SINIR AŞAN DEVRİMLERE GİDEN YOLDA: RÖNESANS VE REFORM
GİRİŞ: Orta çağ Avrupa tarihinin karanlık dönemlerine sebebiyet veren Katolik kilisesinin, köhne bir zihniyetle süregelmesi Avrupa kültürü ve tarihi üzerinde unutulamaz olaylara sebebiyet vermiştir. Günümüzde de etkisi devam eden, Avrupa kültüründe bilim, ekonomi, politika, entelektüel yaşam gibi alanlarda kırılma noktası, kilise merkezli düşünce yapısının bulunduğu karanlık çağa bir başkaldırı gereği hissettiren ve hiçbir şeyin bir daha eskisi gibi olmamasına olanak sağlayan olaylar, yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans ve ardından da bu yeniden doğuşun ürünü olan Reform ile başlamıştır.
Michelangelo’nun Adem’in Yaratılışı adlı freskti
14. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ekonomik zorluklar,
veba, kiliselerden uzaklaşma gibi nedenlerden dolayı zor dönemler baş
gösteriyordu. Fakat, Batı bu zorluklara Rönesans’ın canlılık, gençlik ve
yenilik isteğiyle karşılık verdi. Felsefenin dine, siyasal iktidarın kiliseye
bağımlı olduğu, skolastik düşüncenin yıkılmaya başladığı süreç “Yeniden Doğuş”
anlamına gelen Rönesans ile İtalya’da başlamıştır. Sebebi ise, İtalya’nın hem
coğrafi konum elverişliliği hem de yönetim biçimi uygunluğuyla özgür düşünce ve
yeni sanat anlayışlarının ortaya çıkması için müsait olmasıdır. Özellikle,
Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’u fethetmesiyle İtalya’ya kaçıp sığınan
Bizanslı bilginler; edebiyat, sanat ve bilim gibi dallarda yapılan çalışmaların
hızlandırılmasına katkı sağlamıştır.
Rönesans, aynı zamanda, Keşif Çağı'nda
Avrupa'nın entelektüel yaşamını derinden etkileyen kültürel bir harekettir. 16.
yüzyılda, Avrupa'nın geri kalanına yayılan etki alanları sanatta, siyasette,
mimaride, bilimde ve müzikte; Hümanizm, Platonculuk, Aristotelesçilik,
Septikçilik, Atomizm gibi birçok felsefi akımda görülmüştür.
Rönesans-Hümanizm Çağı- Siyasi Düşüncenin Yenilenmesi:
Orta çağ din
biliminin görmezden geldiği, insanı, insana dair her şeyi, doğayı ve bilimleri
canlandırma amacı güden hümanizm; temelinde insan saygınlığı fikrinin Avrupa’da
ortaya çıkışını hem Rönesans hem de Gutenberg sayesinde matbaanın tanınmasına
borçludur. Hümanizme göre, bütün konular incelenmeli ve herkese öğretilmelidir.
Hümanizmi destekleyen düşünürlerin olduğu dönemde Roma tarihine duyulan
hayranlıkla beraber siyasi düşüncede yenilenmeye başlamıştır.
Hümanizm,
Platon’un ‘Devlet’, Aristoteles’in ‘Politika’, Cicero’nun ‘De Officiis’ adlı
siyasi metinleriyle yeniden kimlik kazanmıştır. Böylece siyaset teorisi yenilenmiş
ve üç yönde gelişmiştir. Machiavelli’ye ait olan; hükümdarın çıkarı adına
devletin var oluş nedeninin haklılığını savunan teori, Erasmus’a ait olan; genç
hükümdarların eğitiminde kullanılan ve krallık üzerine ders veren el
kitaplarının geliştirilmesi ve Thomas More ile Campanella’ya ait olan; kamu
yararına çağdaş rejimlerin eleştirisini yapan ütopik ideal şehir kavramıdır.
Gelişen bu yeni
teoriler, dinin özünden hiçbir şey götürmediği gibi aksine krallık sistemine
duyulan inancı güçlendirmiş, halkın toplumsal eşitsizliği Tanrı’nın dileği
olarak görmesini sağlamıştır. Böylece İtalya-Avrupa ve Akdeniz’in her köşesi
sanatsever kent devletlerine dönüşmüştür. O zamanın dâhilerinden olan Leonardo
Da Vinci, Michelangelo gibi düşünürler hem sanatçı hem şair hem de mühendis
gibi aynı anda birçok alana yönelik çalışmalar yapmıştır. Hala daha günümüzde
popüler olan mimari ve sanata damga vuran eserler vardır; Vatikan’da Hristiyan
aleminin en büyük kilisesi olarak hizmet vermekte olan San Pietro Bazilikası”,
Alberti, Raphael, Bramante, Michelangelo ve Bernini gibi sanatçılar tarafından
tasarlanan, hristiyanlar için büyük önem taşıyan bir yapı buna bir örnektir.
Gentile Bellini’ye ait Fatih Sultan
Mehmet portresi
15. Ve 16. yüzyıllar arasında Avrupa’nın dört bir yanını
gezmeye başlayan sanatçılar ve eserlerine örnek olarak, 1516 yılında I.
François kendisine Mona Lisa tablosunu satan Leonardo Da Vinci’yi sarayına
getirtmesi verilebileceği gibi, bir diğer önemli Rönesans dönemi ünlü sanatçısı
olan Gentile Bellini’ye ait ve bizi de yakından ilgilendiren, 1479 yılında
Fatih Sultan Mehmet’in isteği üzerine İstanbul’a gelen ve en ünlü resimlerinden
biri olan Fatih Sultan Mehmet’in portresini yaparak unutulamayan eserler
arasında yerini almıştır.
Avrupa’da 14.
yüzyılda ortaya çıkan kültürel bunalım, 15. yüzyılda Avrupa’nın Rönesans
üslubunu benimsemesiyle son bulmuştur. Ön Rönesans habercisi olarak, parşömen
yerine kâğıdın kullanımı, içi boş notalardan oluşan bir müzik yazısının ortaya
çıkışı değerlendirilebilir. İtalya’nın bu dönemde düşünce ve figüratif
üstünlüğü yadsınamaz. Yüzyıl savaşlarıyla parçalanmış olan Fransa ise, sanatın
gelişmesine pek olanak sağlayamamıştır. Edebiyat ve plastik sanatta İtalya’nın
yüzyıl gerisinde kalan Fransa, müzik için İtalya’dan üstünlük sağlamayı
başarabilmiştir. Sinema, edebiyat ve plastik sanatlar alanlarındaki başarısıyla
ABD, kültür üstünlüğünü Avrupa’dan almaya çalışırken, Avrupa’da ise sanatsal
üretkenlik tüm hızıyla devam etmektedir.
Avrupa’nın her yanına yayılan bu çok yönlülük ve sanatseverlik, siyasi
gösteriler için de ilham kaynağı olmuştur. Devlet büyüklerinin şehirlere
girişleri zafer alanına dönüşmüş, siyasi hitabet sanatı yeniden doğmuş, resmi
işlemler güzel sözlerle yürütülmeye başlanmış, halk nezaket kuralları dahilinde
ikna ve razı etmeye çalışılmıştır.
Ek olarak, Kuzey
İtalya'da ilk yerleşik temsilciler nedeniyle ilk dışişleri bakanlığının kurulduğu ve modern diplomasinin ilk
temellerin atıldığı gerçeğini düşünürsek, Rönesans'ın siyasetin en güzel dönemlerinden
biri olduğunu söyleyebiliriz. Rönesans skolastik dönemin sonunu haber
verirken çeşitli düşünürlere de ev sahipliği yapmıştır. Bu düşünürlerden olan
Machiavelli “Siyasette amaç her türlü aracı haklı kılar, amaç ise güç ve
iktidardır.” diyerek tanrısal ilkeden uzak tümüyle dünyevileşmiş ilgi ve
yönelimlere sahip yöneticilere seslendiği “PRENS” kitabıyla en tanınan yapıtlar
arasına girmiştir. Şüphesiz, Rönesans’ın siyasal düşünürlerinin hepsi,
Machiavelli gibi bireysel alanın egemen olduğunu düşünmemiştir. Rönesans dönemi
hümanist yazarlarından olan Thomas More, 1516’da yazdığı “ÜTOPYA” adlı eserinde
kurguladığı hayali sistemi “ideal siyaset” olarak kabul eder.
ÜTOPYALAR: Yunanca kökenli bir kelime olan ütopya, Türkçe’de hiçbir
yer-olmayan yer ya da ülke olarak karşılık bulur. Bu devlet ve toplum kurguları
Thomas More’un ‘Ütopya’ adlı yapıtından hareketle politik ütopyalar olarak
sınıflanmıştır. Bu fikirle döneme damga vuran en önemli 3 isim ve eserleri,
yaratmak istedikleri dünya büyük önem taşır.
İlk olarak Thomas
More’un Ütopya adlı eserinde, ortak mülkiyet çevresinde gelişen bir toplum
vardır. Sebebi ise özel mülkiyetin eşitsizliğe yol açacağı düşüncesidir. Bir
diğer düşünür olan Francis Bacon,Yeni Atlantis ütopyasında, ortak ve eşit bir
yaşama sahip, bilimsel çalışmayla sorunlarını halleden bir halk tasvir
etmiştir. Thomas Campanella ise Güneş Kenti ütopyasında kolektivist, toplumsal
bir yaşam kurgulamıştır. Bu yaşamda ne zenginlik ne de yoksulluk vardır. Herkes
ihtiyacı kadar ve hak ettiği kadar kazanabilmektedir. O dönemin düşünürlerinin
savunduğu tezlerden de görüldüğü gibi aslında amaç herkesi eşit bir konuma
getirmek ve halkın barış ile refah içinde yaşamasını sağlamaktır. Fakat,
politik ve kültürel alana sahip olan bu ütopik görüşlerden yüzyıllar sonra
karşıt ütopyalar ortaya çıkmıştır. Endüstri devrimi ile beraber gelişen
kapitalizmin sorunlarıyla birlikte daha güçlü hale gelen devletlere tepki
olarak ortaya çıkan karşıt ütopyalarda ise, toplumun bir bütün olarak
kurgulanmasının baskı ve gerilim ortamına sebebiyet vereceği düşünülmüş, daha
çok olumsuz ve kötü gelecek, yaşam kurgusu hâkim olmuştur. Karşıt ütopyalara en
iyi örnek ise George Orwell’in 1984’ü ve Aldous Huxley’in Yeni Cesur
Dünyası’dır.
AVRUPA'DA REFORM:
Papalığın XVI.
yüzyılda karşılaştığı en önemli mesele Martin Luther tarafından başlatılıp
kıtayı sarsan reform hareketi olmuştur. Orta çağın sonunda Batı’da kilisede
reform gerektiğini düşünenlerin olması ile kiliseden vazgeçerek kişisel bir din
arayışına girilmiştir. Kuzey’de ve Doğu’da papanın otoritesi sarsılırken şehir
devletlerinde reformun benimsenmesi burjuvaziyi itici güç olarak tanımlamış,
her açıdan sıkıntıya giren Katolik inancının ve papanın gücünün devamını sağlamak
için faaliyete geçilmiş, sert önlemlere başvurulmuştur. Vatikan’ı güçlendiren
İgnatius Loyala’nın 1534’te kurduğu ve papa III. Polo’nun onayladığı Cizvit
tarikatı buna bir örnektir. Çok katı kuralları olan bu tarikat, dini
faaliyetler yanında sanat,kültür,bilim alanlarında da çalışmalar yapmıştır.
Reform bütün Avrupa’da şiddete sebebiyet vermiş, hoşgörü ve anlayışın yok
olduğu bu dönemde herkesin kendi inancına bağlı kalmak istemesi yüzünden çok
kan dökülmüştür. Her grup kendisi gibi düşünmediği diğer grubu sapkınlıkla
suçlayarak işkence ve baskı ile ezmeye çalışmıştır. İngiltere’de kral VI.
Edward döneminde katoliklere, Mary Tudor döneminde ise Protestanlara karşı
uygulanan kanlı baskın ve Fransa’da Saint-Barthelemy katliamı (1572) ve
Almanya’da gerçekleşen toplumsal ayaklanma olan Köylüler savaşı (1524-1526)
kanlı şiddet hareketlerine örnek verilebilir. Protestanlık bunalımının önüne
geçmek için kurulan özel mahkemelere de ‘engizisiyon mahkemeleri’ adı
verilmiştir. Aynı inancı taşımayan her bireyi tehdit eden bu mahkemeler,
insanlık tarihine kara bir leke olarak yazılmıştır.
ENGİZİSYON MAHKEMELERİ:
Seküler, liberal
ve özgürlükçü yapının olmadığı ve katolik kilisenin bozulmaya başladığı dönemde
ortaya çıkan Engizisyon mahkemeleri, dönemin baskıcı ve kapalı olduğunu
açıklamak için güzel bir örnektir. Engizisyon mahkemeleri, kilise tarafından
geliştirilerek geniş yetki alanlarına sahip olup, devlet karşıtı düşünceleri
olan kişileri kolayca suçlayabilmektedir, onlara işkence edebilmekte ve hiçbir
sanık masum bulunmamaktadır. Örneğin, engizisyon mahkemelerinde yargılanan ünlü
orta çağ filozofu Giordano Bruno, Kopernik’in tezini savunarak evrende dünyadan
başka birçok gezegen vardır dediği için, aykırı görüşler iddia ettiği
söylenerek Roma’da kazığa bağlanıp diri diri yakılmıştır. Dönemin tarihçilerden
olan Aziz Jerome bir sözünde “Bütün bir kitlenin bozulmasından kaçmak için
kangren olmuş organ nasıl vücudun selameti adına alıp koparılıyorsa, toplumdaki
sapkınları toplumdan aforoz demiriyle alıp koparmak lazım.” diyerek, kiliseye
olan bağlılığını ve dönemin bağnaz yapısını özetlemiştir.
Sonuç:
Rönesans,
Avrupa’nın her yönden -kültür, sanat, bilim, felsefe, siyaset, mimari, din-
gelişmesine katkı sağlamış, özgür düşüncelere imkân sağlamış, dogmatik
düşünceler yerine akılcılığı esas almış olan, üç yüzyıldan fazla bir süreyi
kapsayan dönemdir. Aslına bakarsak, Rönesans dönemi öncesinde, Batı dünyası
“Yeniden Doğuş” için bazı olaylara sahne olmuştur. Örneğin, Magna Carta ile
başlayan, mutlak güce karşı halk ayaklanması, yenilikçilik ruhunu
canlandırmıştır. Bu ruh, Rönesans döneminde keşiflerle, araştırmalarla ve
ıslahatlarla, yenilenme çağı olarak ete kemiğe bürünen bir hal almıştır.
Bu dönem, aynı
zamanda, matbaanın icadıyla tarihe ve edebiyata önemli ve yeri hala günümüzde
dolmayan sanatçılar kazandırmıştır. Örneğin; Michelangelo, Leonardo Da Vinci,
Dante, Petrarca gibi isimler başta gelmektedir.
Rönesans
döneminde yaşanan reform hareketinin aslında Rönesans ruhuyla çok bağdaştığı
söylenemez. Rönesans daha çok özgürlükçü, bireysel, hümanist bir düşünce
yapısına sahipken, reformda ise tam aksine karşıt düşüncelere tahammül
edemeyecek kadar baskıcı bir ruh görülür. Fakat şöyle de bir gerçek vardır ki,
Avrupa tarihinde önemli bir dönemi ifade eden Rönesans ile önemli bir olayı
ifade eden Reform, özünde ayrılsalar da ileride yaşanacak olan Aydınlanma
Çağı’nın ilk ışığını birlikte yakmışlardır.
Melisa ER
Kaynakçalar :
-The Renaissence of Comedy: The achievement of İtalian
‘Commedia Erudita’(2016)
-Thomas More- Utopia
-Théma Larousse-1 sayfa:146-147
-Junior Larousse-3 sayfa: 547-553
Yorumlar
Yorum Gönder