TÜRK DÜNYASI'NA BAKIŞ

 



İnsanlık çağlardan beri çeşitli ırklar olarak ayrılmıştır. Türk ırkı bu ırklardan yalnızca bir tanesidir. Merceği Türk ırkına müteakip Türk Dünyası’na çevirecek olursak bizi oldukça geniş bir coğrafya ve fazlasıyla zengin bir tarih karşılamaktadır.
Yakın yüzyıllara bakıldığında, 19. yüzyıl sonlarında günümüzde kullanılan Türk Dünyası teriminden çok “Türkeli” terimi kullanılmıştır.
Bazı araştırmacılar ‘Türk Dünyası’ kavramını yalnızca Orta Asya için kullansa da, durum bı sınırlarında ötesinde kendini göstermektedir. En batıda Kosova-Karadağ, en doğuda Moğolistan olarak net olarak kendini göstermekle beraber; Türkiye, Avrupa, Kafkasya, Çin, Rusya’da bu kavramdan pay taşımaktadır. Bütün bu coğrafi konumlar Türk diasporasını içermektedir.
Detay ve analiz bakımından incelendiğinde en çok önem teşkil eden ve dikkat çeken konulardan biri de dildir. Dil de her ırkta olduğu üzere Türk ırkında da yüksek derecede önem görmüştür. Detaylarıyla beraber Türk dili zengin ve çeşitli grup ve kollara ayrılan bir dildir. Türk dillerinin gruplaması; Oğuz Grubu, Kıpçak Grubu, Karluk Grubu olarak üç gruptan oluşmaktadır. Akabinde yazı dili olan Türk kolları; Oğuz, Karluk, Kıpçak, Altay, Saha, Bulgar olarak gruplara ayrılmıştır. Yanısıra yazı dili olmayan fakat konuşma dili olan Türk dil kollarına; İran, Çin, Rusya örnektir.
Bu denli geniş bir coğrafya ve kültürde var olan Türk diasporası için önemli bir atılım da 1992 senesinde ülkemizin girişimleriyle başlatılan süreç kapsamında, on “Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirvesi” gerçekleştirilmiştir. Nahçıvan’da yapılan bu zirvenin dokuzuncusunda mevcut süreci kurumsallaştırmak amacıyla ; Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin kuruluşuna dair “Nahçıvan Anlaşması” imzalanmıştır.. Örgütün amacı; Türk dünyasının tarihi ve kültürel birikimlerinden en geniş şekilde yararlanılmak suretiyle Türk dili konuşan ülkeler arasındaki çok taraflı işbirliğinin geliştirilmesi olarak özetlenmiştir. Üye ülkeler; Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye, Özbekistan ve Macaristan ( gözlemci üye) dır.
 
 
 
 
Bütün bu sürecin oluşumunda rol model olmuş kaliteli ve ileri görüşlü, vefalı atalarımız geçmişten bu yana uzanan süreçte adeta bir meşale gibi ilerideki bütün yollara ışık olmuştur. Nitekim bunun en belirgin örneklerinden başlıcası Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Türk milleti, milli varlığının ve bütünlüğünün devamı için, Türk dünyası ve akraba topluluklar ile sürekli iş birliği içinde ve sürekli temas halinde olmalıdır vurgusunu sıkça yapmıştır. Ayrıca “alfabe birliği” ile Türkiye Türkleri öncülüğünde Türkçenin, dünya Türklüğünün konuştuğu dil ile kaynaşarak ortak bir dil haline gelmesini istiyordu. Bu şekilde ortak bir tarihe sahip olan Türk dünyasının, lehçe farklılıkları ortadan kalkacak, Türk dünyasında bir kültür birliği meydana gelecekti. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk TBMM’de yapmış olduğu bir konuşmasında: “Türk milleti, Asya’nın garbında ve Avrupa’nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına ‘Türk Eli’ derler. Türk yurdu daha çok büyüktür. Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse, Türk’e yurtluk etmemiş kıta yoktur. Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur. Bu hakikatler eski ve hususiyle yeni tarih vesikalarıyla malumdur.” sözleri ile Türkiye dışında yaşayan Türklerin varlığına işaret ederken; yine bir başka konuşmasında ise: “Türkiye dışında kalmış olan Türklerin kültür meseleleriyle yakından ilgilenilmelidir.” ifadesi   ile Türk dünyasına ait meselelere kayıtsız kalmadığını görmekteyiz. Aynı şekilde Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun da o dönemde kurulması çok önemli bir adım ve öncülük olmuştur.
Türk Dünyası hiçbir zaman temelsiz, yarım ve öylesine kalmamıştır. Çağ ve imkanlar geliştikçe yol katetmeye devam etmiş, yeni atılımlar ile güçlenmiş ve gelişmeye de devam etmektedir.
Tarih zenginliğine paralel ilerleyen dil zenginliği, milletin sahiplenmesi ile bu diasporayı ayakta tutmaya devam edecektir.
Son olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi : “Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır. Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklali yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.
 
 
Kaynakça
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Arşiv
http://devlet.com.tr / makaleler
atase 1980:537-538
Saray 1984:1-18
http://turkyurdu.com
Atatürk ve Türk Dünyası, Prof. Dr. Mehmet Saray

DİLA ÇAĞLA KÜSBECİ
MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ
SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER
BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU


Yorumlar

Popüler Yayınlar