Feminizm: Dünyanın Neden Bu Kelimeye Hâlâ İhtiyacı Var?
Özet: Tarihin erken dönemlerinden, 15.ve 18.Yüzyıllara kadar kadınların erkeklerle toplumsal olarak eşit haklara sahip olmadığı tartışılmayacak derecede açıktır. Feminist teoriyi tek bir açıdan ele almak mümkün değildir, çünkü 15. Yüzyılda yaşayan kadınlar ile 21. Yüzyılda yaşayan kadınların her birinin karşılaştığı sorunların aynı olması beklenemez. Bu sebeple feminizm teoride, içinde yaşadığı tarihin ve toplumun getirdiği problemlerle ilgilenen, tarihin gölgesinde şekillenen, içeriği sürekli değişen bir hareketten bahsedilir. Ama tüm bu değişen ilişkiler ve kendi içerisindeki alt bölümler ve örgütlenmede, feminizmde ortak olan bir düşünce vardır. Tarih boyunca kadınlara karşı toplumsal, politik, ekonomik ve sembolik bir değersizleştirme politikası güdülmüştür. Feminizm kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği önleyerek, kadınların sahip olması gereken sosyal hak ve özgürlüklerin kazanılması yolunda mücadele etmektedir. Feminizm tarihsel süreçte üç dalgaya ayrılmaktadır. Bu feminist dalgalarda kadınlar, temelde cinsiyet ayrımcılığına karşı, kamu ve özel alanlarda maruz kaldıkları baskılara ve ataerkil yapılanmaların önüne geçerek haklarına ulaşmak için mücadele etmişlerdir. 1789 Fransız İhtilali’nin hemen ardından bir ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ yayınlanmıştır. Yalnız o gün için insan kavramı sadece erkekleri ele almaktadır. Bunun üzerine 1791 yılında Fransız filozof ve yazar Olympe De Gouges kanunların erkekleri kayırdığını söyler. Kadınların kamusal alanda var olması gerektiğine dair bir metin kaleme alır. Birinci dalga feminizmin en temel metinlerinden biri olan ‘Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi’ de Mary Wollstonecraft tarafından yazılmıştır.
Wollstonecraft 1792’de, artık kadınların yaşam şekillerinde bir devrim gerçekleştirilmesi gerektiğini savunmakta, kadınlara yitirdikleri onurlarını yeniden verme ve böylece dünyanın dönüştürülmesine katkıda bulunmalarını sağlamada geç bile kalındığını söylemiştir. Bu sebeple birinci dalga feminizmin temel mücadelesi eğitim, oy ve mülkiyet hakkına dayanır, kamusal alanda erkeklerle birlikte eşit bir şekilde var olmaktır. İkinci dalga feminizmde farklı meseleler de ele alınmaya başlamıştır. Feminizm artık yalnızca kamusal alandaki eşitlik ile yetinmeyip her alanda eşitlik uğruna mücadele etmektedir. Aile içi ilişkiler, iş ortamı ve kadının kendi bedeni üzerinde sahip olması gereken haklar (doğum kontrolü, kürtaj) konuşulmaktadır. Dahası, kadına şiddet gibi diğer toplumsal meseleler de ele alınmaya başlamıştır. Ayrıca gerçekliğin oluşumuna katkıda bulunduğu düşünülürse, kullandığımız dil de hiç küçümsenmeyecek bir ideoloji aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Günlük hayatta farkına varmadan kullanılan; ‘ev kadını, güçlü anne, evde kalan kız, kız almak ve kız vermek, kız gibi ağlamak, kadın milletvekili, devlet adamı ve din adamı’ gibi ifadelerin, yani kadınları küçümseyen ve kadını belli rollere iten cinsiyetçi dilin, kadını ötekileştirdiği kolayca anlaşılmaktadır. Üçüncü dalga feminizm kadınların farklı renk, inanç ve kültürlerden geldiğini kabul ederek öne çıkmıştır. Aynı zamanda iş hayatında kadınlar ve erkekler arasında yaşanılan finansal eşitsizlikler de dönemde ortaya çıkartılmıştır. Peki tüm bunların ardından 21. Yüzyılda neden hâlâ feminizm var ve neden hâlâ dünyanın bu mücadeleye ihtiyacı var? Bu çalışma feminizm ve cinsiyetçi dil kavramına açıklık getirmeyi, monolitik kadın imajlarını nasıl önleyebileceğimizi göstermeyi amaçlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Feminizm, Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği, Cinsiyetçi Dil, Monolitik Kadın İmajları
Feminizm: Dünyanın Neden Bu Kelimeye Hâlâ İhtiyacı Var?
