KIBRIS SORUNU VE ABD


     Kıbrıs 1571 yılında Venediklilerden alınıp Osmanlı topraklarına geçmiş ve burada 307 yıl boyunca daim olmuştur fakat 1878 yılında Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı’nın yenilmesiyle hükmen Osmanlı’ya ait gözüküp İngiltere’ye devredilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve Osmanlı’nın çıkarları ters düşmüş ve farklı safhalarda savaşa girmişlerdir. Bu sebepten dolayı İngiltere tek taraflı bir antlaşmayla adayı ilhak etmiş ve Türkiye 1923 yılında Lozan Antlaşması ile İngiltere’nin bölgedeki egemenliğini kabul etmiştir. Bölgede Rumlar ve Türkler olarak iki millet yaşıyordu ve 1931 yılından itibaren Rumlar, Yunanistan ve Kıbrıs’ın birleşmesi yani ENOSİS Kampanyası için yoğun çaba göstermeye başlamışlardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu durum daha da hızlandırılmıştır. Ardından Yunanistan,  sorunu Birleşmiş Milletler’e götürmeyi tercih etmiştir fakat bir sonuç elde edememiştir. Bu sırada Yunanistan’dan Albay Griva adlı bir asker gelip, EOKA adlı terör örgütünü kurup, şiddet eylemleriyle Türklerin köyleri terk etmesine sebep olmuştur ve bu bağlamda İngiltere durumu ‘’self-determinasyon’’ olarak açıklamış ve karşı tarafın da böyle bir hakkı olduğunu dile getirmiştir. Buna karşılık Türkler de Taksim görüşünü yani Kıbrıs’ın Kuzey kısmının Türkiye’ye bağlanması görüşünü oluşturmuşlardır. Türklerin ENOSİS’e ve EOKA’ya karşı pes etmeyişi ve kararlılığı doğrultusunda Türkiye ve Yunanistan arasında müzakereler başlamıştır. ABD’de ise NATO üyesi 3 devlete anlaşmazlığa son vermek için bağımsızlık önerisini sunmuştur. Bunun üzerine Başkan Johnson, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Yunanistan başbakanı Papandreu Washington’da görüşmüşlerdir. Türkiye ile Yunanistan 1959’da Zürih'te ve Londra'da, İngiltere’nin de onayıyla anlaşmışlar ve Zürih ve Londra Anlaşmaları İngiltere’nin garantörlüğü ile ortaya çıkmıştır.

 

Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti Kuruluşu ve Rumların Yaklaşımı

