Almanya Seçimleri ve AUKUS Gerilimi: ABD’nin Liderliği Sorgulanıyor mu?
Doç.
Dr. Serdar YILMAZ
Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü
26
Eylül’de Almanya’da yapılacak ve 16 yıl sonra Başbakan Merkel’in aday olmayacağı
seçimler sonuçları itibariyle çok büyük değişimlere sebep olacaktır demek
isterdim lakin Almanya’nın bir sistem ülkesi olduğu, insanların liderden ziyade
parti seçtiği ve dolayısıyla iç ve dış politikada çok büyük değişimlerin
olmayacağı bir realite. Ancak 16 yıl sonra Sosyal Demokrat Parti (SDP)’nin
anketlerde ilk defa öne geçtiği ve Hristiyan birlik partilerini geride
bıraktığı bir döneme şahitlik ediyoruz. Merkel’in partisi Hristiyan Demokrat Birlik
Partisi’nin Merkel kadar güçlü bir aday çıkaramadığı ve uzun dönemli iktidarın
vermiş olduğu metal yorgunluktan dolayı seçilemeyeceği bir seçim yaşanma
ihtimali çok yüksek. Üç önemli partinin yarışacağı bir seçim olacak. Yukarıda
adı zikredilen iki partinin dışında en güçlü üçüncü parti ise Yeşiller Partisi’dir.
Bu üç partinin oy oranları yüzde 18 ila yüzde 23 civarındadır.
SDP’nin
en büyük avantajı mevcut iktidarın 16 yıl içinde yıpranmasıdır. İktidarın çok
yıprandığını ve muhalefete geçip bir dönem soluklanması gerektiğini
belirtmektedir. Bunun dışında mülteciler konusunda katı kuralları yoktur. Eğer
göçmenler değerlerimizi paylaşır, yasalarımıza uyarlarsa ve dilimizi
konuşurlarsa tüm katılım fırsatlarına sahip olabilirler görüşü hâkimdir. Yeni
bir doğu politikasına ihtiyacımız var diyerek Türkiye’den başlayıp Asya
kıtasına kadar farklı bir işbirliği modeli sunmanın hazırlıklarını yapmaktadır.
Güçlü bir NATO ortaklığını savunan SDP, Rusya’nın son dönem yayılmacı
politikalarından rahatsız olsa da Kuzey akım 2 projesi ve Rusya ile olan mevcut
ilişkileri sürdürmek niyetindedir.
Almanya’da
seçime girecek diğer partiler Hür demokrat Parti (oy oranı yaklaşık yüzde 12),
Sol Parti (oy oranı yaklaşık yüzde 6), ve göç, İslam ve müslüman düşmanı nasyonal
parti olan Almanya için Alternatif Parti’sidir (oy oranı yaklaşık yüzde 10).
Ancak bu üç partinin olası bir koalisyon hükümetinde bir etkilerinin olacağı
kanaatindeyim. Seçimlere katılacak tüm partilerin değindiği dört önemli konu
var. İklim, ekonomi, savunma ve göç. Göç ile ilgili temel kanı şöyle: Suç işleyen
göçmenler kesinlikle sınır dışı ekilecek, Almanya’daki değerler benimsenecek,
Alman yasalarına uyum göçmenlerin temel kalma nedeni sayılacak ve göçmenler
Almancayı muhakkak öğrenecek.
Seçimlere
yönelik muhtemel bir senaryoya sahibim. Senaryoma göre seçimlerde üçlü bir
koalisyon çıkacak, kurulacak hükümet üzerinde uzlaşmanın aylar sürme
ihtimalinden dolayı Merkel bir süre daha başbakan kalacak. Neticede er ya da
geç anlaşma sağlanacak ve yüksek ihtimalle SDP adayı Olaf Scholz Almanya’nın
yeni başbakanı olacak.
Almanya
seçimlerinin dışında küresel siyaseti yakından ilgilendiren ve derinden
değişimlere sebep olacak bir olay daha yaşandı. Avustralya, İngiltere ve
Amerika arasında oluşturulan AUKUS Anlaşması ve Avustralya’nın nükleer denizaltı
inşası işini Fransa’dan alıp İngiltere ve Amerika’ya vermesi. AUKUS Anlaşması
Avustralya İngiltere ve Amerika'nın kurduğu özellikle Asya-Pasifik bölgesinde
nükleer denizaltılarda kullanılan teknolojinin paylaşılmasını ve nükleer
denizaltı inşasını içeren bir savunma anlaşmasıdır. Amaç Avustralya'nın nükleer
denizaltına sahip olması ve Asya-Pasifik bölgesinde başlayan Amerika-Çin soğuk
savaşında ABD lehine preemptive denilen önleyici bir güç olması. Neden çünkü
Avustralya nükleer denizaltılar ile donatılacak ve Asya-Pasifik'te devriye
yapacak.
