AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ SEÇİM SİSTEMİNİN DEMOKRATİKLİĞİ ÜSTÜNE
Seçimin olmadığı bir demokrasiyi düşünemeyiz. Demokrasinin en temel taşı adil ve özgür seçimlerdir. Eski çağlarda ilk defa Antik Yunan devletleri ile karşımıza çıkan demokrasi kavramı, günümüzde bildiğimiz anlamıyla ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkmıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar Amerika Birleşik Devletleri, dünya düzeninde liderliği ele almış ve kendi “demokratik” değerlerini dünyaya yaymayı amaç edinmiştir. Son Amerikan seçimlerinde yaşanan krizlerle beraber insanların akıllarında yeni bir soru şekillenmeye başlamıştır; “Her ülkeye demokrasi götürmeye çalışan Amerika’nın kendi seçim sistemi gerçekten demokratik midir?”. Bu yazıda, demokrasi ve özgürlükler ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’nin seçim sistemini incelemeye çalışacağım.
En geniş anlamıyla seçim sistemleri, ülkedeki
seçmenler tarafından kullanılan oyların değerlendirilme şekli ve kamu görevi
için seçilen kişi veya parlamento üyelerinin belirlenmesine ilişkin yöntem ve
tekniklerdir. Demokrasi, tek ve belirli bir kavram olmasına rağmen demokrasinin
içerikleri her ülkenin kendi gelenek ve değer yapısına göre
şekillenebilmektedir. Seçim sistemleri de aynı bu şekilde ülkeden ülkeye
farklılık gösterebilmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde her dört
yılda bir yenilenen başkanlık seçimleriyle beraber, her iki yılda bir yenilenen
temsilciler meclisi mevcut olduğu için başkan görev yaptığı süre boyunca iki
farklı temsilciler meclisi ile çalışmak durumunda kalmaktadır. Başkanlık
seçimlerinden önce başkan adaylarını belirlemek üzere bir “ön seçim”
yapılmaktadır. Bu durumda ABD’de başkanlık seçimleri, ön seçim ve genel seçim
olarak iki basamaktan oluşmaktadır. Amerikan anayasasında partilerin adaylarını
hangi yöntemle belirleyeceğine dair bir kanun bulunmamaktadır. Ön seçim bir anayasal
hak veya düzenden daha çok devam ettirilen bir gelenektir. Partiler, ön seçim
ile adaylarını belirledikten sonra genel seçim ile Amerika Birleşik Devletleri
başkanı belirlenir. Genel seçimler de seçmenler, başkan ve başkan yardımcısını
doğrudan doğruya seçememektedirler. Her eyaletten seçmenler, eyaletlerini
Seçiciler Kurulu’nda temsil edecek üyeleri seçmektedirler. Seçimlerden sonra
Amerika başkanını seçen asıl yapı bahsettiğimiz Seçiciler Kuruludur.
Daha net bir ifadeyle; Amerika Birleşik
Devletleri’nde en çok oy alan aday değil Seçiciler Kurulu için en çok delege
alabilen aday ABD başkanı olabilmektedir. ABD’ de elli farklı eyalet vardır ve
bu eyaletlerin her birinin nüfusuna oranla delege sayıları belirlenmiştir. Örneğin
az nüfuslu Alaska eyaletinin üç delegesi varken, New York’un yirmi dokuz
delegesi bulunmaktadır. Eyalette en fazla oy alan aday, o eyaletin delege sayısı
kadar delegeyi Seçiciler Kurulu’na göndermektedir. Aday, Alaska eyaletindeki
seçmenlerin %100’nün oyunu alsa dahi Seçiciler Kuruluna sadece üç delege
gönderebilmektedir. Bu durumda, adayın aldığı oy sayısından çok nüfus yoğunluğu
fazla olan eyaletlerden aldığı oy oranı önemli hale gelmektedir. Buna örnek
vermek gerekirse, 2016 ABD başkanlık seçimlerine bakmamız mümkündür. Hillary Clinton’ın
%48’lik bir oy oranı bulunurken Donald Trump ancak %47’lik oy oranı alabilmiştir.