1960 yılında da adanın iki halkının ortak eşitlik temellerine dayandırılarak Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Fakat Rum tarafı bu temelleri bozacak; devlet dairelerinde Türkleri çalıştırmamak, Türklerin haklarını kısıtlama isteği ve Yunanistan ile ENOSİS düşüncesi gibi hareketlerini sürdürmüştür. Kıbrıs Rum tarafı 21 Aralık 1963 tarihinde Kıbrıs Türk toplumuna karşı saldırılara geçmiştir. Bu doğrultuda Kıbrıslı Türkler devlet kurumlarından uzaklaştırılmışlardır. Kıbrıs Türk tarihinde önceden planlanmış ‘’Aktiras Planı’’ yani Türklerin adadan atılması ya da imha edilmesi planı anlayışına dayandırılmış olan “Kanlı Noel” , Rum yetkililerin hazırlamış olduğu bir katliam girişimidir. Bu eylemden sonra Johnson Mektubu Türkiye’ye ulaşmıştır fakat bu mektubu dönemin başkanı Johnson tarafından değil dışişleri bakanı ve bakan yardımcıları tarafından yazıldığı ve bu tehdit içerikli mektubun ihalesinin Başkan Johnson’a kaldığı ortaya çıkmıştır. Bu mektup oldukça tehditkar ve şiddet içerikli bir mektuptur. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Johnson Mektubu’ndaki dil kadar sert olmasa da, bu mektubun karşılığını kararlı ve uyarıcı bir dille Johnson’un yazdığı tüm cümlelere tek tek yanıt verici şekilde ‘’Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu yeni dünyada yerini alır!’’ sözleriyle cevaplamıştır ve ABD ile Türkiye’nin ilişkileri hiç olmadığı kadar kötüye gitmiştir. Akritas Planı’nın (Rumların Kıbrıs Türklerini yönetimde zayıflatma ve buna bağlı ENOSİS planı) sonucunda, 30.000 Kıbrıslı Türk 103 köyü terk etmek zorunda kalmıştır, Türkler denize çıkışı olmayan ve sürekli kuşatma altında tutulan küçük bölgelere sığınmak zorunda kalmışlardır. Rumlar 1963 yılında , tek taraflı güç kullanarak ve anayasayı feshederek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sonunu getirmişlerdir. Kanlı Noel olaylarından sonra, 27 Aralık 1963 tarihinde üç garantör ülkenin askerlerinden oluşan bir "Barışı Koruma Kuvveti" oluşturulmuştur. Sonrasında 30 Aralık 1963’te İngiliz generali haritada Lefkoşa’yı ikiye ayırmıştır. Bu sınır çizgisi “Yeşil Hat” olarak adlandırılmıştır. Kıbrıs Sorunu, Rumların Kıbrıs Türklerini 1960 yılında kurulan ortaklık devletinden dışlama, adada birlikte yaşama ve adayı birlikte yönetme anlaşmasını terk ederek, devleti gasp etme çalışmaları 1963 yılından bu yana, uluslararası toplumun gündeminde yer almaktadır. Ardından BM Güvenlik Konseyi adaya bir uluslararası barış gücü (UNFICYP) yollamıştır fakat bu sırada Yunanistan adaya gizlice asker gönderip ada yönetimini bu iki halkın ortak devlet anlayışından çıkartıp, ada kontrolünün Rumlar ve Yunanlılarda olduğu bir durum haline getirip bu iki halk arasındaki problemi daha da devasa hale getirmiştir.

 