Burada
dikkatle takip edilmesi gereken önemli meseleler var. Örneğin Avustralya bu
anlaşma ile daha önceki nükleer denizaltı yapımı için anlaştığı Fransa'yla
büyükelçilerinin çekecek düzeyde bir sorunla karşı karşıya kaldı. Çin'in
bölgedeki en büyük ticaret ortaklarından biri olan ve yakın zamana kadar
Amerika'nın Çin stratejisini desteklemeyen Avustralya, şimdi de Çin’i karşısına
almayı göze aldı ve Avustralya neden bölgede ABD'nin yörüngesine girmeyi kabul ediyor.
Bu işin ismini net olarak koymakta fayda var. Bu hamlenin bölgedeki en büyük
hedefi Çin Halk Cumhuriyeti dir. Çünkü Amerika'nın Hint-Pasifik stratejisinin
en büyük amacı Çin’i kendi bölgesine hapsetmek için Hindistan'dan Japonya'ya
uzanan alana ve Pasifik Okyanusu'nun tamamına müttefikleri ile birlikte Egemen
olmaktır. Nitekim AUKUS Antlaşması'nın bir nevi ayak sesleri olan QUAD
anlaşmasının yapılması, İngiltere'nin hem küresel ortaklıkta ABD'nin yanında
durmak hem de pazar alanlarını genişletmek amacıyla Queen Elizabeth uçak gemisini
geçen hafta Hint-Pasifik bölgesinde konuşlandırılması, ABD'nin Biden yönetimi
ile birlikte Çin’i küresel bir tehdit olarak görüp buna göre stratejilerimiz
belirleyeceğiz demesi Çin'in çok net bir şekilde hedef alındığını göstermektedir.
Çin
ilk günden itibaren yaşanan gelişmeleri yakından takip etmekte, hatta AUKUS
Antlaşması sonrası ilk tepkisini sert sözlerle dile getirmiştir. Üç ülkenin
bölgesel barış ve istikrara ciddi şekilde zarar verdiklerini, bu hamle ile
silahlanma yarışını hızlandırdıklarını ve nükleer silahların yayılmasını önleme
çabalarına zarar verdiklerini söylemiştir. Ayrıca Soğuk Savaş zihniyeti ve
ideolojik önyargıları canlandırmamak gerektiğini belirtmiştir. Çin şu anda
teyakkuz halinde yaşananları ve olayları takip etmektedir.
Fransa
ise özellikle ABD ve Avustralya ya çok daha tepkili, sırtımızdan bıçaklandık
tabirini kullanıyorlar. ABD her ne kadar
Fransa bizim için hayati bir ortaktır deyip durumu yatıştırmaya çalışsa da bu
son gerginlik “NATO'nun beyin ölümü gerçekleşti, ABD'ye karşı daha bağımsız bir
Avrupa Birliği” fikrini savunan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un elini
güçlendirebilir. Hangi konuda elini güçlendirebilir? Fransa'nın başını çektiği
bir Avrupa ordusu kurma konusunda Macron’un elini güçlendirip daha kararlı
adımlar atmasına neden olabilir. Zaten bir süredir Avrupa Birliği içinde var
olan Avrupa gücü ve AB savunma Birliği gibi askeri konular AUKUS Anlaşması'ndan
sonra çokça tartışılacak gibi.
Sonuç
olarak şöyle bir analiz yapmakta fayda var. Birincisi AUKUS Anlaşması söylenenin
aksine Hint-Pasifik bölgesindeki istikrarın güçlendirilmesine yardımcı
olmayacak tam tersine buradaki stabiliteyi tehlikeye atabilecek bir anlaşma. İkincisi,
Amerika'nın dışında İngiltere'nin de Çin'e karşı bir kışkırtma içinde olduğu
görülmektedir ki ilk kışkırtması geçen hafta Savaş gemisini Güney Çin denizine
göndererek yapmıştı. Üçüncüsü, her ne kadar NATO Genel Sekreteri Avrupa ordusu NATO'yu
zayıflatır hatta Avrupa'yı böler demesine rağmen Avrupa ordusu sesleri daha
fazla duyulacak gibi. Dördüncüsü, Amerikan başkanı Biden, önceki başkan Trump'tan
farklı olarak Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini restore etme hedefine doğru
önemli adımlar atmıştır ancak görülüyor ki bu adımlarında çok da başarılı bir
şekilde ilerlemiyor. Son olarak, ABD'nin müttefiklerine liderlik edebilmek
kapasitesi özellikle Avrupa Birliği içerisinde artık daha gür sesle sorgulanır
hale gelmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder