SSCB’de Emekçi Sınıfların Durumu
Ekim
Devrimi’nin vuku bulduğu an ve daha sonra işçilerin yönetimi ele alışı, tüm
dünya solu için heyecan vericiydi. Bu heyecanın yerini kurulan korku
imparatorluğu alacaktı. İktidar zehrini ‘overdose’a yakın alan kızıl
bürokratlar, makam ganimetlerini paylaşmak için işçilerin soluk benizli
etlerine saldırıyordu. Nazi Almanyası’ndan hallice bir tarihsel –histerik-
moment yaşanmaktaydı: Birkaç dazlak bir tarak için savaşıyordu. Tarak şunlara
kaptırılmamalıydı: Petit bourgeois tout
pur ve sans clottes. Asalak
takımı olan sivil ve askeri bürokrasi, bu iki sınıfa karşı ilk başta teorik
daha sonra pratik bir düşmanlık güttü. Lenin toplantılarda bizatihi bu iki
sınıfın devrimde ki önemini zımni olarak ifade etti: “… işçi sınıfının değil,
köylü nüfusunun ağırlıkta olduğu bir ülkede kurulmuştur…” (Lenin, 2010: 92).
Bakmayın küçük burjuva dediklerine, bu lafazanlığın gösterileni doğrudan
anarşistlerdir: “Şu an son kavgamızı değil, son ve belirleyici kavgalarımızdan
birini veriyor olsak da, ‘bugün son kavgalarımızdan birini kime karşı
vereceğiz?’ sorusuna tek doğru cevap, ‘içerideki küçük burjuva anarşisine
karşı’ olmalıdır” (Lenin, 2010: 235).
Hatırlarsınız
Ahmet Haşim bir mektubunda o dönem ki Anadolu’nun durumunu arkadaşına şöyle
anlatmıştır: “Anadolu Türkleri’nin
karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu
bulunuyor. Cinsi yakın bir yok olma ile tehdit eden bu halin sebebi nedir bilir
misin? Beslenme eksikliği. Her ne kadar garip görünse de Anadolu Türkleri henüz
ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki, ne
olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı! … İstisnasız nakil vasıtaları olan
kağnı hiç şüphe yok ki taş devri keşiflerinden ve aletlerindendir. Kağnı bir
araba değil, fakat hayvana yapışıp … onun kanını ve canını emen bir canavardır!
… Evlerine gelince, onlar da öyle: Duvarlar yontulmamış alelade taşların, çalı
çırpının, leylek yuvasında olduğu gibi gelişigüzel dizilmesinden hasıl
olmuştur. Anadolu külliyen temizlikten mahrumdur. Sakallı Celal’in dediği gibi,
en nefis icatları olan yoğurt bile pislik mahsulünden başka bir şey değildir.
…Anadolu hemen baştan başa frengilidir. Anadoluluların güzelliği de
bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, topluca
o kadar topal ve topalların o kadar muhtelif çeşidi görülür ki insan kendini
eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum sanır” (Aktaran
Şengör, 2016: 11-12). Bu senaryonun deyim yerindeyse aynısı Ekim Devrimi
sonrası oluşan durumla örtüşür. Kırsalda kalan köylülerin tüm ürünlerinin
3/2’sine merkezi hükümet tarafından el konulmuştur. Onlarca deliği olan
kemerlerine birkaç delik daha açmak zorunda kalan işçi ve köylüler, zorunlu
olarak ürünlerini hasıraltı etmeye çalışmışlardır. Kırsalda ki sözde asayişi
sağlayan kızıl militanlar, saklanan ürünlerin bedelini infaz, hapishane ve
gulaglar ile ödetmiştir. Elbette, Troçki için bunlar da devrimin masraflarına
dahildi. Eğer tavamda kızarmak istemiyorsanız, ateşin üzerinde bir gezintiye
çıkabilirsiniz mesajı tüm halkın kulağında çınlıyordu. Kalkınma planları
teorinin bu granit temelinde inşa ediliyor ve tüm ideolojik silahlarını tav
ocağında şekillendiriyorlardı. Sefalet ve suçun artışı ilk oportünist çıbanın
patlamasına denk gelir. NEP, yani Yeni Ekonomi Politikası. Anarşistleri
suçladıkları küçük burjuva usulünce bir karardır: Kapitalizmde olduğu gibi
‘küçük’ işletmelerin kar odaklı piyasaya mal sunabilmesini amaçlayan bir
politikadır. Üstelik bunların denetimi, küçük burjuva sapma olarak görülen
sendikalara verilmiştir. Durumun iyice kontrolden çıkması Savaş Komünizmi’nin
ilanına kadar gider. Bu deklarasyonun feci sonucu Stalin’dir. 1921’e kadar
yürürlükte kalsa dahi, Stalinist hükümetin yönetim şekli geriye dönük olarak bu
deklarasyon üzerinden şekillenmiştir. İleride Lenin’in mirası Stalin daha
detaylı işlenecektir. İç ve dış savaşın etkileri yani pratik sonuçlarının,
halkı buraya ittiğini söylemek, alışılageldik liberal tantanalardandır. Engels’in ilk emprik çalışması olan İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu’nda
ki kapitalistler ve liberal politikacıların bu tantanaları sıklıkla söylediği
görülmektedir. Anın gerçekliğinden ziyade arzu edilir geleceğin büyüsü ile
durumu lehine çevirmeye çalışan Sovyet bürokrasisi, çatlak vermeye başlamıştı:
“Savaş bizi (yüz binlerce insanı, bütün
ülkeyi) savaş dönemi görevlerine alıştırdı ve ordunun büyük kısmı, bu askeri
görevleri hallettikten sonra, kırsalda çok daha kötü koşularla ve inanılmaz
zorluklarla karşılaştırdığından, üstelik bu ve genel kriz yüzünden çalışma
fırsatı da bulamadığından, şu an savaş ile barış arasında arada derede bir
sonuçla karşı karşıyayız. Şöyle ağız tadıyla barıştan bahsedemiyoruz; tam da
terhisler yüzünden (yani İç Savaş’ın sonu geldiği için) barışçıl inşaya
odaklanamıyoruz, çünkü terhisler savaşın sürdürülmesine, ama bu kez yeni bir
biçim altında sürdürülmesine yol açıyor. Şu an yeni tür bir savaşın içindeyiz,
bu yeni savaş biçiminin kısa adı ‘haydutluk’tur: Savaşın zorluklarına alışmış
ve savaşı tek zanaatı olarak gören on binlerce, yüz binlerce terhis olmuş
asker, yoksulluk içinde ve mahvolmuş vaziyette geri dönüyorlar ve çalışacak iş
bulamıyorlar” (Lenin, 2010: 144). Yukarıda ki argüman ciddiye alınmayacak
kadar şarlatancadır. İç ve dış savaşın tüm sorumluluklarını büyük çoğunluğu
köylülerden oluşan askerlere yükle, daha sonra ise tüm faturayı onlara kes. Tek
zanaatlarının savaşmak ve bunun sonucunun ‘haydutluk’ olduğunu söyleyen Lenin,
savaş sonrası kırsalda tarımsal üretime başlayan askerlerin mallarını
‘çalarken’ bizatihi haydut kendisi oluyordu. Aşağı yukarı tüm Rus halkı
alkolizme itilmişti. Halk, patates perhizi yaparak tasarruflarını alkole
harcıyordu. Bu fakr u zaruret halkı bunalımın eşiğine getirmişti. Etli yapılan
yemekler genelde mundar olan hayvanlardan yapılıyordu. Çünkü haydutluk yaparak
kırsaldan aşırdıkları hayvanlar, merkeze gelene kadar hastalık ve kötü
şartlarla dolu yollarda ölüyordu. Buğday üretimi durma noktasına gelmişti.