Johnson Mektubu ve Türkiye’nin Dünyaya Yeni Bakış Açısı

 Bu dönemlerde ABD başkanı Johnson Türk-ABD ilişkilerinde kamuoyundaki algıda bir dönüm noktası olan Johnson Mektubu’nu Türkiye’ye yollamıştır. Bu mektuptaki amaç Türkiye’nin tüm yaşanan sorunlar sonucunda adaya müdahalesini engellemektir ve o an için Türklerin adaya müdahalesini tüm ilişkileri alt üst ederek 10 yıl kadar ertelemiştir, mektup üzerine Türkler müdahaleden vazgeçmişlerdir ve Türk halkı her ne kadar ABD ve Türkiye birbirlerine sonsuz destek veriyor olsalar dahi durumun ABD’nin kendi çıkarlarına ters düştüğü an Türkiye’yi yalnız bıraktığını çok net görmüşlerdir. Türk-ABD ilişkileri başlangıcı, 1947 Truman Doktrini ile gözükse de öncesinde Osmanlı ile yaptığı ticari anlaşmalar vardır. 1960’larda Türk ve ABD dış politikaları büyük ölçüde Lozan Antlaşması sebebiyle  örtüştüğünden ve buna bağlı birbirlerine yardım vb. durumlardan kaynaklı iki ülkenin arası iyi konumdadır fakat bu mektupla ilişkiler duraklama hatta gerileme evresine geçiş yapmıştır. Mektupta en çok dikkat çeken iki madde Türkiye’ye ABD tarafından verilen silahların ABD izni olmadan kullanılamayacağı ve Türkiye’ye herhangi bir SSCB saldırısında NATO üyesi ülkelerin Türkiye’yi savunmayacağıydı. Her iki ülke de NATO üyesi olduğundan ve Kıbrıs yüzünden karşı karşıya gelmeleri sonucundan dolayı bu duruma NATO ve ABD dahil olmuştur. ABD’nin bölgeye dahil olmasındaki asıl amaç SSCB’nin bölgeye karışmasını önlemektir. Bir diğer bakış açısından İsmet İnönü, eğer Türk ordusu Kıbrıs’a çıkarma yaparsa büyük zayiatlar verileceğini ya da Türk ordusunun o anki koşullarda bunun üstesinden gelemeyeceğini düşündüğünden ve bu olaya ABD’yi de dahil ederse böyle bir sorun yaşanmayacağını düşünmüştür. Bu konuda her ne kadar Amerikan desteğinin alınmayacağı bilinse de ABD’nin mektuptaki yazım dili, uygularız dediği ambargolar ve diğer yaptırımlar İsmet İnönü tarafından bu denli tahmin edilememiş ve büyük hayal kırıklığıyla karşılanmıştır. 1966 yılı ile birlikte ABD-Türkiye arasındaki anlaşmalarda bir şey değişmese de Türkiye’nin ABD’ye ve dünyaya karşı bakış açısı oldukça değişmiştir. Türkiye artık SSCB ve diğer ülkeler ile ilişkileri güçlendirme yani denge politikasına geçiş yapmıştır. 1967’de Cunta, Yunanistan yönetimine darbe yapıp ele geçirmiştir ve ENOSİS için Kıbrıs’ta saldırı meydana getirmiştir, bu saldırıya Kıbrıs’taki Yunanlılar da katılmıştır ve hukuken Türkiye’nin de dahil olabilme hakkı söz konusu olduğundan dolayı Yunan birlikleri BM gözetimiyle Kıbrıs’tan geri çekilmişlerdir. BM’de 1968’de başlayıp 47 yıl boyunca bu sorunlar tamamıyla konuşulmuş, ortak hakları gözeten bir devlet anlayışı önerisi gelmiştir. Kıbrıs Türk tarafı her zaman uzlaşı için çabalamıştır fakat Rum tarafı uzlaşmaktan kaçınmıştır ve Türkler de buna dayanarak uzlaşıyı reddetmişlerdir. Bir diğer yandan Washington’da Demirel hükümeti başta iken, ABD-Türkiye arasında Nixon’un başlattığı bir haşhaş problemi yaşanmış ve Türkiye bu durumu önlemez ise cezalandırılmalı düşüncesi mecliste hüküm sürmüştür. Her ne kadar önlem alınsa da Washington bu durumdan memnun kalmamıştır ve Türkiye de ihracatından geri kalmayacağını belirtmiştir. Bülent Ecevit döneminde haşhaş ekimi yeniden serbest hale getirildiğinden Washington Türkiye’ye sinirliydi ve aynı şekilde ABD’nin tutumuna rağmen Ecevit ile beraber Kıbrıs’a müdahale edildi ve bu ipleri iyice germiştir. Bu durum Türkiye’nin Batı kampından aforoz edilmesine sebep olmuştur. Darbe olmadan önce Amerika tarafından Türkiye’ye ambargo uygulama mevzusu ortaya çıkmıştır fakat bunu sonradan karşıt güçler Kıbrıs Sorunu’na bağlamıştır. Gerilim öyle arttı ki ABD’nin Türkiye’deki büyükelçisini geri çekeceği ve Pentagon’da askeri operasyonlardan söz edildiği duyulmuştur. Bölgedeki yetkili kişiler tarafından Türkiye’yi NATO’dan çıkartmak, İstanbul’daki camileri bombalamak, bir takım ekonomik