“Feminizmin tam olarak ne olduğunu hayatım boyunca çözemedim: Sadece biliyorum ki beni paspastan ayıran düşünceleri ifade ettiğimde insanlar bana feminist diyor.” -Rebecca West
1.Bölüm
Feminizm
Feminizm kelimesi Latince ‘kadın’ anlamına gelen ‘–femina’ kökünden türetilmiştir. Ayrıca realizm, liberalizm ve kapitalizm gibi kavramların sonunda gördüğümüz ‘-izm’ eki ise Antik Yunan dilinde ki (Grekçe) ‘-ismos’ yapım ekinden türemiştir. ‘–ismos’ ise isimleri dünya görüşü, uygulama veya inanç anlamına getiren, isimden fiil yapan bir çeşit yapım ekidir. Feminizm kelimesini ilk kez 1882’de olumlu bir şekilde, kadınların hayatlarını iyileştirmeyi amaçlayan mücadele olarak tanımlayan, Fransız aktivist Hubertine Auclert olmuştur.1 Merriam-Webster sözlüğünün feminizm tanımı ise oldukça açık: ‘Erkekler ve kadınların eşit haklara ve fırsatlara sahip olması gerektiği düşüncesi’ ya da ‘kadın haklarını ve çıkarlarını destekleyen organize aktivite.’2 Wikipedia’ya göre feminizm,’Cinsiyetler için eşit siyasi, ekonomik, bireysel, toplumsal haklar tanımlamak ve tesis etmeyi amaçlayan bir dizi siyasi hareket, toplumsal hareket ve ideolijilerdir.3 19. yüzyılın sonlarından 21. yüzyıla gelirken yaşanan büyük toplumsal değişmelerden en çok nasibini alan aile ve dolayısıyla kadınlar olmuştur. Sanayi Devrimi sonrası artan işgücü nedeniyle fabrikalarda çalışan kadınlar erkeklere nazaran sömürüye daha açık olmuş ve sömürülmüşlerdir. Feminist hareketin yoğun mücadelesi kadının toplum ve aile içindekini yerinin tartışılması ve nihayetinde bir nebze iyileştirilmesi yönünde önemli katkılar sağlamıştır. Oy hakkı, doğum izni, eşit maaş, aile içi şiddet ve eğitim hakkı gibi temel hakların yasal olarak elde edilmesi zaman almıştır. Ardından, 2000’ler itibariyle ortaya çıkan yeni tartışmalar ve hala sırtımızda yük olarak taşıdığımız, bir türlü çözümünü bulamadığımız sorunlar vardır. Elbette kadın ve erkek arasında biyolojik farklar var, ancak buradaki temel tartışma kadın ve erkek arasındaki biyolojik farkların gerektirmediği halde kategorik ve hiyerarşik bir ilişkiye sebep olmalarına karşı çıkan politik söylemdir.
2.Bölüm
Feminizm Tarihsel Süreci
Feminizmin tarihsel süreci 1789 Fransız Devrimi’ni işaret etmektedir. Fransız Devrimi döneminde eşitlik ve özgürlük gibi düşünceler üretilmeye başlamıştır. Dolayısıyla ilk mücadeleler de bu dönemde görülmüştür. Bazı araştırmacılar sanayi, bilim ve teknolojinin ilerlemesi, feodalizmin çözülmesi, nüfusun belirli merkezlerde yoğunlaşması, kadının geniş ölçüde iş yaşamına atılması geleneksel bağların ve düşünce yapılarının değişmesi sonucunda feminizmin ortaya çıktığını kabul etmektedir. Feminizm üç dalgaya ayrılmaktadır. Bu feminist dalgalarda kadınlar, temelde cinsiyet ayrımcılığına karşı, kamu ve özel alanlarda maruz kaldıkları baskılara ve ataerkil yapılanmaların önüne geçerek kadınların haklarına ulaşmaları için mücadele etmişlerdir.
a. Birinci Dalga: 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başları olarak sınırlarını çizebileceğimiz 1. Dalga feministlerin temel hedefi ataerkil siyasal düzenin değişmesi ve kadınların kanuni eşitliğe sahip olmalarıydı. Bu çerçevenin öncesinde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi4 ile gelişen yaşamdan doğan doğal haklara değinmek gerekiyor. Kadınların bu doğal hakların neresinde olduğunu sorgulayan Mary Wollstonecraf ve Seneca Falls gibi kadınlar temel haklar konusunda kadınların erkeklerden bir farkı olmadığını savunuyordu.
b. İkinci Dalga: 2. Dalga Feminizm daha şiddetli tartışmalara sahne oldu ve gelişmiş ülkelerle dünyanın geri kalanı arasındaki fark bu dönemden sonra ciddi ölçüde açıldı. Hukuksal anlamda elde edilen eşitlik, yaşam pratiklerine bakıldığında hiç de elde edilememiş durumdaydı ve artık ev içi eşitlik, kadının kendi emeği ve bedeni üzerindeki hakkı gibi konular tartışılıyordu. Bu dalganın belki en önemli özelliği toplumun dönüşümünü hedefleyen radikal, reformcu ve kapsamlı taleplerinin olmasıdır. Temel hedef elbette ataerkinin bütün kurumlarıyla yıkılması, kadınlar için daha eşit daha adil bir dünya olmasıdır.
c. Üçüncü Dalga: 3. dalga feminizm ise 2000’lerden itibaren daha görünür olan azınlık grupların, yani beyaz olmayan kadınlar için de eşitlik mücadelesinden oluşuyor. Bazı feminist teorisyenler özellikle dil alanındaki cinsiyetçiliğe odaklanan, kadınları sınırlandıran ve baskı altında tutan bütün toplumsal pratiklerin dogmalarda ve zihinlerde var olduğu düşüncesine sahipler. Kadınların genellikle cinsiyet, sınıf, ırk gibi eril yapının genel ilkeleri tarafından bölünerek birbirinden koparıldığını ve kolektif bilinç kazanamadığını savunuyorlar. Feminizmde kadın meselesi hem bir cinsiyet hem de artık bir kimlik meselesi olarak görülmektedir. Diğer bir deyişle, ikinci dalga feminizmin en net talebi eşitlik ise üçüncü dalgada artık talep, farklılıkların kabul edilmesidir. Her kadının farklı baskı ve ezilmişlik sorunlarının olduğunu, bunları görünür kılarak sürekli daha da artan ekonomik kalkınma, az gelişmişlik, çevre sorunları, sosyal eşitlik, sosyal gruplara saygı, adalette eşitlik gibi sorunlara da feminist bir bakış açısı getirilmiştir. Feminizm burada artık ‘pozitif cinsiyet ayrımcılığı’ denen şeyden bahsetmektedir. Çünkü güçsüz bırakılmış kadınların erkeklerle eşit duruma gelebilmeleri için sadece rahat bırakılmalarının yetmeyeceğini düşünüp ve desteklenmelerini talep etmektedir.
3. Bölüm
Türkiye’de Feminizm
1934 yılında, yani henüz genç Cumhuriyet döneminde, Türkiye’nin erkeklerle “eşit” kadın yurttaşları seçme ve seçilme haklarına, Fransa, İtalya, Hırvatistan, Slovenya ve hatta bugün Avrupa’nın en ileri demokrasilerinden biri olarak kabul edilen İsviçre’den önce kavuşmuşlardır. Türkiye’de kadınlar önce 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını, 5 Aralık 1934’te ise parlamentoya katılma hakkını elde etmişlerdir. Buradaki tek sorun, kadınlara “haklarını verme” fiilindedir, çünkü bu haklar kadınlara kendiliğinden verilmemiştir. Tersine, kadınların bu hakları elde etmesi, on yıllar boyunca sürdürdükleri mücadelenin sonucu olarak görülmektedir. Cumhuriyet’ten önce kadınlar, hep birlikte kendileri için eğitim hakkı, çalışma hakkı, aile içinde saygın bir yer edinme hakkını savunmaktaydılar. Ayrıca erkeklerin dört eşliliğine karşı çıkmakta, yine erkeklere tanınan bir hak olarak boşanmanın kolaylığına itiraz etmekteydiler.
4. Bölüm
Türkiye’de Feminizm Neyi Başardı?