Daha çok oy almasına rağmen 232 delege sayısıyla Donald Trump’ın arkasında
kalan Hillary Clinton ABD seçimlerini kazanamamıştır.
Amerika Birleşik Devletleri seçim
yarışları iki merkez çoğunluk parti olan Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti
arasında geçmektedir. Bu ikisi dışında mevcut olan Liberal Parti, Anayasa
Partisi, Sosyalist Parti ve Yeşil Parti gibi üçüncü partiler de vardır. Ancak Seçici
Kurula delege gönderilmesiyle işleyen seçim sisteminde diğer partilerin ve
bağımsız adayların pek şansı bulunamamaktadır. Çünkü çoğunluk partiler olan
Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti tarihsel süreç içinde Amerika Birleşik
Devletleri’nin yönetimini en çok üstlenmiş ve siyasi arenada en çok yıldız aday
çıkartabilmiş partilerdir. Sonuç olarak bu iki partiden birisi kazandığı zaman
gösterdiği aday sadece Amerika Birleşik Devletleri’ni değil, tarihte Roma
İmparatorluğu’nun yaptığı gibi tüm dünyayı yönetmek gibi bir misyon
üstlenmektedir. ABD seçimleri sadece Amerikan halkını değil tüm dünya
milletlerini çok yakından ilgilendirmektedir.
DEĞERLENDİRME
Günümüz demokrasilerinin “temsile”
dayandığı bir çağda Amerika Birleşik Devletleri’nin “örnek demokrasisi” halkın
başkanı doğrudan doğruya seçemediği bir demokrasidir. Amerikan seçim sistemi
temsili demokrasinin arttırıldığı ve halkın gerçek anlamda söz sahibi olamadığı
bir demokrasidir. Her iki yılda bir yenilenen parlamento ve göreve gelen
başkanın iki defadan fazla seçilememesi her ne kadar demokratik yöntemler gibi
gözükse de halkın doğrudan doğruya seçemediği bir başkan halkın iradesini
yansıtamamaktadır ve bu durum demokrasinin genel ilkelerine aykırı düşmektedir.
Çoğunluğun iradesinin azınlığı yönetmesi olarak tanımlayabileceğimiz demokrasi
değerleri Amerika Birleşik Devletleri’nde etkili olamamaktadır. Çağımız demokrasilerinin
içinde bulunduğu temsili demokrasi sistemi ve özgürlükler ülkesi Amerika
Birleşik Devletleri’nin yanıltıcı demokrasisini en açıklayacak sözlerin Jean-Jacques
Rousseau’ya ait olduğunu düşünmekteyim;
“Egemenlik hangi nedenlerle
başkasına devredilemez ise aynı nedenlerden ötürü de temsil edilemez; asıl
olarak genel istençten oluşur ve istenci temsil etmek olanaksızdır. Ya
kendisidir ya da başka bir şey; ikisinin ortası olamaz. Dolayısıyla da halkın vekilleri
onun temsilcisi değillerdir, olamazlar da; olsa olsa onun geçici, özel işlerini
yürütmekle görevli olabilirler ve somut hiçbir karar alamazlar. Doğrudan
doğruya halkın onaylamadığı hiçbir yasa geçerli değildir; yasa bile değildir.
İngiliz halkı kendini özgür sayıyorsa da çok yanılıyor; o, ancak parlamento
üyelerini seçerken özgürdür; bu üyeler bir kez seçildi mi artık bir köledir,
bir hiçtir o… Siz çağcıl halklar, size gelince; köleleriniz yok, ama sizler
kendiniz kölesiniz; onların özgürlüğünün bedelini kendi özgürlüğünüzle
ödüyorsunuz… Her ne olursa olsun kendine temsilciler edinen bir halk, artık
özgür değildir; yoktur artık o.”
EZGİ KIZILAY
Hemen hemen aynı fikirde olduğumu söyleyebilirim.
YanıtlaSil