sıkıştırmalar (örneğin petrol fiyatlarının olağanüstü şekilde sebep olarak Kıbrıs gösterilerek arttırılması gibi yaptırım ve tehdit söylemleri hakim oluyordu. ABD’nin bu gibi yaptırımları ve koyduğu ambargolar, o zamanlar için bir ekonomik bunalımın baş göstermesine sebep olmuştur. Bu sebepten Kıbrıs döneminin parlayan yıldızı olarak gösterilen Ecevit, bu ekonomik bunalımdan sorumlu tutulmuştur. Kıbrıs’ta yönetimde artık Türkler olmadığından EOKA'cıların kendi aralarında görüş ayrılıkları ortaya çıkmaya başlamış, Makarios ile eski Cuntacıları içeren EOKA-B'ciler bu sebepten karşı karşıya gelmiştiler. 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan Cuntasının desteğiyle EOKA lideri Nikos Sampson, adayı Yunanistan'a bağlamak amacıyla Makarios'a karşı bir darbe gerçekleştirerek iktidarı kısa süreyle ele geçirmiştir. Bu hareket karşısında Türkiye, 1960 Garanti Antlaşması çerçevesinde, önce İngiltere'ye ortak müdahale teklifinde bulunmuştur. Türkiye, İngiltere'nin olumsuz cevap vermesi üzerine, adaya 20 Temmuz 1974 günü Barış Harekatı’nı göndermiştir . Böylece Kıbrıs'ta Yunan müdahalesi önlenmiştir ve Kıbrıs Türk halkının varlığı da güvence altına alınmıştır. Türk Barış Harekatı ile Yunanistan'da Cunta idaresi son bulmuş ve ülkeye demokrasi gelmiştir. 2 Ağustos 1975 yılında Viyana’da Rauf Denktaş ve Glafkos Klerides arasında bir nüfus mübadelesi antlaşması yapılmış ve ülke Kuzey ve Güney olmak üzere iki halkın da homojen şekilde bulunmasını sağlayacak şekilde ikiye ayrılmıştır. 1975 ve 1997 yılları arasındaki dönemi, iki ülkenin de bir arada bulunduğu bir federasyonun oluşması amacıyla yapılan tasarı ve müzakerelerden oluşan bir dönemdir. 1960’larda Türklerin haklarına saygı duymayan Rumlar, 1970’lerde ise AB üyeliği fikri ortaya çıktıkça, AB üyesi olmayan bir Türkiye’yi düşünerek federasyon kurma düşüncesini mantıklı bulmuşlardır. 1986’da BM Genel Sekreteri taraflara Taslak Çerçeve Antlaşması’nı sunmuştur. Antlaşmaya göre Kıbrıs’ta iki uluslu bir federal devlet kurulacak, her ikisinin de cumhurbaşkanları ve veto yetkileri olacaktır. Dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş imzalayabileceğini belirten bir mektubu BM’ye göndermiştir fakat Rum tarafı her zamanki gibi tekrar kabul etmemiş, BM’ye herhangi bir cevap yollamayıp uluslararası bir konferans çağrısında bulunmuştur. Kıbrıs sorununa çözüm arama çabaları 1990 yılında BM "Fikirler Dizisi’’ adında gayri resmi bir belge ile oluşturmuş ve bunu taraflara iletilmiştir. Bu belge bütünlük taşıdığından, ilk olarak belgedeki konularda anlaşmadan diğer konularda anlaşmaların geçersiz sayılacağı kabul edilmiştir. 1992’de New York’ta Fikirler Dizisi önceki anlaşmalara da bakılarak değerlendirilmiş, Türkler tarafından çoğunluğu kabul edilip birkaç maddenin referanduma sunulması istenmiş fakat Rumlar tarafından yine reddedilmiştir. 1993-1995 yılları arası Rumlar AB üyeliği statüsü almıştır. Amaçları; Yunanistan ile ENOSİS'i sağlamak, Türkiye'nin garantör hakkına karşı, içinde Yunanistan'ın da bulunduğu Avrupa Birliği'ni kullanmaktır. 1993’te Yunanistan ve GKRY kendi aralarında Ortak Savunma Doktrini’ni yürürlüğe koymuş; herhangi bir olası durumda ortak operasyonlar, ortak hava ve deniz üsleri, askeri alt yapının yenilenmesi, S-300 füzelerinin adaya koyulması gibi durumlar söz konusu olmuştur fakat Türkiye ve diğer Batılı ülkelerin desteğiyle S-300’leri adaya değil Girit’e koymuşlardır. 1997’de AB’nin GKRY’ye üyelik tavsiyeleri haberi sızdırıldığından, AB ile Kıbrıs ve Türk-Yunan ilişkilerinin görüşülmeyeceğine karar verilmiştir. 1998-2000 yıllarında Rauf Denktaş bölgedeki konfederasyon önerisi, güvenlik ve garantörler, mülk sorunları, toprak ayarlamaları, yetki dağılımı, statü eşitliği, ambargolar ve AB üyeliği gibi sorunları çözmek sebebiyle tekrardan bir girişimde bulunmuştur fakat Rum yönetimi KKTY’ye hala aynı şekilde bakıp bu girişimi reddetmişlerdir.

