SİYASETİN PSİKANALİZİ
Sigmund Freud’un kurucusu olduğu
psikanaliz, zihinsel süreçler ve bilinç dışı arasında bağlantı kurmaya yarayan
bir psikoterapi tekniğidir. Bilinçdışı gelişen durumlar, çocukluktan günümüze
kadar ulaşmış olayların bir yansıması olarak kabul edilir, bu yansıma ise
yetişkinlik döneminde; çatışma ve bastırılmış duygular ile gün yüzüne çıkarak
bir psikolojik rahatsızlığa sebebiyet vermektedir. Bu durumu şöyle bir örnek
ile daha net bir pencereden görebiliriz: Çocukken kullandığımız mıknatıslı yazı
tahtalarında yazıyı sildikten sonra tahtada bir şey olmadığını zannederiz fakat
daha yakından baktığımızda yazdığımız şey gözüküyordur, bilinçaltına ittiğimiz
duygular da aynen böyledir; geri plana attığımız, yok saydığımız ve
bastırdığımız etkenler için ortadan kayboldu diyebiliriz fakat o etkenlerin bir
yere kaybolmadığını ve orada bizi beklemekte olduğunu çeşitli yollar ile
görmemiz mümkündür. Bu yolların temel noktası ise elbette ki düşüncedir,
bireyin dünyasında düşünce; ait olduğu zihnin anlam dünyasında inşa edilirken
hem varlık hem dil hem de zihin alanında var olmaktadır.
Freud benlik teorisinde
bu durumu, rüyalar, semboller, saçma ya da tesadüfi eylemler ile içgüdüsel
dürtüleri bastırma zorunluluğu etrafında kurar. Bunlara verilebilecek en iyi
örnek ise Freud’un Günlük Yaşamın Psikopatolojisinde incelediği dil
sürçmeleri, yanılmalı edimler, unutmalar, yazım yanlışları, yanlış okumalar ve
kalem sürçmeleridir. Bastırılmış düşünceden kaynaklanan iç dünyada yaşanan
çelişki, bastırılmış ögeyi bir şekilde ortaya çıkarma çabası içine girer.
Herhangi bir şey ile meşgul iken eldeki kalemle karalamalar yapmak, paralarla
oynamak, üzerindeki giysiyi çekiştirmek gibi elde olmayan edimler, bir adı
hatırlayamamak gibi eylemler bir hoşnutsuzluktan kaçınma ve ortaya çıkamayan
bir anlamı gizliyor olabilirler. Kitaptan bir örnek olarak, yaşadığı sıkıntılar
nedeniyle zaman zaman depresyon yaşayan bir adam, hayatın kendisine çok
acımasızca geldiği akşamların sabahında saatinin düzenli olarak durduğunu
belirtmektedir, saatini kurmayarak durmasına sebebiyet veren adam söz konusu
gecelerde sabaha çıkmayı umursamadığını simgesel olarak dile getirmiş olur.
Freud, bilinçli ve bilinç dışı yaşam arasında bir çatışma olduğunu varsayarak,
bireyin yaşamında karşısına çıkan dil sürçmelerinin, unutmaların, yanlış
okuma-yazma vs. gibi durumların bilinçli ve bilinç dışı şeklinde bir ayrıma
varıp bireyin hayatıyla bağdaştırması takdirinde bir anlam taşıyacağını ifade
eder. Bir başka örneği ise Freud’un Psikanalize Giriş-Hatalı Eylemler kitabından
vermemiz mümkündür: Atının ne durumda olduğunu sorduğumuz bir adam cevap
veriyor: Şunu söylemek istiyordu; belki 1 ay daha devam edecek (das dauert).
Dauert sözcüğü yerine kullandığı traurig sözcüğüyle gerçekte ne söylemek
istediği sorulduğunda, atının hastalığının kendisi için üzüntü (traurig) verici
bir olay olduğunu düşününce, ister istemez traurig ve dauert sözcüklerini
kaynaştırdığını söyledi.
Unutmaların altında yatan
nedeni gösteren örnek olarak ise: Bizzat kendisinin kaldırdığı bir objeyi
bulamamanın sıkıntısını sık sık yaşayan biri bu kazaya bir düşüncenin müdahale
ettiğine kesinlikle inanmak istemez. Genç bir adam evliliğinde, birkaç yıldan
beri, yaşadığı sorunları benimle paylaştı: ‘’Karımı çok soğuk buluyordum, dedi
bana, onun mükemmel kalitelere sahip olduğunu biliyorum ama sevecenlikten uzak
bir birlikteliğimiz var. Bir gün bana ilgimi çekeceğini düşündüğü bir kitap
getirdi. Ona bu ‘ilgisi’ için teşekkür ettim, en kısa zamanda onu okuyacağımı
söyledim ve kitabı bir kenara koydum. Ama sonra kitabı nereye koyduğumu
unuttum. Aylar geçti, bu süre boyunca kaybettiğim kitap defalarca aklıma geldi
ve onu bulmaya, nereye koyduğumu hatırlamaya çalıştım ama bir türlü bunu
başaramadım. Yaklaşık altı ay kadar sonra, uzakta oturan, çok sevdiğim annem hastalandı
ve karım onunla ilgilenmek için onun yanına gitti. Annemin durumu ağırlaştı ve
bu karımın en iyi meziyetlerini ortaya çıkarması fırsatını yarattı. Bir akşam,
karıma karşı, yaptıklarından dolayı minnettarlık ve memnuniyet dolu olarak eve
geldim. Çalışma masama gittim hiçbir amaç gütmeden çekmecelerden birini dalgın
bir şekilde açtım ve ilk gördüğüm şey uzun zamandır bulamadığım kitap oldu.’’
verilebilir. Verilen örnekler üzerinden görüleceği gibi bu tarz edimler
yalnızca psikolojik rahatsızlığı olan bireylere özgü değil, herkesin günlük
yaşamında gözlemleyebileceği olgulardır.