Hiper-enflasyon heyula gibi tüm Rusya’yı dolaşıyordu. Çözüm bulunmuştu, yine
yanlış akıl yürütme ile suç en büyük şeytana atılmıştı: “Bu sonuçlar sendikalizmdir çünkü buna dikkat etmenizi istiyorum-
bizdeki proleterya büyük oranda sınıfsızlaşmıştır; korkunç krizler ve
fabrikaların kapanması insanları açlıktan kaçmaya zorladı. İşçiler fabrikaları
terk ettiler; kırsal bölgelere yerleştiler ve işçi olmaktan çıktılar. Eşi
görülmedik krizlerin, İç Savaş’ın, kır ile kent arasındaki düzgün ilişkilerin
bozulmuş olmasının ve tahıl sevkiyatının durmasını büyük fabrikalarda üretilen
küçük ürünlerin (örneğin, sigara çakmağı) ticaretine yol açmıştır ve bunlar
tahılla mübadele edilmektedir, çünkü işçiler açlık ölüyorlar ve tahıl sevkiyatı
yok, bunların farkında değil miyiz? İşte, proletaryanın sınıfsızlaşmasının ve
küçük burjuva, anarşist eğilimlerin kaçınılmaz yükselişinin ekonomik kökeni
budur” (Lenin, 2010: 177-178).
Bu
olgusal durumların analizi Liliput ülkesi üzerine yapılıyor sanırım. Zizaklı
cevapların tüm çıktısı anarşistleri buluyor. Partinin ana çekirdeğini anarşistler
ve anti-otoriterler oluşturuyormuş gibi aptalca somut durum analizi yapılıyor. A tout prix –ne pahasına olursa olsun-
Sovyet hükümeti nihayetin de demir süpürge ile anarşizmi Rusya’dan kovmalıydı
(Aktaran Marshall, 2019: 659). Çelişkili ve çarpık sonuçların etkisi
anarşistler için barizdir: Kurban masum olduğunu iddia etse de suçlama iz
bırakır. Anarşistler bu şeytani imgeyi de hoşgörü ile karşıladılar; Sovyet
bürokrasisinden önce Avrupalı liberal güruhta bunu yapıyordu, Bakunin ise şunu
ortaya koydu: Şeytan ilk özgür düşünürdür, alemlerin özgürleştiricisi ve sonsuz
itaatsizlik evreninin efendisidir (Aktaran Marshall, 2019: 860). Sosyalizm ve
Barbarlık seçeneği iki türde de dikatomik işliyor Sovyet dünyasında. Girift ve
sarmal bir toplumsal tezahürde iki seçenekte aynı anda deneyimlenmekte.
Anarşistler ise daha gerçekçi olarak şu iki seçeneği koyuyor: Anarşi ya da yok
olma. Merkezi hükümet ve üretim araçlarını elit sınıfın tasarrufuna bırakmak
nihai olarak bizi ilerlemeye, yani diyalektik uyarınca; komünizme götürmez.
Anarko-sendikalizm sınıfsız topluma, bürokrasisiz, ordusuz, kapalı katmanı veya
iş grubu olmadan gidileceğini savunur.
Anarko-sendikalizmin
devrimci ruhunu içinde taşıyan Situationistler, SSCB’nin öncü partisine 1968’de
şu telgrafı gönderir: “TİTREYİN
BÜROKRATLAR STOP ULUSLARARASI İŞÇİ KONSEYLERİNİN GÜCÜ SİZİ KISA SÜRE İÇİNDE YOK
EDECEK STOP SON BÜROKRAT SON KAPİTALİSTİN BAĞIRSAKLARIYLA ASILMADIKÇA İNSALIK
MUTLU OLMAYACAK STOP YAŞASIN KRONŞTAD DENİZCİLERİNİN VE MOKNOVŞÇİNA’NIN TROÇKİ
VE LENİN’E KARŞI MÜCADELESİ STOP YAŞASIN 1956 BUDAPEŞTE KONSEYCİ AYAKLANMASI
STOP KAHROLSUN DEVLET” (Aktaran Marshall, 2019: 754).
‘Bütün
İktidar Sovyetler!’ sloganı yerini sefil ve ahmakça olan ‘Bütün İktidar Parti
Önderliğine!’ bıraktı. Elit tabanın oluşturduğu yeni kültür, Yahudi grupların
partikülarize iktidarına benziyordu. Elitler arasında dolaşımın bile olduğu
söylenemez, partinin ilk yönetim takımının sürekli olarak bayrak değiştirmesi
söz konusudur. Bu elit deyim yerindeyse terra
abscondia –göze görünmeyen ülke- vari bir dünya inşa etmiştir, alttaki tüm
unsurların omuzlarında yaşamakta. Kropotkin Rus Devrimi’nin gidişatını birinci
elden gözlemliyor ve iltihaplı bölgeleri anarşist tıbbi araçlar ile tahlil
ediyordu: “Ülke tek bir partinin diktatörlüğü altında işçi ve köylü
konseylerini eziyor. Mutlak monarşi döneminde olduğu gibi bu konseyler pasif
kalmaya indirgeniyor” (Kropotkin, 2015: 48). Merkezi hükümetin diktatörce ve
yukarıdan inme kararlarına direnebilecek tek taraf İşçi Muhalefeti idi ve onun
çözüm önerisi ise sendikalardı. Üretim demokrasisi, Bolşevik ve Menşevik
ayrımına gidilmeden önce Sovyetler’in özgün fikriydi. Bu fikir yerini ‘eleştiri
özgürlüğü saçmalığı’na bıraktı: “Bizi
eleştiri özgürlüğü gibi laflarla kandıramazsınız. Bize partide bir hastalığa
dair belirtiler olduğu söylendiğinde, bu teşhise iki kat daha fazla önem vermek
gerektiğini söyledik: Bir hastalık –anarşist hastalık- olduğu çok açıktır.
Gelin tedavi sürecine yardımcı olalım. Tartışmayla epeyce vakit kaybettik ve
artık muhalefetin sunduğu tezlerle tartışmaktansa ‘silahlarla’ tartışmanın daha
doğru olacağını söylemek zorundayım. Yoldaşlar, şu an muhalefet etmenin hiç
zamanı değil. Ya bu taraftasınız ya o tarafta, ama muhalefetle değil silahla!
Nesnel durumun sonucu bu, suçlusu biz değiliz. Yoldaşlar, şimdi muhalefet etme
zamanı değil! İnanıyorum ki Parti Kongresi muhalefet zamanının geçtiği ve
kapının kapandığı sonucu çıkarmak zorunda kalacaktır. Artık daha fazla
muhalefet istemiyoruz! (alkışlar)” (Lenin, 2010: 179). Tüm muhalif sesler
bu kongre sonrası bastırıldı. Biat tüm Sovyetler’i hakimiyeti altına almıştı,
bu bürokratik mantık çürümüş halkı iyice kokutuyordu. Sendikalist sapmanın yani
anarşistlerin kurumsal dayanaklarının tüm İşçi Muhalefeti’ni sardığını, bununda
bir çocukluk hastalığı olduğunu tespit eden Lenin, tedaviyi yukarıda
alıntıladığım gibi silahta buluyordu. Cadı avına başlayan Kızıl Ordu, Troçki
komutasında tüm Rusya’ya çocuk hastalığından kurtarmak için ilaç sevkiyatı
yapıyordu. Karşı-devrimci iki tezahür yani: Kronştadt ve Mahnovşçina ilk önce
kullanıldı daha sonra karşı-devrimci unsurların olduğu müzenin tozlu raflarına
kan lekeleri ile kaldırıldı. Tarihin en büyük ihaneti Mahno ve ordusuna yapılan
ihanettir. I. Dünya Savaşı’ndan çekilen Rusya’nın doğu kanadını beyaz
tehdidinden korumak için önemli bir tarihsel misyon üstlenen Mahnovşçina’nın
sonra karşı karşıya geldiği durum eza ve mezalim dolu olmuştur. Bunlara anbean
şahit olan Prens Kropotkin ölümünden hemen önce Rus Devrimi hakkında şunları
yazdı: “… dehşet sürmektedir. Bütün
ülkeyi tahrip etmektedir. Çılgın bir öfkeyle insan hayatlarını tüketmektedir.