 

2001 yılında Kıbrıs Türk tarafının önerisiyle Rum tarafı ile yüz yüze görüşmeler başlamıştır. Bu görüşmelerin gelişmeleri BMGS’ye sunulmuş, Ad Hoc görüşmeler sağlanması gerektiği öngörülmüştür. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan, Kopenhag Zirvesi olacağından ve hala çözülmemiş bir Kıbrıs meselesi olduğundan endişelenip 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara, Annan Planı olarak anılan “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” başlıklı belgeyi sunmuştur. Bu bölge, Kopenhag’da hem Rum hem de Türk tarafında tepki görmüştür ve her iki taraf da plana imza atmamışlardır. Kopenhag Zirvesi’nin sonuç kısmında, Kıbrıs’ın AB’ye bir bütün olarak üye olacağı vurgulanıyordu, anlaşma olmazsa  Kuzey’de uygulanmayacağı söyleniyordu. Annan Planı için yeni GKRY Papadopoulos ve Denktaş BM huzurunda görüşmelere başlamış fakat KKTC’nin tüm yapıcı davranışlarına rağmen BM tarafından konunun çıkmaza girdiği gerekçesiyle devam ettirmekten vazgeçilmiştir ve raporlarında bundan Türk tarafını sorumlu tutmuşlardır. 2003 yılında Türkiye ve KKTC’nin yapıcı yaklaşımı ve girişimiyle Annan Planı tekrardan ele alınmıştır. Annan Planı birleşmiş bir Kıbrıs’ı AB’de görmek istemektedir ve tüm bu zorluklara rağmen bir nebze olsa da ilerlemeler öngörülmüştür. 2004 yılında referanduma sunulan planda, yeni ortaklığın iki taraflı olacağı, iki tarafın birbirinin ayrı kimliğini ve bütünlüğünü tanıyacağı, tarafların birbirlerinin kültürel, dini, siyasi, sosyal ve dil kimliklerine saygı gösterecekleri, bir tarafın diğer taraf üzerinde hakimiyet kuramayacağı, kurucu devletlerin kendi alanlarında yetkilerini egemence kullanacakları ve kendi düzenlerini serbestçe kurabilecekleri gibi maddeler mevcuttu. Planda devletin adı Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti olacak, garantör ülkeler toprak bütünlüğünün güvenliğini kontrol edecek, bölgelerinde asker sayıları Rumların daha çok Türklerin daha az olacak, adada bulunacak birliklerle ilgili konular kurallara bağlanacak, birer ay arayla eş-başkanlık yürütülecek, bakanlıklar paylaşılacak, Türk tarafı daha az kara parçası daha çok kıyı şeridinde toprağa sahip olacak, her iki tarafta da asıl milletin sayısını geçmeyecek şekilde ayarlanan kurala göre karşıt vatandaşlar yaşayabilecek gibi durumları içeriyordu fakat Annan Planı referandumla yeniden Rum kesiminin hayır oyuyla reddedilmiştir ama plan kabul edilmiş olsaydı, Kıbrıs Türkleri yerlerinden edilebilirdi, mülk sorunları çıkabilirdi, karşı ulusun ekonomisine uyumda zor bir dönem yaşanabilirdi veya iki milletin birlikte yaşaması konusunda Türk tarafı zorluklar yaşayabilirdi.

Çözüm Umutlarının Attığı Dönemler

 ABD, İngiltere, Almanya gibi Türk tarafının onayını destekleyen ülkeler Rumların bu reddi üzerine büyük şans kaçırıldığını ve bu durumdan üzüntü duyduklarını dile getirmişlerdir. 2004 yılında GKRY, AB’ye Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla üye olmuştur fakat Türk tarafı buna gerekli tepkiyi vermiştir. Bununla beraber artık kayıtlara Rum tarafının sorunu çözmek istemediği ve Türklerin bu konudaki yapıcılığı geçmiştir. 2005 yılında KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılmış ve başa Mehmet Ali Talat geçmiştir. Adadakiler ve KKTC halkı arasındaki hava yolu, deniz yolu, mal-mülk, sportif ve kültürel etkinlikler vb. konulardaki kısıtlamalar 2005 yılında kaldırılması üzerine gündeme gelmiş ve bir Eylem Planı oluşturulmuştur fakat bunun üzerine taraflar yine anlaşamamış daha sonra tekrar görüşülmesi gerektiğine karar vermişlerdir. Son olarak 2008 yılında Türkiye ve KKTC hala durumu çözmek için yapıcı olarak yaklaştığını vurgulamış ve karşı taraftan bölgede haksızlığa uğrayan Türkler ve diğer konuları çözüme ulaştırmak için adım beklediklerini belirtmişlerdir.

Crans Montana

İsviçre'nin Crans Montana kentinde 28 Haziran 2017'de tekrar başlayan ve yaklaşık 10 gün yoğun şekilde devam eden Kıbrıs Konferansı da Kıbrıs müzakerelerinde çözüme en çok yaklaşılan süreçlerde öne çıkıyor. Genel Sekreter Guterres, "toprak, siyasi eşitlik, mülkiyet, eşdeğer muamele ile güvenlik ve garantiler" üzerinde bir "paket anlayışı" önerisinde bulundu. İki taraf beş konu başlığında, garantör ülkeler ise güvenlik ve garantiler başlığındaki önerilerini sundu. Rum tarafı her defasında çeşitli sebeplerle içinde BM önerilerinin de bulunduğu çözüme yönelik adımları reddetti ya da kabul edilmesi mümkün olmayan ön şartlar ortaya koydu. Böylelikle Türk tarafının konferanstaki yapıcı rolüne rağmen, Rum tarafının uzlaşmaz tavrı nedeniyle bir sonuca varılamadı. Kasım 2019'da BM Genel Sekreteri Guterres ara buluculuğunda Akıncı ile Anastasiadis arasında üçlü gayri resmi görüşme yapılsa da Kıbrıs müzakerelerinde Crans Montana'nın ardından yeni bir gelişme olmadı.

Kapalı Maraş açılımı

Öte yandan, Kıbrıs müzakerelerinde birçok kez pazarlık konusu olan, Annan Planı ve daha önceki görüşmelerde Rum kesiminin kontrolüne verilmesi gündeme gelen Kapalı Maraş konusunda da yeni bir gelişme yaşandı. KKTC sınırları içerisinde bulunan ve 46 yıldır kapalı olan Maraş'ın kamuya ait olan bir kısmı 8 Ekim'de halkın kullanımına açıldı. Rum tarafının uzlaşmaz tavrı yüzünden 46 yıldır kapalı olan ve "Hayalet Şehir" olarak da anılan Maraş'ta yaşanan son gelişme, Türk tarafının eski paradigmalarla hareket etmeyeceğine işaret ediyor.

