratejik olarak petrol ekopolitiği De bu alana kaydırılmıştır. Ortadoğu bölgesinin sürekli karmaşa Ve çatışma doğası uluslararası petrol ticaretini De etkilemektedir. Bu durum da, bölgeye Komşu ülke olan Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir.Her şeyden önce Türkiye, Enerji koridoru olarak görülmektedir. Sahip Olduğu stratejik konumu ile birlikte, bölgenin Petrol yollarının güvenliği Türkiye’yi de çok Yakından ilgilendirmektedir. Bu dönemde bölgede var olan IŞİD Tehdidi, bölgenin enerji yollarının da güvenliği Üstündeki en büyük tehdittir. IŞİD’ın geçtiğiYollardaki petrol tesislerini ele geçirerek Kazanç sağlaması, bazı petrol tesislerine sabotaj Düzenlemesi, Türkiye üzerinden geçen Petrol yollarını ve Türkiye’nin yakından ilgilendiği Kerkük petrollerini de tehlike altına Sokmaktadır.
11 Eylül sonrasında, terörist faaliyetlerde bulunan küçük aktörlerin büyük devletlere ağır kayıplar verdirmesi anlamına gelen ve literatürde asimetrik tehdit olarak ifade edilen tehlikelere karşı koyabilmek için ABD güvenlik politikalarında köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu çerçevede gerçekleştirilen Adımlardan ilki, Bush’un, 29 Ocak 2002’de yapmış olduğu “Birliğin Durumu Konuşması” olmuştur. Bu konuşmada Bush, İran ve Irak Kuzey Kore ülkelerini Şer ekseni ülkeleri şeklinde adlandırarak bunların kitle imha silahı üretme Yünündeki çabalarının engellenmesi gereğine vurgu yapmıştır (Johnson, 2005, ss. 253–254)ABD yönetimi, el-Kaide ve Afganistan meselelerin çok ötesine geçerek çok daha kapsamlı (11 Eylül sonrasında dünyanın yeniden şekillendirilmesi) projesini hayata geçirmeye başlamıştı.Afganistan’ın ve Irak’ın işgaliyle hayata geçirilmesi ABD’nin bir neo-emperyalist olduğu düşüncesinin yaygınlaşmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Afganistan sonrasında Irak işgali açıkça kurucu uluslararası antlaşmalara aykırı olarak ABD’nin İmparatorluk projesine uygun olarak önleyici vuruş çerçevesinde devletlere son verme, rejim değişikliği ve doğal kaynaklara müdahale bağlamında yeni sömürgecilik politikası uygulanmaktadır (Özcan, 2003, s.271) Irak’ın işgal sürecinde Şiiler, Sünnilerden daha çok direnç göstermiş, Baas Rejimi yıkıldıktan sonra ise Bagdat’ta 6 hafta içinde hiç Amerikan askeri ölmemişti;Ne zaman ki ordu dağıtıldı ve sonrasında BM Konseyi İşgalcileri Yönetim Konseyi olarak tanımasıyla 19 Ağustos’ta BM temsilcisi ve merkezini 19 kişiyi intihar saldırısıyla Bagdat ve Musul’da Baas ve Sünniler direniş ve Ayaklanma başlattılar (Pelham, 2008, ss.117-118).Soğuk savaş sonrasında yeni diplomasi anlayışı konusunda, ABD’nin herhangi Bir BM kararı olmadan gerçekleştirdiği Irak müdahalesi bir dönüm noktası Niteliğindedir. Irak’I işgaline giden sürecin ilk ipuçlarını 2002 Eylül’ünde deklare edilmiş Olan “Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde bulabilmek mümkündür. ABD söz Konusu stratejide, Irak’ın kitle imha ve biyolojik silahlara sahip olduğunu, Bundan dolayı dünya barışına karşı potansiyel bir tehdit oluşturduğunu ifade Etmiş ve ABD’nin tehdit unsurlarını bertaraf etmek, dünya barışını sağlamak Ve hem kendisine hem de müttefik karşı gerçekleştirilecek terörist saldırıları Engelleyebilmek için önleyici tedbirlere başvurabileceği açıklanmıştır. ABD’nin Irak’la başlayan Ortadoğu’ya yönelik politikalarında