Sigmund Freud’un psikanalizi, günümüzde
salt bir psikiyatrik terapi tekniği olmaktan çıkmış bir kuram haline gelmiş,
sosyal bilimler alanında da yankı uyandırmış, tarihsel ve toplumsal koşullar
içerisinde yeni ufuklara yönelmiştir. Bireye uygulanan yöntemlerin toplumlara
uygulanması yolu ile psikanaliz; dinleri, siyaseti, uygarlığa dair her meseleyi
inceleyebilme olanağına sahiptir çünkü bireyi incelemek demek aynı zamanda toplumu
mercek altına almak demektir. İçgüdüsel dürtüler, toplumsal koşullar ve ahlaki
değerlerin; çatışmalarına, karşılıklı uyumlarına ve etkileşimlerine dayanarak
zihinsel hayatın incelenmesini psikanaliz yaklaşımıyla öngören Freud, insanı
insan yapan her olguyla ilgilenmiş, değişen toplumsal yapı, kültürel olgular
bireysel analizi merkeze alan bu yöntemini toplum ile eşdeğer şekilde
götürmüştür. Freud’un Kitleler psikolojisi eserinin giriş kısmında, ‘’ Bireyin
ruh yaşamında başkalarının obje, yardımcı dost ya da rakip kişiler olarak her
vakit rol oynadığı görülür. Dolayısıyla, bireysel psikoloji haklılığı su
götürmeyen bu genişletilmiş anlamda daha başından beri toplum psikolojisi
kimliğini taşır’’ ifadesi ile verdiği önemi gözler önüne sermiştir.
Toplumsal açıdan
psikanaliz insanlığın cehalet, saldırganlık ve kölelikten kurtulma olanaklarını
ve uygarlığın gelişmesi ile beraber artan baskıyı doğrudan özdeşleştirmiştir.
Özdeşleşme, bir birey ile diğerinin ortak özelliği ile birbirine bağlanması, bu
yol ile de bireylerin öndere bağlanmasına yol açmasını gözler önüne serer. ‘’Bu
durumda ben idealinin de kitleyi birbirine bağlayan etmenlerden olduğunu
söyleyebiliriz çünkü bu ideal aynı zamanda bir ailenin, sınıfın, milletin ortak
idealidir; böylelikle kişiler kendi benlerinde birbiriyle özdeşleşir. Bu durumu
Freud, özdeşleşme niteliğinde olumlu bir bağlanıma dönüşen düşmanca duyguyu
örten toplumsallık duygusu olarak niteler.’’ Bu özdeşleşmeye örnek olarak
Kilise ve orduyu yapay kitle olarak tanımlayan Freud, kitleyi oluşturan
bireylerin önderleriyle özleşerek ortak noktalarla bir araya geldiğini ve bu
bağın yok olmasının tek yolunun ise dağılmasıyla mümkün olduğunu ifade eder.
Mesela, günümüzdeki mahkemelerin varlık sebebi olan savunma hakkı olmadan yargılanmaya
alışık olan Yahudiler ,- ki Freud’da bu Yahudi azınlığında saygı görmez iken
ailesi doktor olmasını ve saygı görmesini istiyor- yargının hüküm giydirdiği
kötülüğün, yargılamadan doğuşuna şahit olmuşlar ve bunu modern zamanlara
gelindiğinde Kabala doktrininde dile getirmişlerdir. İşte bu modern zamanlar
ile gelen yenilik ve asimilasyon garnizonlar kurarak sanıkları başkasının
yargılanmasından kurtarıp kendi kendine yargılayan sulh mahkemelerine
dönüştürerek ‘’öz savunma’’ ve ‘’öz mahkûmiyet’’ kavramlarına tabii tutuyor, bu
normal ile anormalin, sağlık ile hastalığın, akıl ile deliliğin iç içe geçmesi
ve birbirlerini belirlemeleri biçiminde ortaya çıkıyordu (Bauman, 2003:227).
Modern toplum ile kültürün uygarlaşması ve
gelişen kapitalizme ek olarak sanayi toplumunun neticesiyle ortaya çıkan
koşullar, insanları politik ve teknolojik olarak bastırarak, başkaldırıdan
ziyade boyun eğmeyi empoze ederek ket vurarak ilerlediği bir yolda var olanla
yetinmeyi öğretmektedir. Frankfurt Okulu düşünürlerinin, Marksizm ile
psikanalizi yeni bir teori çerçevesinde ele almaları, psikanalizin siyasal
teoride yer almasının en önemli adımını oluşturmuştur.
Melisa ER
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölgesel Analiz Topluluğu
Tebrikler başarlarının devamını dilerim
YanıtlaSil