Feminist mücadelenin gelişim süreci toplumsal, ekonomik ve hukuki alanda kadınların sosyoekonomik bağımsızlıklarını elde etmeye başlamasıyla olmuştur. Bu sosyo-ekonomik bağımsızlıklar genellikle sanayileşme, modernleşme ve hukuk süreçleriyle paralellik taşımaktadır. Dünyada henüz 'BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi', 'İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi', ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW)6 ’, gibi uluslararası sözleşmelerin ve kadın erkek eşitliğine yönelik çalışmaların dünya gündeminde bile olmadığı bir dönemde, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yapılan devrimlerle kadınlara siyasette eşit seçme ve seçilme hakları verilmiştir. Daha sonra 1985 yılında, Türkiye’de CEDAW’ın kabul edilmesi ile birlikte ülkemizdeki ilk gelişme, 1990 yılında devlet bakanlıklarından birinin ‘kadın ve aileden sorumlu’ olması ile başlamıştır. Daha sonra medeni kanunda yer alan ‘kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan’ madde kaldırılmış, kadın okur yazarlığının %100’e çıkarılması için çalışmalara başlanmış, zorunlu eğitim 8 yıla çıkarılmıştır. Ve yine feminizm mücadelesi sayesinde, medeni kanunda değişiklik yapılarak evli kadına kendi soyadını da taşıma hakkı verildi. İş kanununda da değişiklik yapılarak ‘eşit davranma ilkesi’ kabul edilmiş, 2004 yılında ise Anayasa’ya “kadın erkek eşit haklara sahiptir. Devlet kadın erkek eşitliğinin yaşama geçirilmesinde yükümlüdür” kuralı eklenmiştir.
5. Bölüm
Neden Feminizme Hâlâ İhtiyacımız Var?
Kadınların Kurtuluşu Bildirgesi şu cümle ile biter: ‘Bütün kadınları ezilmişliğimizi fark etmeye, ezilmişliğimize karşı tavır almaya, dayanışmaya, örgütlenip çıkarlarımız için mücadele etmeye çağırıyoruz.’ Bu çağrı bütün kadınlara yöneliktir ve onları bulundukları yerlerden başka bir yere çağırmaktadır: politikaya, özgürleşmeye, kurtuluşa ve birleşmeye. Ezilmeyi ortadan kaldırmak isteyen her insanın başka bir yere gitmesi gerekir. Bulunduğu yerden katılamaz buna, harekete geçmesi ve feminizme doğru gitmesi gerekir. Bugün kadın ve erkek arasındaki terazinin eşitlenmesi için, kadınların sahip olması gereken sosyal hak ve özgürlüklere sahip olması ve bunların pratikte de uygulanabilmesi için, sadece kamusal alanda değil her alanda, aile içinde, iş ortamında kadın ve erkek eşitliği için, iş ortamında kadın ve erkek arasında yaşanan finansal eşitsizliklerin artık ortadan kalkması için, kadının kendi bedeni üzerinde sahip olması gereken haklar için ve gerçekliğin oluşumuna katkıda bulunan, kullanığımız dildeki kadınları içten içe küçümseyen ve dışlayan kavramların artık kullanılmaması için, kadına şiddetin ve tecavüzün yok olması için dünyanın feminizme, feminizm gibi bir mücadeleye ihtiyacı vardır.
KAYNAKÇA
1) Isabelle Ernot, Sociétés industri-elles: un siècle de mutations, Geneviève Dermenjian, Irène Jami, Annie Rouquier ve diğerleri, La place des femmes dans l histoire: une histoire mixte içinde, Éditions Berlin, Paris.
2) Merriam Webster dictionary, Essential Meaning of Feminism.
3) en.wikipedia.org/wiki/Feminism
4) İstanbul Barosu, ‘Uluslararası Belgelerde Kadının İnsan Hakları Ve Türk Hukukuna Yansımaları’, ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulü kadının insan haklarının hareket noktası olmuştur.’
5) Seneca Falls’un çerçeve metni ABD’li Elizabeth Cady Stanton tarafından yazılan Seneca Falls Bildirgesi dünyanın ilk kadın hakları bildirgesi olarak bilinmektedir. Bildirgenin içeriği, 19-20 Temmuz 1848’de, New York’ta gerçekleşen toplantı esnasında tartışılmış ve sonrasında imzaya açılmıştır. İsmini toplantının yapıldığı yerden almıştır. Bildirge, ‘kadınların toplumsal, medeni ve dini alanlardaki durumu ve hakları’ üzerinedir. Bildirgede, ‘Kadınlar ve erkekler eşit yaratılmışlardır’ ifadesi geçmektedir.
6) 18 Aralık 1979 tarihinde BM Genel Kurulunda kabul edilen ‘Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi’ (CEDAW), Convention on the Elimination of All Forms Discrimination Against Women.
Fatma Nur ALKAN
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Bölgesel Analiz Topluluğu
Yorumlar
Yorum Gönder