klasik pozisyonundan Radikal değişiklikler yaparak geleneksel petrol zengini, feodal, otoriter Rejimlerden desteğini çekerek bölgede jeopolitik kaymalara, demokratik Devrim-reform hareketlerini destekler görünmektedir (Özdağ, 2003, s.150). Irak coğrafi olarak bölgenin Iran, Irak, Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer ülkelerin Yanında ABD-İsrail için doğal kayakların yanda dini, mezhepsel, etnik Gibi her türlü pancı-hareketlerin jeo-politik fay hatlarını da denetlemektedir (Ünal, 2003, s.309.). Bush yönetimi Irak’ın Kuveyt’I işgalinde BMGK’nın aldığı kararları da öne sürerek işgali dünya nezdinde Meşru kılmaya çalışmıştır. Kasım 1990’da çıkarılan 678 sayılı kararın Irak’a karşı saldırıya izin verdiğini ileri sürmüştür ki 678 Sayılı karar Kuveyt Hükümeti ile iş birliği yapan BM’ye üye ülkelere Kuveyt’in Irak işgalinden kurtarılması için yetki Vermektedir. Bush, Irak’ın kimyasal silahlardan arındırılmasını öngören 1441 sayılı BMGK kararının Irak için son şans olduğunu ve bu karara uyulmaması dahilinde Irak’ın ciddi sonuçlar ile karşı karşıya kalacağı üzerinde sıklıkla da durmuştur. Aslında bu kararın sadece Irak için değil BM içinde son şans olduğunu belirtmiştir. Kimyasal silahların olmadığı incelemeler Sonrasında anlaşılsa bile ABD ve İngiltere Irak’ın el-Kaide ile ilişkisi üzerinde durmuşlardır. Ayrıca, Saddam Hüseyin’in zalim Bir lider olması üzerinden meşruiyet sağlamaya çalışmışlardır.Birinci Körfez Savaşı’nın en önemli sonucu, Irak’ın fiilenBölünmesi ve Kuzey Irak sorununun ortaya çıkışıdır. 36’ncı paralelin kuzeyinde kalan ve Irak’taki Kürtlerin çoğunlukta bulunduğu bölgenin,BM tarafından güvenceye alınmasını müteakip, ortaya atılan, “KürtleriSaddam Hüseyin’e karşı korumak için tedbir alma” gerekçesi, Kuzey Irak’ta fiili bir durum yaratmıştır. Bunun sonucu olarak Kuzey lrak’ta şu Anda KDP ve KYB’nin kontrolü altında bulunan, Irak Silahlı Kuvvetleri’nin ve yöneticilerinin bulunmadığı bölge meydana gelmiştir.Bölgede meydana gelen otorite boşluğu, KDP ve KYB arasındaki Çekişmeler ve bölge ülkelerinin Türkiye’ye karşı yürüttükleri hasmane Tutum,bölücü terör örgütünün Kuzey Irak’a yerleşmesine ve bu bölgeyi Türkiye’ye karşı üs olarak kullanma amacına uygun zemin hazırlamıştır.ABD’nin Irak’ta yüklendiği sorumluluk karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak’a girmesinin bir Türk-Amerikan Çatışmasına müncer olacağı açıktır.Türkiye bölgedeki çıkarlarını korumak zorundadır. Çünkü Irak’ta çıkabilecek herhangi bir huzursuzluk binlerce mil ötedeki bir Ülkeyi etkilediğine göre, Türkiye’yi de etkileyecektir.Türk-Amerikan ilişkileri, ortalama yarım yüz bir yıllık geçmişe sahip, hem Türkiye hem de ABD dış politikasına damgasına vuran önemli bir ilişkidir. İlişkilerin Tarihsel sürecine bakıldığında, iki ülke ilişkilerine etkide bulunan üç temel unsur olduğu Söylenebilir: İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sovyetler Birliğinin en önemli tehdit Unsuru olarak ortaya çıkması, 1990’lı yıllarda Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla tehdit Algılamalarının değişmesi ve son olarak da, 11 Eylül terör saldırıları sonrasında ABD’nin, terörizmle mücadeleyi, Irak’ın işgaline varan bir boyuta taşıması ve bu Durumun Türk-Amerikan ilişkilerinde tamiri mümkün olmayan kırılmalara yol açması. Soğuk Savaş