Sondaj geriliminin gölgesinde görüşmeler

Görüşmeler, Doğu Akdeniz’de sondaj geriliminin sürdüğü bir dönemde başlıyor. Adanın hem askeri hem de ekonomik anlamda jeopolitik bir öneme sahip olması da görüşmelerin önemini arttırıyor. Diğer taraftan garantör ülkeler Türkiye ve Yunanistan’ın beş yılın ardından görüşmelere yeniden başlaması da ikili ilişkiler bölge için olumlu olarak karşılanıyor. Prof. Dimitrios Triantaphyllou, sürece geri döndürülemez bir şekilde zarar verecek ciddi bir şey olmadıkça, "Kıbrıs sorununa barışçıl bir çözüm için hala bir şans" olduğu görüşünde. Günal ise "Öngörülemeyen bir küresel gelişme olmadığı sürece, kısa veya orta vadede, iki tarafı da tatmin edebilecek, ahlaki açıdan pürüzsüz, hukuki açıdan hatasız cevapların bulunduğu bir çözüm mümkün  gözükmüyor" dedi. "Kıbrıs meselesinin Filistin ve Keşmir’den sonra, BM’nin en uzun süre uğraştığı konu" olduğuna vurgu yapan Doç. Dr. Altuğ Günal, Kıbrıs sorununa tarafların "bambaşka açılardan baktığını söyledi. Kıbrıs’ta çözüm için diplomasinin yeniden devreye girmesinin iyi bir gelişme olduğuna dikkat çeken uzmanlar, tarafların şu an için uç kutuplarda olması nedeniyle görüşmelerin de çetin geçeceğine dikkat çekiyor.

Günal: "Rumların, ABD’de Başkanlığa Joe Biden’ın seçilmesi ve Katar’ın Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin normalleşmeye başlaması gibi nedenlerle, Türkiye’nin yakında daha çok yalnız kalacağı ve bu yüzden AB üyeliğini daha fazla önemseyeceği yönünde umut beslediğini" vurguladı. Günal, "Çözümün gecikmesinin aslında Rumların aleyhine olduğuna, KKTC’nin her geçen gün daha çok kurumsallaştığına, 1974 sonrası adaya Türkiye’den göç edenlerin sayısının arttığına, hatta Türkiye’nin adada askeri üsler kurmakta olduğu"na da dikkat çekti. Türkiye’nin pozisyonundaki değişimi açıklayan Prof. Triantaphyllou, "Ankara'nın Batı’dan ve katılım sürecinin donduğu Avrupa Birliği’nden uzaklaştığı"na vurgu yaptı.

Kıbrıs Sorunu ve ABD Konusunda Gelecekte Neler Olabilir?

Zaman zaman olumlu müzakere süreçleri yaşansa da Bu durum ABD’nin de verdiği destekle 54 yıldır çözülemeyen bir düğüm haline gelmiştir. Şu an iki görüş hakimdir. Denktaş gibi pozitif ya da Rum ambargolarını ele alan negatif görüş vardır. AKP hükümeti ile bu olaylar için genel tutumumuz tamamen eşitlikçi ve  Türkiye’nin kendi haklarını bertaraf ettirmeyeceği şeklinde netleşti. Seneler geçtikçe AB’nin önemi gitgide arttığından, ilerleyen yıllarda aslında Türkler ve Rumlar arasında daha uyumlu ve barışçıl politikalar izlemesi gerektiği kanıksandı fakat günümüzde Yunanistan dünya tarafından desteklendiğini sürekli göz önünde tutmakta, ABD ile savunma işbirlikleri yapmaktadır. Özellikle Rusya - Ukrayna savaşı sonrası, ABD Yunanistan için bir güven ortamı sağlaması gerektiğine karar vermiş bu bağlamda Yunanistan Doğu Akdeniz’deki yerlerini garantileme ve genişletme düşüncesine net olarak girmiştir. Bölgede ABD ile stratejik ortaklığı hedeflemektedir. ABD Yunanistan’ı güvenlik, enerji krizi ve Doğu Akdeniz problemleri açısından destekleme gerekçesiyle Yunanistan’ın yanında yer almaktadır. Bu nedenle sonrasında Türkler her ne kadar eşitlik, adalet ve çözümcü politikaları savunsa da sonradan çizgilerini iyice keskinleştirmiş, bunların tümünden kaynaklı Türklerin ilerleyen yıllarda ABD ve Yunanistan’a karşı net muhatap haline gelme ihtimali muhtemeldir.


KAYNAKÇA

https://www.mfa.gov.tr/kibris-meselesinin-tarihcesi_-bm-muzakerelerinin-baslangici.tr.mfa

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/985610

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/301191

BETÜL ÜNAL

MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER

BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU

Yorumlar

Popüler Yayınlar