SİMÜLASYON ÇAĞININ KIRIK AYNASI: SOSYAL MEDYA BENLİĞİ

 

İnternet ve yeni medya ortaya çıkmadan önce kimlik tanımı yapmak o kadar da kompleks değildi. Eski toplumlarda – yani geleneksel toplumlarda- sosyal kimlikler, birey doğar doğmaz üzerine yapışırdı. Eski jenerasyonun kültürel çıktıları adeta sonraki kuşakları determine eder. Salt yapısalcı bir durumu kastetmiyorum, bireylerin etrafını kuşatan, kristalize otoriteden bahsediyorum. Bu toplumlarda kimlikler: töre, din, akrabalık ilişkileri ve kast normları tarafından kazanılır. Sosyalizasyon başlamadan önce bireyin toplum içerisindeki konumu böylelikle sağlanır. Deyim yerindeyse Burdiocu tabirle: kimlik kişinin habitusudur. Yapmamız ve yapmamamız gereken eylem repertuarlarını içerir. 19. Yüzyıl toplumsal hareketleri ve devrimleriyle, geleneksel toplum ve kimlikleri balyozla parçalanır. Aydınlanmanın çocuğu modernizm, kimliği ve biçimlerini topyekün değiştirmiştir. Metafizik ve teolojik kimlik tanımlarına sıkıştırılan bireyler ve toplumlar, kabuklarını kırarak; yeni kimlik arayışlarına girişmişlerdir. Marksizmin ortaya attığı sınıf mücadelesi, kimlikleri üretim araçlarına yakınlık ve uzaklık neticesinde oluşturur. Kişilerin toplumsal sermaye pastasından kaç dilim aldıkları, fikri araçların yönetiminde hangi oranda bulundukları vs. Bu kimlik tanımında önem kazanır. Bir diğer önemli kimlik, cinsiyet temelli kimliktir. Özellikle 1. Dalga Feminizm’in palazladığı kadın-erkek eşitliği şiarı, toplumsal cinsiyet çalışmaları, kadının toplumda işgal ettiği konum gibi daha niceleri sayılabilir. Son olarak günümüzde etkisini ve etkinliğini en çok gösteren kimlik: İlk olarak eşcinsel hareketlerle vuku bulan LGBTİ hareketleridir. İkili cinsiyet rollerine itiraz eden eşcinseller, İngiltere, Hollanda ve Kuzey ülkelerin de gerek teorik gerek doğrudan eylem yoluyla, bu kimliğin tanınması için mücadele etmiştir. Bazı ülkeler bu kimlik hakkını hukuki güvence altına alırken, bazı ülkeler ise baskı ve kontrol altına almaya çalışmıştır.


Sovyetler birliğinin çöküşü, refah devletinin iflası, neo-liberal ideolojinin daha incelikli hale gelmesi; artık bireylerin sınıfa dayalı kimliğe çok başvurmadığını göstermektedir. Kadın hareketlerinin politik düzeyde tanınma elde etmesi, kamusal alanda görünür olmaları, ve feminist hareketlerin peyderpey azalması; bu kimliği yani kadın kimliğine dair vurguda bir azalma görülüyor. Yeni Toplumsal Hareketler’de hala daha canlılığını koruyan LGBTİ yavaş yavaş apolitize olmakta ve tüketim toplumuna entegre olmaktadır. İnternet ve sosyal medya sitelerinin gelişimi ise farklı türden kimlik tanımları yapmamıza olanak tanıyor.

Günümüzün en büyük paradoksu ise sosyal medya kimlikleri. Ben bunu, çağın “narsistik benliği” olarak tanımlıyorum. Bireyler sosyal medya profillerinde; mutlak şekilde kendileri mükemmel imlemek derdinde. CV doldururcasına yapıp ettiklerini, yapacaklarını, nelerden hoşlandıklarını, entelektüel düzeylerini, neleri yediklerini, kimlerle birlikte olduklarını bütün detaylarıyla ifşa etmekte. En mutlu, en güzel anları paylaşmak ve beraberinde beğeni beklentisi içinde olmak bu hastalığın en bariz semptomlarıdır. Artık benlik cafe, bar ve sokakta sergilenmiyor: tamamen yapay olan sosyal medya sitelerinde sergileniyor. Bu mecralarda kişi süper-egonun tüm zorlamalarından sıyrılarak dilediğince benliğini sergiliyor. Kimi zaman bir model edasıyla sergiliyor, kimi zaman bir politikacı. Öz benliği ve yarattığı ideal benliğin arasındaki yarık, bireyde çoğu zaman hüzün ve hezeyana sebep oluyor. Son zamanlarda estetik ameliyatların kitlesellik kazanmasında ki büyük neden sosyal medyadaki filtreler, shoplar ve güzellik hileleri. Yanılsama cennetinde olan sosyal medya kullanıcıları, profillerin arkasında yatanı çoğunlukla görmemekte, unutmakta. Çünkü ustalıkla işlenmiş bir duvarı var, bu duvar; kusurları, cehaleti, utançları, beceriksizlikleri ve hataları muazzam şekilde örtüyor. Aktif bir kullanıcı kendi çaresizliğinin farkında olarak, ideal benliğini geliştirirken; bu durumun diğer kullanıcılarda da cereyan ettiğinin çoğunlukla farkında olmuyor.


 Her şeyde olduğu gibi insanlar, araçların ikincil amacını gözetmekte. İletişime geçme ereği, sosyal medyanın var olmasının nedeni iken, oldukça çarpık bir refleksle benliğin süslenip sunulmasının amacı olmuş durumda. İşletmelerinde bu pazarda yer alması, piyasa ekonomisinde doğal sayılabilir tabi Marksist değilseniz. En acınası tarafı, sosyal medya kullanıcılarının da artık kendilerini de bu pazar alanında pazarlar hale gelmesi. Diğer kullanıcıların beğenisine sunulan bir metadır, kişinin benliği burada. Olmak istediği kişiyi yansıtmaktan çok, diğerlerinin olmasını istediği kişiyi yansıtır hale gelir birey. Bu paranoyak benlik, ancak beğenilme ve onaylanma ile varlık kazanır. Sahne ışıkları üzerinden çekildiği an onu; hiçlik ve depresyon atakları beklemektedir. Geleneksel medyanın tüm ideolojik etkilerine demokratik bir cevap olacağı düşünülen sosyal medya, kullanıcıları hastalıklı hale getirmekte ve gün geçtikçe post-modernizmin hedonist ve tüketici bireyini yüceltmektedir. Baudrillard’ın simülasyon çağı tam olarak sosyal medyada cereyan etmektedir. Aidiyet toplumsallaşma ve bilinç düzeyinin yaratılması için insanın önemli bir ihtiyacına cevap verirken; sosyal medya kimlikleri kişileri yalnızlığa ve katlanılmaz psişik durumlara itmektedir. İhtiyaçlar hiyerarşisi piramidini hatırlayalım; en üstte kendini gerçekleştirme bu çağda büyük yalnızlığa tutsaktır. Self-refleksiviteden uzak sosyal medya jenerasyonu, kendini tanımada başarısız, farkındalık düzeyleri sosyal medyada popüler olan çarpık hakikatten ibaret. Bu yaratılan bireyin kendini gerçekleştirmesi uzak bir ütopyadır. Konu duyarlılık ve politik duruşlara gelince al görmüş boğaya dönen sosyal medya kullanıcısı, en ön sırada klavyesini taşıyarak politik şövalye edasıyla tüm otoritelere göğüs gerer: 15 dakikalığına...

Bu varlığı sahne önünde en yüksek performansa icra eden sosyal medya kullanıcısı, sahne arkasında ise alkışların düzeyine, ıslıklara ve olumlu eleştirilere kulak kesilir. Her sahneye çıkışında jübile yapacak olan Hollywood oyuncusu gibi mükemmel rolünü üstlenir, etkileşimi yaratabilmek adına can veren kedinin çırpınışı gibi performans teri döker. Bıraktığı izlenime –olumlu izlenime- tapar ve aksi gerçekleşirse -yani olumsuz izlenim- oracıkta can verir. Yapay ölüm gerçekleşir yeni bir sahne yakaladığı an küllerinde farklı bir benlik ile doğar ve en mükemmel form ile kendini diğer kullanıcıların beğenisine sunar. Bu durdurak bilmez diyalektik, sosyal medya mücadelesidir. O platformda her fotoğraf, video, söylem anında karşıtını doğurur, yakalar ve eritir. Sosyal medyanın demokratikleşme olanağı olduğundan bahsetmiştik. Lakin kaçırdığımız önemli bir nokta, sosyal medyaya içkin olan filtre balonlarıdır. Bu balonlara sıklıkla girdiğimiz alışveriş sitelerinde ilgili ürünlerle bağlantılı reklamlar çıktığında görmekteyiz. Bu algoritma sadece işletmelere satılan verilerimiz neticesinde reklam bombardımanına tutulmamızla sınırlı değil, bu bizim hangi politik görüş ve partinin propagandalarına maruz kaldığımızı da gösteriyor. Ufak bir örnek verelim: Ben Amerikan vatandaşıyım ve seçimlerde oy vermek istiyorum, lakin gündemi sosyal medya ile takip ediyorum. Girdiğim sosyal medya siteleri bir partinin propagandalarını aktarıyor, ve altta diğer bir linkle ötekine, oradan ötekine savruluyorum. Algoritma hangi parti ve politik görüşe ilgi duyduğumu fark edip bir benzerlik yakalayarak, bana bu benzerliğe uyan içeriklere yönlendiriyor. Bu filtre balonuna giren kullanıcı demokratikleşmekten ziyade olsa olsa radikalleşir. Bu potansiyeli fark eden Trump kazandığı seçimlerde bir arama motoru vasıtası ile kitleleri kendi lehine oy vermeye koşullandırıyor. Onun dışında sosyal medya siteleri verileri işletmelerle birlikte hükümetlere de satar oldu. Kullanıcı kendi eliyle mahremiyetini ve özgül fikirlerini şeytan şirketlere ve aptal hükümetlere altın tepsi de sunar oldu. Çağ birçok yönden hastalıklı, en büyük salgın sosyal medyadan tüm topluma yayılan narsisizmdir.

 

MUSTAFA YURDAL

BÖLGESEL ANALİZ TOPLULUĞU

Yorumlar

Popüler Yayınlar