sonrası temel zeminini kaybeden iki ülke ilişkileri, Ortak politikalar ve yaklaşımlar nedeniyle, iki ülke ilişkilerinin önemine vurgu yapan “stratejik ortaklık” olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Ancak, Soğuk Savaş sonrası dönemin bazı gelişmeleri, Türkiye’nin güvenlik Kaygılarını pekiştirirken, Türk-Amerikan ilişkilerinde de, stratejik ortaklık yaklaşımının Tersine, gerginliklerin ve güvensizliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Türkiye bu Dönemde, NATO’nun yeni misyonlarını ve politikalarını destekleyip, bu bağlamda BİO Yaklaşımına katkıda bulunmuştur. Ancak Türkiye, kollektif güvenliğe kendi endişelerini Ortadan kaldıracak şekilde vurgu yapılmamasından, alan dışı veya gri bölge Tartışmalarının kendi güvenliğini etkileyebileceğinden, ABD ve Batı’nın güvenlik Konusunda kendi endişelerini gözetmemesinden ve bu bağlamda AKKA Uygulamalarından rahatsızlık duymuştur. 1990’lı yılların sonlarında ortaya konan Avrupa’nın güvenliğine yönelik düzenlemelerde, AB’nin tam üyesi olmayan ülkelere Söz hakkı verilmemesi, Türk yöneticilerini, NATO’nun ikinci plana düşüp, güvenlik Gibi önemli konularda Türkiye’nin etkinliğinin iyice azalacağı yönündeki endişelere Götürmüştür. Körfez Krizi, Soğuk Savaş sonrası dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinin test Edildiği önemli bir olaydır. Turgut Özal bu krizi, iki ülke ilişkilerinin stratejik temelde Devam ettiğinin önemli bir göstergesi olarak göstermeye çalışmış, NATO üslerini ve Türk hava sahasını koalisyon güçlerinin kullanımına açmış ve BM Güvenlik Konseyinin Irak’a yönelik almış olduğu ekonomik ambargo kararını destekleyerek Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattını kapamıştır. Türkiye’nin verdiği bu hayati Önemdeki kararlar, Körfez Savaşının bir nevi başarısını garantilemiştir.
Özal’ın ABD’yle politika belirleyen tek adam imajı, ABD’yle yapmış Olduğu ve Türkiye’nin kayıplarını önlemeye yönelik pazarlıkları ve Musul Kerkük’e Yönelik yaklaşımları, kısaca “Bir Koyup Üç Almak” şeklinde özetlenebilecek politikası, Yurt içinde tartışmalara neden olmuştur. Savaş sırasında Saddam zulmünden kaçan Kürtleri korumak amacıyla oluşturulan, Özal’ın ortaya atıp ABD’yle diğer koalisyon güçlerine de kabul ettirdiği, “Güvenli Bölge” ya da “Geçici Tampon Bölge” olarak da bilinen “Huzur Operasyonu” Uygulamaları, neticeleri açısından Türk yöneticilerini endişelendirmiştir. “Çekiç Güç” Ün sağladığı güvenlik sayesinde Kuzey Irak bölgesi, Kürt unsurlarının KDP ve KYB Adları altında seçim yapıp devletleşme yolunda önemli adım atmalarına yol açmıştır. Türkiye bu tarihten sonra, yanı başında kurulabilecek bir “Kürt Devleti”ni, güvenliği Tehdit eden en önemli unsur olarak görmeye başlamıştır. Ayrıca Irak’a uygulanan Ekonomik ambargo kapsamında, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının kapatılması ve Irak’la tüm ticari ilişkilerin kesilmesi, sonuçları açısından en çok Türkiye’yi Etkilemiştir. Türkiye’nin milyarlarca dolarlık ekonomik kaybı, hiçbir şekilde karşılanmamış, boru hattının yeniden açılmasına yönelik istekler, Saddam’a destek Olacağı gerekçesiyle karşı çıkılmıştır. Bu tarihten sonra Türk yöneticileri, ABD’nin Kuzey Irak’a yönelik gizli ajandasının olduğunu ve bu bağlamda bölgede bir Kürt Devletini kurdurmak istediğini düşünmeye başlamışlardır.
Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihsel sürecine, dönüm noktası denilebilecek Nitelikteki diğer bir faktörün 11 Eylül terör saldırıları sonrası ABD’nin uluslararası Terörizmle mücadelesinin, Irak’ın işgal edilmesine yol açan süreçte ve sonrasında Yaşanan gelişmeler olduğu söylenebilir.CENTCOM tarafından, 2003’te başlatılacak olan harekâta dair “Irak İşgal Planı” hazırlandığı Esnada muhtemel hareket tarzlarından birincisi; kuzeyden bir cephe açılarak Kolordu veya Tümen seviyesindeki bir kuvvetin Türkiye üzerinden Irak’a sevk edilmesine Dayanmaktadır. Böylelikle Saddam’ın dikkati kuzeye kaydırılarak güneyden yapılacakHarekât için avantaj sağlamak amaçlanmıştır. Yapılan değerlendirmeler sonucunda Bahsedilen planın mümkün olabileceği ve operasyonel değerinin yüksek olduğu benimsenmiş, Sonuçta Tümen büyüklüğündeki bir birliğin Türkiye üzerinden sevk edilmesine Dair somut planlama yapılmaya başlanmıştır (Cilt 1, ss.35- 36). 2002 Baharında CENTCOM, Irak Ordusu’nda, ABD’nin kara birliklerinin Türkiye Üzerinden güneye doğru saldıracağı yönünde algı oluşturmak maksadıyla bir psikolojik Harekât icra edilmesi seçeneğini masaya yatırmıştır. Bu harekatın icrası görevinin 10’uncu Özel Kuvvetler Grup Komutanlığı’na verilmesi değerlendirilmiştir. Ancak Mayıs Ayında yapılan toplantıda, psikolojik harekat ile Irak Ordusu’nun teslim olmasının Sağlanamaması durumunda, görevlendirilen birliğin harekatı devam ettirme konusunda Yetersiz olacağı ve ilave bir Tümenin de harekata dahil edilmesine karar verilmiştir. Türkiye topraklarının büyük bir işgal gücü oluşturmak için kullanılması yeni seçilen Türkiye Hükümetinin rızasını gerektirmiştir. Türk makamlarının izni ile EUCOM (US European Command, ABD Avrupa Komutanlığı) 2.200 askerden oluşan 1’inci Piyade Tümeni’ni Ocak 2003’te Türkiye’ye göndermiştir. Böylelikle, NATO ve ABD önderliğindeki Koalisyon kuvvetlerine 700 kilometrelik büyük bir lojistik hattı oluşturulması Düşünülmüştür. Lojistik hattı oluşturulduktan sonra sıra, harekâtı icra edecek birliklerin Belirlenmesi ve yapılacak işgal harekâtı için Türkiye’den izin alınmasına gelmiştir. Bu Kapsamda belirlenen birlikler; Teksas Fort Hood’taki 4’üncü Piyade Tümeni ve Vicenza/İtalya’daki Hava İndirme Tugayı’dır. Türkiye’nin izin vermemesi durumunda ise aynı Birliklerin Kuveyt’e yerleştirilmesi öngörülmüştür (Cilt 1, s. 60). Türkiye’nin, koalisyonun Türkiye topraklarını geçmesine izin vermemesi (1 Mart Tezkeresi olarak bilinen durum), hem işgal hem de işgal sonrası için ciddi sonuçlar doğurmuştur.Bu iznin verilmemesi; harekata ilişkin yapılan planlamaların kısıtlı bir zaman içerisinde revize edilmesine, bu kapsamda 3’üncü safha için hazırlanan yeni planlamalara Bir hayli zaman harcanmasına ve özellikle 4’üncü safha olarak bilinen aşamanın Gecikmesine ve koordinasyonsuz bir şekilde hazırlık yapılmasına sebep olmuştur. Sonuç Olarak, Bağdat düştükten sonra tam olarak ne yapılacağına dair bir plan olmadan işgal Başlayacaktır (Cilt 1, s. 55). 2 Mart 2003’te Türkiye Parlamentosu, ABD’nin Irak’a kuzeyden saldırması için Türk Topraklarını kullanmasına izin vermeme kararı almıştır.
