UKRAYNA SAVAŞINDAN SONRA NATO’NUN ARTAN ÖNEMİ

 


NATO, Avrupa’da 1949 yılında komünizm ve SSCB tehdidine karşı kurulmuş bir askeri örgüttür. Özellikle 5. maddesi NATO’nun tüm amacını özetler niteliktedir. NATO’nun 5. maddesi der ki ‘’Örgüte üye taraflardan herhangi biri şayet bir saldırıya maruz kalırsa, örgütün tüm üyelerinin bu saldırıya topyekün bir şekilde cevap vermesi gerekir’’. İşte NATO’yu yıllarca Doğu Bloğuna karşı savunmuş olan yegane unsur tam olarak budur. Bu durum ilk ve tek sadece 2001 yılında yaşandı. Ancak gel gelelim o da bir Avrupa ülkesi için değildi. ABD’nin ikiz kule saldırısından sonra oldu. Ancak şimdi bu madde yeniden değerini ve önemini kazanmış durumda gözüküyor.

NATO soğuk savaş yıllarında ciddi öneme sahipti. Lakin soğuk savaştan sonra Batı Bloğunun galibiyetinden sonra NATO’nun önemi ve fonksiyonları sorgulanmaya başlandı. Çünkü NATO kuruluş amacını biraz kaybetti yani bir başka deyişle kuruluş ilkelerinin biraz dışarısına taştı. Haliyle bu durum NATO’nun meşruluğunu Avrupa içerisinde sorgulamaya açtı. Son yıllarda Ege Denizinde ve Doğu Akdeniz’de artan Türk-Yunan geriliminden sonra Türkiye düşünce olarak birlikten uzaklaştı. Doğu ülkeleriyle yeni bir yakınlaşmaya yelken açtı. Öyle ki NATO içerisinde de Türkiye üzerine ciddi görüş ayrılıkları olduğu vurgulandı.

Ardından Avrupa Birliği kendi ordusunu kurma planlarına girişti. Çünkü Avrupa Birliği ‘’kendi stratejik özerkliğini’’ istemenin peşine düştü. Buna sebep olan birkaç olay yaşandı. 1990’lardaki Bosna ve Kosova katliamları, 2014 yılındaki Donbass Savaşı ve Kırım Yarımadası ilhakı bu tartışmaları alevlendirdi. Ancak asıl zirve noktası ise geçen sene ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ve Avustralya’nın Fransa ile yaptığı 50 milyar Euroluk antlaşmasını iptal ederek ABD ve İngiltere ile AUKUS adı verilen ittifak antlaşmasını yapmasıydı. Bu yaşanılan gelişmeler Avrupa ordusu düşüncesini iyice palazlandırdı. Afganistan'daki çekilmeden sonra Avrupa Konseyi başkanı Charles Michel ‘’Afganistan'da yaşanılanlar Avrupa’nın gözünü açmalı’’ dedi. Fransız Dış İşleri Bakanı Jean – Yves Le Drian ise AUKUS hakkında ‘’sırtımızdan bıçaklandık’’ dedi. Ardından hem ABD’deki hem de Avustralya’daki Fransız büyükelçisini geri ülkesine geri çağırdı. Aralık 2019 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ‘’NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti’’ çıkışı birçok kesimde ciddi bir tedirginlik yarattı. Çünkü NATO’nun komaya girdiğini bir Fransa Cumhurbaşkanı alenen beyan etti. NATO otoritelere göre artık işlevsizdi. Angela Merkel ise o dönem ‘’olası kurulacak bir Avrupa Ordusu ABD’ye ve NATO’ya karşı değildir. NATO’yu tamamlayıcı bir güçtür’’ diyerek ortaya oynamıştı. Amerika'da da NATO için farklı görüşler vardı. Neticede bu örgüt savunma ve silah anlamında ABD’ye bağlıydı. Barack Obama döneminde NATO önemsenmedi. Çünkü Obama’ya göre asıl tehdit Rusya olamazdı. Tehdit Asya’da yükselen Çin gücüydü. 2018 yılında Donald Trump, NATO’nun ABD için masraflı hale geldiğini vurguladı. Üye ülkelere aidatlarını zamanında ödemeleri konusunda fırça attı ve gerekirse musluğu kısabileceğini ima etti. Dahası bir dönem daha seçilirse Trump’ın ABD’nin NATO üyeliğini mayınlayabileceği iddia edildi; ki zaten Trump bunu yapabilecek potansiyele sahip tek ABD başkanı. 2021 yılında NATO Genel Sekreteri Jens Stolberg ise Avrupa’nın güvenliğini İngiltere ve Türkiye’nin sağladığını dile getirdi. Ancak bir sorun vardı. Bu iki ülke de Avrupa Birliğinin bir üyesi değillerdi. Stolberg’e göre Avrupa gelebilecek tehlikelere göre savunmasızdı. Fakat 24 Şubat 2022 Ukrayna işgali NATO için tam bir dönüm noktası oldu. Bütün bunlar ışığında konuşur isek eğer Rusya Ukrayna’ya değil de ufak bir Doğu Avrupa ülkesine savaş açmış olsaydı; yüksek ihtimalle NATO buna topyekün cevap veremeyecek ve birlik kelimenin tam anlamıyla dağılmanın eşiğine gelmiş olacaktı.

