PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ
Proletarya diktatörlüğü, esas olarak sınıf ayrımlarının kaldırılmasını hedefleyen bir kavramdır. Bu sistem, işçi sınıfının daha alt kesimlerinin bir araya gelerek bir yönetim veya rejim oluşturmasıyla gerçekleşir. Temel olarak, işçi sınıfının çıkarlarını korumak ve kapitalist sınıfın baskısına karşı koymak için kurulmuştur. Bu süreç, kapitalizmden komünizme geçişin siyasi evresini ifade eder; yani sosyalizm döneminden sınıfsız bir topluma doğru atılan adımların bir parçasıdır. Proletarya diktatörlüğü, sınıf mücadelesinin hala var olduğu bir dönemde geçerlidir ve işçi sınıfının egemenliği ve yönetimi anlamına gelir. Bu süreçte, işçi sınıfının, tüm sınıflar arasındaki eşitsizlikleri ve sınıf çelişkilerini giderek azaltması amaçlanır. Bu dönemde devlet, işçi sınıfının çıkarlarını temsil eder ve sınıf mücadelesinin sona ermesine kadar varlığını sürdürür.
Proletarya diktatörlüğü, toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin, sömürücü azınlığa karşı uyguladıkları bir diktatörlük biçimidir. Marksizme göre, bir yerde sınıf egemenliği varsa, orada o sınıfın diktatörlüğü vardır. Diktatörlük kavramı, Marksizmde bir siyasi yönetim biçimini değil, sınıf egemenliğini ifade eder. Marksist diktatörlük kavramı, tek adam yönetimi veya sıkıyönetim gibi farklı bir anlam taşır. Proletarya diktatörlüğü, sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda hangi sınıfın siyasi olarak baskın olduğunu belirtmesi açısından, marksist siyasi kuramın temel bir bileşenidir. Marksist teoride, proletarya üretim araçlarına sahip olmayan sınıfı temsil eder. Marksizm, proletarya ve burjuvaziyi birbirinin tam zıddı iki pozisyon olarak konumlandırır. Her iki sınıfın, üretimdeki rolleri ve toplumsal konumları itibariyle tamamen çatışma halinde olduğu kabul edilir. Bu çatışma geçici olabilir ve sınıfsız bir topluma geçildiğinde sona erebilir. Proletaryanın sınıfsal çıkarları, mevcut toplumsal sistemin tamamen aşılmasını ve kendi sınıfının da ortadan kaldırılmasını gerektirir. Diğer yandan, burjuvazi kendisini bu sistemin devam ettirilmesinde bulur. Karl Marx, Marksist görüşünde iktidarın proletarya sınıfı tarafından ele geçirilmesini öngörür. Ona göre, ancak ve ancak iktidarı ele geçiren proletarya sınıfı, toplum ve sınıf ayrılığını sona erdirebilir. Marx ve Engels'in geliştirdiği bu kavramda devlet hala sınıf mücadelesinin bir aracı olmaya devam eder. "Komünist Manifesto" gibi eserlerinde, kapitalist toplumun çelişkilerini ve işçi sınıfının devrimci potansiyelini vurgularlar. Onlara göre, bu sınıf kendi kurtuluşu için devrimci bir rol üstlenmelidir. Proletarya sınıfının toplumsal konumu, proletaryanın sınıfsal yapıyı sona erdirecek olan iradeyi temsil eder. Marx'a göre, bu irade, proletaryanın doğal olarak kurup benimseyeceği bir parti olacaktır. Bu parti, tamamen tarihsel bir zorunluluk ve kapitalizmin çelişkileri sonucu ortaya çıkar. Marx'ın belirttiği gibi, bu parti devrim için bir araç ve proletaryanın örgütlü bir biçimi, onun buluşma alanı olacaktır.
Anarşizmin, farklı yaklaşımlar tarafından benimsendiği için çeşitli şekillerde tanımlanır. Kolektivist Anarşizm, devletin yıkılması ve bireysel özgürlüğün ancak yıkıcı bir devrimle mümkün olduğu fikrini vurgular. Mihail Bakunin, bu akımın öncülerindendir ve özgürlüğü toplumun genelinde arar. Devletin varlığına karşı çıkar, devrimci eylemin yıkıcı yönünü vurgular ve toplumun genelinde güç arzusunun varlığına dikkat çeker. Ayrıca, Tanrı ve dine karşı özgürlükçü bir tavır alır ve bilimin yaşamı yönlendirmesine karşı çıkar. Milliyetçiliği eleştirir ve herkesin emeğiyle katkı sağlayarak toplumsal zenginliğe katılmasını savunur. Marx'a göre, devrim öncelikle sanayileşmiş kapitalist ülkelerde gerçekleşecektir çünkü bu ülkelerde işçi sınıfı daha güçlü ve örgütlüdür. Ancak Bakunin, devrimin ulusal sınırlarla sınırlı olmayacağını ve tüm toplumlarda aynı anda gerçekleşebileceğini öne sürmüştür. Bakunin'in eleştirilerinden biri de Marx'ın devletin geçici olarak işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesi fikridir. Onun yerine, devrimin amacının devletin ve siyasi kurumların tamamen ortadan kaldırılması olduğunu savunmuştur. Bakunin ile Marx arasındaki fikir ayrılığı, Lenin'in liderliğindeki Bolşeviklerin Sovyetler Birliği'nde uygulamaları üzerinden de netleşir. Lenin'e göre, zayıf toplumlar daha kolay bir şekilde devrim yapabilirken, Marx'ın öngörüsüne aykırı olarak, proletarya devrimi önce geri kalmış bir ülkede gerçekleşmiştir. Ancak, Bolşevikler devrim sonrası devlet aygıtını geçici olarak ellerinde tutmayı amaçlamış, ancak zamanla iktidarlarını pekiştirmiş ve devlet mekanizmasını kullanarak otoriter bir rejim kurmuşlardır. Stalin döneminde yaşanan baskıcı yönetim ve milyonlarca insanın ölümü, "Proletarya Diktatörlüğü" ideallerinden uzaklaşılmasına ve komünist toplumun kurulmasının imkansızlığına işaret etmiştir. Bolşeviklerin uygulamaları, Marx'ın ve Bakunin'in öngörülerini çürütmüş ve proletarya diktatörlüğü konusundaki tartışmayı daha da karmaşık hale getirmiştir.
Lenin, 1917 Devrimi sırasında kaleme aldığı "Devlet ve Devrim" kitabında, proletarya diktatörlüğünü savunarak bu kavramı tekrar ön plana çıkardı. Bolşeviklerin iktidarı ele geçirme olasılığı belirdiğinde, Lenin gerçekten de "kanun tanımaz" bir diktatörlük rejimi kurmaya hazırlanıyordu. Lenin'e göre, devlet, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya, devrimci dönemde önemli bir rol oynamalıdır. Ancak, bu yaklaşım devleti yöneten temsilcileri ile üretimdeki proletarya sınıfı arasında çatışmalara neden olabilir. Örneğin, üretimdeki proletarya sınıfı, ücret artışlarını savunurken, temsilcileri üretimin artırılmasını talep edebilir. Bu çelişkiyi çözmek için, üretimdeki proletaryanın proletarya temsilcilerine karşı grev hakkına sahip olması ve gerektiğinde bu hakkını kullanması gerekmektedir. Böylece proletarya, temsilcilerinin iktidarı altında, sınıf mücadelesi silahından yoksun bırakılmamış olur.
Paris Komünü’nün siyasal biçiminin inkâr
edilemez demokratik mahiyeti, şüphesiz Marx’ın demokratik yönetim biçimleri ve
devrimin pratik gereklilikleri arasındaki ilişkiyi açıklamasında ana odaklardan
birisidir. Paris Komünü’nün biçimi demokratikti ve içeriği sermaye üzerindeki
işçi hâkimiyetiydi. Ancak buradaki esas sorun biçim ve içeriğin uyumuna dair
endişelerdir. Kugelmann’a mektubunda Marx şöyle telkinde bulunuyordu: “Parisli
yoldaşlar” yenilirlerse bunun nedeni yalnızca “iyi niyetleri” olacak çünkü
“hemen Versailles’a yürümeleri gerekirdi.” Bunun yerine “Merkez Komite yerini
Komüne” ve onun demokratik seçimine “bırakmak üzere görevlerini çok çabuk
bıraktı.” Bu, Marx’ın biçim ve içerik, demokrasi ve proletarya yönetimi
arasında bir gerilimi açıkça tespit ettiğini göstermektedir. Bu gerilim Engels
tarafından da tespit edilmiştir. Marx’ın Kugelmann’a mektubundaki aynı ruhla,
Engels, Paris Komünü’nün “silahlarının saldığı korkuyu” yeterince serbest
kullanamamakla suçlanabileceğini öne sürüyordu. Marx ve Lenin için, proleter
devletin biçimi mevcut burjuva ordusunun etkili bir şekilde bastırılmasını ve
onun silahlı halk ile değiştirilmesini öngörür. Bu, 1871'de bir işçi devleti
kurmak için atılan ilk adım olan Paris Komünü'nün ilk kararnamesinde de vurgulanmıştır.
Paris Komünü, 1871 yılında Paris'te gerçekleşen ve tarihte önemli bir olay olan
işçi ihtilalidir. Bu olay, Parisli işçilerin, Prusya'nın Fransa'yı işgal etmesi
sonucunda ortaya çıkan karmaşık politik ve ekonomik koşullarda, kendi kendini
yöneten bir şehir hükümeti oluşturmak için ayaklanmasıyla başlamıştır. Paris
Komünü, işçi sınıfının politik taleplerini ve özgürlük arayışlarını ifade etmek
için bir fırsat olarak görülmüştür. Komün, klasik bir devlet yapısının yerine,
doğrudan demokratik bir yönetim biçimi olan komünal bir sistemi benimsemiştir.
Bu
sistemde, halkın seçtiği temsilciler, doğrudan halkın iradesini yansıtmak için
görev almıştır. Ancak, Paris Komünü, kısa ömürlü olmuş ve sert bir şekilde
bastırılmıştır. Fransız hükümeti, Komünü askeri güç kullanarak dağıtmış ve
binlerce işçiyi öldürmüştür. Bu olay, proletarya için bir acı deneyim olmuş ve
işçi sınıfının öz yönetim arayışlarının nasıl bastırılabileceğini göstermiştir.
Paris Komünü, Marksist düşünce için de önemli bir olaydır. Marks ve Engels,
Komünü, proletarya diktatörlüğünün pratik bir örneği olarak
değerlendirmişlerdir. Komün, işçi sınıfının devrimci potansiyelini ve doğrudan
demokratik yönetim biçimlerinin mümkünlüğünü göstermiştir. Ancak, Komünün kısa
ömürlü olması ve bastırılması, proletarya diktatörlüğünün gerçekleştirilmesinin
zorluklarını ve kapitalist sınıfın direncini vurgulamıştır. Paris Komünü, biçim
ve içerik arasındaki diyalektiğin ön plana çıkmasına imkan vermiştir. Siyasal
biçim açısından Paris Komünü, diktatoryal bir rejim olarak nitelendirilemez,
ona yol gösteren ilke radikal demokrasiydi. Radikal demokrasi, sadece
seçimlerle sınırlı olmayan, aynı zamanda toplumun her kesiminin katılımını
teşvik eden ve karar alma süreçlerine doğrudan katılımı savunan bir
yaklaşımdır. Bu anlayış, halkın aktif katılımını ve demokratik süreçlerin
genişletilmesini amaçlar. Paris Komünü, bu radikal demokratik prensipleri
uygulama çabasıyla, işçi sınıfının kendini yönetme ve sınıf bilincini
güçlendirme potansiyelini göstermiştir.
Proletarya diktatörlüğünün zamanla ve toplumun ihtiyaçlarına göre işlevsizleşmesi, Marksist teoride önemli bir kavramdır ve bu sürecin sonlanışı karmaşık ve çok yönlüdür. İşçi sınıfının devrimci bir döneminde iktidarı ele geçirmesiyle başlayan proletarya diktatörlüğü, genellikle toplumsal dönüşümün bir parçası olarak görülür.
Bu süreç, devrim sonrası bir rejimin kurulmasıyla başlar ve toplumun ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda değişim geçirmesini içerir. İlk başta, proletarya diktatörlüğü, işçi sınıfının iktidarını korumak ve burjuva sınıfın etkisini ortadan kaldırmak için gerekli olan bir araç olarak işlev görür. Devrim sonrası istikrar sağlandığında, toplumda sosyalist ilişkilerin derinleşmesiyle birlikte, devletin otoritesi azalır ve daha demokratik bir yönetim biçimi benimsenir. Bu süreçte, işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri, kendi kendilerini yönetme yetkisini artırırken, toplumsal eşitlik ve adaletin sağlanması için çeşitli reformlar ve politikalar uygulanır. Proletarya diktatörlüğünün sonlanışı, genellikle toplumdaki sınıfsal çelişkilerin azalması ve işçi sınıfının güçlenmesiyle birlikte gerçekleşir. Bu süreç, demokratikleşme ve devletin sınıfsız bir topluma doğru evrilmesi anlamına gelir. Devletin otoritesinin azalmasıyla birlikte, sınıf mücadelesinin sona ermesi ve toplumun daha adil ve eşitlikçi bir yapıya doğru ilerlemesi hedeflenir.
Proletarya diktatörlüğünün zamanla
işlevsizleşmesi ve sonlanışı, toplumsal dönüşüm sürecinde önemli bir aşamayı
temsil eder. Bu süreç, işçi sınıfının haklarının ve özgürlüklerinin korunması
için önemli bir rol oynamış olsa da, sınıfsız bir topluma doğru ilerlemenin ve
sosyalist ideallerin gerçekleşmesinin bir işaretidir. Bu sürecin tamamlanması,
toplumun daha adil, eşitlikçi ve demokratik bir yapıya kavuşması için kritik
bir adımdır.
KAYNAKÇA
The Journal of International Social Research
Cilt:9 Sayı:46 Ekim 2016
https://marksist.net/proletarya_diktatorlugu_nasil_bir_sey_ozgurluk_demokrasi_olmayacak_mi.htm
https://www.hukukkritik.com/projects/marksist-hukuk-kuramı%3A-proletarya-diktatörlüğü
https://artigercek.com/makale/proletarya-diktatorlugu-vb-183672
https://gelenek.org/okuma-notlari-proletarya-diktatorlugu/
https://ansiklopedi.tubitak.gov.tr/ansiklopedi/proletarya
Yorumlar
Yorum Gönder