Onun barışçı bir ilerleme değil, bir devrim olmasının nedeni budur, çünkü neyi
yıktığına ve neyi sönümlendirdiğine bakmaksızın yıkmaktadır. Ve kendi kendine
tükeneceği an gelene kadar, onu bir başka kanala yönlendirecek gücü
bulamayacağız. Kendi kendisini tüketmesi gerekir” (Aktaran Marshall, 2019:
658).
Lenin’in Magnum Opus’u:
Stalin
Lenin’i var eden Marks ve Engels ise, Stalin’i var eden de Lenin’dir. Ölmeden önce ona bir doktrin ve bürokratik aşırılıklarla malul bir devlet bırakmıştır. Lenin’de ki durumu birazda olsa düzeltme kaygısı, Stalin’de daha da kemikleştirme halini almıştır. Stalin’in sırtını yasladığı teorik zemin nedir? “(a) Parti, öteki proleter örgütlenmeleriyle (sendikalar, kooperatifler, devlet kuruluşları) karşılaştırıldığında proleteryanın sınıf örgütlenmesinin daha yüksek bir biçimidir. Üstelik bu işlevi bu örgütlenmelerin çalışmalarını genelleştirmek ve yönlendirmektir; (b) proleterya diktatörlüğü, ancak partinin bunun yönetici gücü olması yoluyla gerçekleştirebilir; (c) proleterya diktatörlüğü ancak bir parti, yani Komünist Parti tarafından yönetilirse tam bir proleterya diktatörlüğü olabilir; (d) Partide çelik bir disiplin olmaksızın proleterya diktatörlüğünün sömürücüleri ezme ve sınıf toplumunu sosyalist topluma dönüştürme görevleri yerine getirilemez” (Lenin, 2011: 357). Üstelik bu disiplin ve kontrol arzusu savaş dönemlerinde değil ‘duru barış’ dönemlerinde de mütemadiyen devam etmeliydi. Stalin sözcülerinden olan Sorin, bu disiplinin karakolunun parti olduğu ifade etmekteydi. Çelik gibi ve en katı disiplin tüm kurumsal yapılarda tecessüm etmeliydi, tüm kollar öncü partide birleşmeliydi. İlerlemeye –yani sınıfsız topluma- ulaşmanın manivelası bu totaliter prosesten geçmekteydi. De facto bürokratik işleyişe Stalin’in pek özgün katkısı olmadı. Kusursuzca tasarlanan diktatörlüğün sefasını çekmek Demir Adam’a kalmıştı.
MUSTAFA YURDAL
BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU
KAYNAKÇA
Kropotkin,
Pyotr. (2015). Anarşist Ahlak. İstanbul. Kaos Yayınları
Lenin,
Vladimir, İlyiç. (2010). Kronstadt’tan Parti İçi Muhalefete. İstanbul.
Agora Kitaplığı.
Lenin,
Vladimir, İlyiç. (2011). Seçme Yazılar: Devrim, Demokrasi, Sosyalizm. İstanbul.
Yordam Kitap.
Marshall,
Peter. (2019). Anarşizmin Tarihi: İmkansızı İstemek. İstanbul. İmge
Kitabevi
Şengör,
Celal. (2016). Dahi Diktatör.
İstanbul. Ka Kitap.
Yorumlar
Yorum Gönder