ABD, Türkiye’nin kendi topraklarından koalisyon birliklerinin geçişine izin vermeyi Reddetmesi sonucunda, Huzuru Temin Harekatı’ndan (Operation Provide Comfort) bu Yana var olan Kürtlerle ilişkileri genişletme ve onlarla iş birliği içerisinde kuzey cephesini Geliştirme gayreti içerisine girmiştir (Cilt 1, s.82).1.4.3. Türkiye’nin, Irak’ın Kuzeyindeki Varlığı ve PKK ile İlgili Değerlendirmeler ABD’nin işgale başlaması ve Irak rejiminin Irak’ın kuzeyindeki otoritesini kaybetmeye Başlamasından sonra (2003 baharında), Türkiye ve etnik Türkmen nüfusunun, Kuzey Irak’taki karmaşık durumu daha da zor hale getirecek potansiyeli olduğu düşünülmüştür. Koalisyon liderleri, Kürtler tarafından Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti Kurmak için adım atılması durumunda, Türkiye’nin buna vereceği tepkiden endişe Duymuşlardır. Türkiye’nin, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) her yıl gerçekleştirdiği “bahar Saldırılarını” bahane ederek ve Irak’taki mevcut istikrarsızlıktan faydalanarak, Kuzey Irak’ta daha büyük bir Türk askeri varlığı oluşturması ihtimali değerlendirilmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin Kerkük’te bir kazanım sağlamak maksadıyla Irak Türkmen Cephesi’ni Kullandığı ve Türk paramiliter grupların bölgeye sızmaları için Türkmenleri içeren Herhangi bir etnik olayı bahane edebileceği belirtilmiştir. Bu beklentilerin oluşmasını Etkileyen tarihsel arka planda ise, Türkiye’nin, 1996 yılında Kürt iç savaşının bitiminde BM tarafından kurulan Barışı İzleme Gücü’nü (Peace Monitoring Force), Türk Özel Kuvvetleri’nin Operasyonları için çerçeve olarak kullanması bulunmaktadır (Cilt 1, s.120).Türkiye-Irak-İran sınırının engebeli ve zor arazi yapısından bahsedilmiş ve bu sınırın Kaçakçılar, teröristler “ve ayrıca çeyrek asırdır da Türkiye’ye karşı bir ayaklanmayı devam Ettiren PKK” tarafında kullanılmakta olduğu belirtilmiştir (Cilt 1, s. 149
CENTCOM; Türkiye’nin, Kürtlerin özerklik Kazanmalarının önüne geçmek ve özellikle Kerkük’ü kontrol etmelerini önlemek için Irak’taki muhalifleri harekete geçirebileceğine inanmıştır. Türkiye’nin Türkmen toplulukların Bütünlüğünü korumaya yönelik olan bu niyeti, Kerkük’te ve Türkmenlerin Önemli bir nüfusa sahip olduğu diğer bölgelerde kendilerine yerleşim bölgesi oluşturmaya Çalışan Iraklı Türkmen gruplara verdiği destekle kanıtlanmıştır. Türkiye, 2003 yazında,Kürtleri alarma geçiren bir gelişme olan Kuzey Irak’taki Türkmenlere paramiliter Eğitim verme faaliyetine başlamıştır. Türk liderlere göre Iraklı Türkmenlerin; “ABD’nin Ve Iraklı grupların, Türkiye’nin çıkarlarını tehlikeye düşürebilecek adımlar atmasını engellemek Ve Ankara’nın Irak siyasetine dahil olmasını sağlamak için bir araç olarak görüldüğü”Düşünülmüştür.
Jeostratejik açıdan savaş, derin sonuçlar doğurmuştur. Bu raporun 2018’de sonuçlandığıSüre itibarıyla, cesaretlenen ve etki alanı genişleyen bir İran’ın tek galip olduğu anlaşılmaktadır.İran açısından bölgesel anlamda geleneksel bir dengeleyici durumunda olan Irak zayıflamış ve hükümeti içerisinde İran’ın çıkarlarına hizmet eden unsurlar oluşmuştur. Irak’ın artık tehdit olmaktan çıkmasıyla, İran’ın istikrarsızlaştırıcı etkisi hızla diğer bölgelere Olduğu gibi Yemen, Bahreyn ve Suriye’ye de yayılmıştır. Güvenli alanlar sağladığı Selefi Yabancı savaşçıları kontrol etme kabiliyetini yanlış değerlendiren Beşar Esad, kendisini bir Amerikan işgalini engellemek için sömürdüğü güçler tarafından tehdit edilirken bulmuştur.Suriye, kendisini 500.000’den fazla insanın öldüğü, kimyasal silahların tekrar kullanıldığı Ve 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kötü mülteci kriziyle sonuçlanan, yalnızca 20’nci yüzyılın en kötü çatışmalarında görülebilecek bir vahşete dönüşen acımasız bir iç Savaşın içinde bulmuştur. “Kürdistan”, “proto-devletten, fiili bir millete” dönüşmüştür. Bu Durum Türkiye ile derin gerilimler yaratan bir gelişme olmuştur. Potansiyel olarak küresel Dengesizleştirici etkileri olan bölgesel bir Sünni-Şii çatışma tehlikesi, artık, olduğundan Daha büyük bir sorun haline gelmiştir. Zerkavi’nin hedefi, gerçekleşme yolunda zirve noktasına Ulaşmıştır.Afganistan Operasyonu, teröre maruz kalmış bir ülke olarak ABD’ye uluslararası desteğin verilip Meşruiyetin sağlandığı bir operasyon olmuştur. Ancak, uluslararası terörizmle mücadele Kapsamında Irak’a yapılacak operasyona haklılık kazandırmak maksadıyla öne sürülen; Irak’ın kitle imha silahları bulundurup, El Kaide terör örgütü ile bağlantısının olduğu Ve Irak’a demokrasinin getirileceği yönündeki iddialar, uluslararası kamuoyu tarafından Destek görmemiştir. 11 Eylül’ün uluslararası terörizmle Mücadele boyutu, Türk-Amerikan ilişkilerini güçlendirip pekiştiren ve terörizmle Mücadelede işbirliğinin önemini bir kez daha ortaya koyan bir olay olmuştur.
Türk-Amerikan ilişkilerinde stratejik ortaklığın olmadığını belirtmek, bundan Sonraki süreçte, iki ülkenin birbirlerine karşı düşmanca tavır takınacağı anlamına Gelmemektedir. Tam tersine ABD ile ilişkiler Türk dış politikasının temelini Oluşturmaktadır. Bu ilişkiler, aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme ilkelerini ve Batılılaşma projesini destekler niteliktedir. Türkiye’nin stratejik konumu, uluslararası Alandaki işbirlikçi tavrı, Batı yanlısı yönelimini AB üyelik süreciyle ortaya koyması gibi tüm konular, Türkiye’yi ABD’den uzaklaştırmaktan ziyade, iki ülke arasında Kurulacak işbirliği imkânlarını ortaya koymaktadır. Rusya’nın dengelenmesi, İran’ın Kontrol edilmesi, uluslararası terörle mücadele, Hazar ve Orta Asya enerji kaynaklarının Güvenliği ile ilgili konularda her iki ülke de aynı yaklaşımı ortaya koymaya devam Etmektedir. İslam dünyası ile Batı arasında diyalogun sağlanmasında Türkiye’nin Sağlayacağı olumlu katkı ve diğer İslam ülkelerine yönelik demokratik, laik değerlere Sahip ülke modeli, ABD nezdinde Türkiye’nin önemini daha da artırmaktadır.
KAYNAKLAR;
EDANUR AYDIN
BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER
MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ
Yorumlar
Yorum Gönder