Fakat söz konusu Ukrayna’nın işgali olunca bakış açıları değişti. Bu işgal NATO’da safların sıkılaşmasına ön ayak oldu. Avrupa’da ittifaka henüz katılmamış ülkeler biran önce üye olmanın yollarına düştüler. Mesela tarafsızlık politikalarıyla popüler olan İsveç ve Finlandiya bile kendilerini tehdit altında hissedip NATO’ya girme planları yapıyor. Keza Kosova ve Bosna Hersek’te NATO üyesi olmak istiyor. Bir başka deyişle ‘’birlikten kuvvet doğar’’ düşünce yapısına girdiler. Fakat bu durum Rusya tarafından pek hoş karşılanmıyor. Rus siyaset bilimci Aleksandr Dugin bu durumu ‘’Rusya'nın damarına bastıkça basıyorlar’’ şeklinde yorumladı. Rusya’ya yakınlığı ile bilinen Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic ise geçtiğimiz hafta Kosova sınırına asker yığdı. Üstü örtük bir şekilde bir gövde gösterisi yapıldı. Bildiğimiz üzere Avrupa’nın en büyük Amerikan üssü Kosova’da. Eğer Kosova’ya olası yapılacak bir saldırı doğrudan Amerika’ya yapılmış sayılacak. İşte o zaman tüm dünyayı bambaşka bir süreç bekliyor. Onun haricinde geçen hafta Rus milletvekili Vladimir Dzhabarov:’’Eğer olur da Finlandiya NATO’ya girerse onu yok ederiz’’ açıklamasında bulundu. Oldukça tehditkar ve korkutucu bir açıklama. Tüm siyaset bilimcilerin örnek ve başarı modeli olarak gösterdiği ‘’Finlandiyalaşma’’ kavramı bile tehlikeye girmişe benziyor. Tüm bu yaşanılan gelişmeler işlerin ne denli karıştığını gayet güzel bir biçimde özetliyor. Ancak tabiki bu iş en çok NATO’nun ağababası ABD’ye yaradı. Hem Biden’ın NATO’cu tutumu hem de Avrupalı Devletlerin kenetlenmesi ABD için yeni bir silah satış pazarı yaratmış oldu. İşgal NATO içerisindeki sisli karamsar havayı dağıttı. Fakat NATO’nun şu şartlar altında gelebilecek tehlikelerle baş etmesi güç görünüyor. Bu yüzden birçok otoriteye göre NATO’nun askeri ve kurumsal durumunun günümüz şartlarına göre güncellenmesi gerekiyor. Çünkü NATO ülkelerinin geçen sene ki savunma harcamaları 1,1 trilyon dolardı. Bu 1,1 trilyon doların zaten 785 milyar doları tek başına ABD’ye ait. Bu da bize şunu gösteriyor ki NATO’ya üye ülkelerin ABD’nin yarısı kadar bile askeri - savunma harcamaları yok. NATO komadan çıkmış olabilir. Ancak yeterli teknik ekipman ve bütçeye sahip değiller. Bu yüzden koskoca Rusya ile yenişebilmeleri zor. AB Savunma Fonundan 2021-2027 yılları arası kullanacak 8 milyar avroluk bir bütçe ayrıldı. NATO’nun savunma teçhizatlarına aktarılabilirse bu bütçe gayet iyi bir girişim olmuş olur.  NATO, Ukrayna’ya şu ana dek yardım konusunda ölçülü davranmakta. Şimdilik savaş uçağı ve tank göndermedi. Her ne kadar Zelenski Rusya’nın Ukrayna’dan ana hedefinin Avrupa olduğunu ve bu yüzden her türlü desteğe ihtiyacı olduğunu söylese de NATO rasyonel davranmakta ısrarcı. Ama askeri yardımlarını lojistik ve yan destek faktörleri üzerinden de yapmakta. Zelenski, bulduğu her fırsatta sarı saçlı mavi gözlü Avrupalıların öldüğünü söyleyerek yapacağını yapıyor. Bu destek Ukrayna’nın direncini arttırdı ve Ukrayna kuzey cephesi olan Kiev bölgesinde başarı sağladı. Savaş şu an da doğu ve güney cephesinde sürmekte. Bütün dünya Rusya’yı haksız bulup (5 ülke hariç) Ukrayna’nın arkasında olduğunu ve ona destek verdiğini söylemekte. Rusya dünya tarihinde hiç olmadığı kadar ağır yaptırımlarla karşılaştı. Savaştan sonra bu yaptırımların altından nasıl kalkacak gerçekten merak konusu. Rusya’ya herkes büyük bir öfke duymakta. Çünkü dünyada herkes bir barış ve güvenlik olması yönünde ısrarcı. Ya da bir başka deyişle diplomatik kanalların tıkanmaması yönündeler. Savaş gibi sıcak çatışma gibi kavramlar kimsenin istemediği ve meşru görmediği konular. Bu yüzden Ukrayna’ya verilen destek dolaylı yoldan NATO’ya verilmiş sayılıyor dersek yanlış olmaz. Çünkü bu savaşı engelleyecek tek gücün NATO olduğu konusunda hem fikir. NATO’nun yeniden toparlanıp alacağı önlemler hayati değer taşımakta. Fakat tüm bunların ışığında Neo-realizmin kurucu Kenneth Waltz’un kavramlarında ne kadar önemli ve gerçekçi olmuş olduğunu görmüş olduğu. Bu kavrama göre dünyanın en güvenli hali çift kutuplu olduğu halidir. Çünkü çift kutuplu olduğu müddetçe potansiyel güçler sürekli birbirini engeller olası bir savaş çıkmasına mani olurdu. Ancak gördüğümüz üzere tek kutuplu dünyada yaşanılanlar bu tür şeyler olmakta.

Eğer olur da savaşı Rusya kazanırsa, Avrupa’nın güvenliğini seneler önce üzerine inşa ettiği Kantçı değerler büyük olasılıkla tehlikeye girecek. Bu durumda ise karşı cephe olan Rusya’nın inandığı Makyevalist ve Hobbesçu görüşlerin uluslararası siyasette ivme kazanma ihtimali yüksek. Buradan da şu sonucu çıkartabiliriz ki dünyanın yeniden bloklaşmaya veya kutuplaşmaya ihtiyacı yok. Büyük barışçıl bir güvenliğe ihtiyacı var. Bununla beraber tüm gözler NATO’nun alacağı önlemlere dayanmakta. Bu sorumluluk NATO’ya kalmış gözüküyor.

BERKAY KUZU

MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ 

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER

BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar