Güney Kafkasya’da Medeniyetler Çatışması ve Karabağ Sorunu
Cumhuriyet tarihimiz boyunca Türki
devletler ve onlara karşı olan ilgimiz her zaman devam etmiş ve edecektir.
Şüphesiz Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası bağımsızlıklarını kazanmış
olan Güney Kafkasya devletleri, bu bağlamda, dış politikamızın ilgisini çeken
temel unsurlar arasında olmuştur.
Günümüzde de devam etmekte olan
Karabağ Bölgesi sorunu bu durumların başında gelmektedir. Dağlık Karabağ
üzerine güç çekişmesinin temelleri 1828 Türkmençay Anlaşması ile atılmıştır.
İran ile yapılan bu anlaşma çerçevesinde Güney Kafkasya’da hakimiyet kuran
Çarlık Rusya’sı, bölgede etkinliğini arttırmak amacıyla ilk Ermeni göçlerini
Dağlık Karabağ bölgesine başlattı. 1828-29 Savaşı neticesinde Osmanlı İmparatorluğu
ile imzalanan Edirne Anlaşması ile ise Azerbaycan’ı ilhak ederek Güney
Kafkasya’da hakimiyetini kurmuş bulundu. Kafkasya halklarının milliyetçilikle
tanışma sürecinde kurulan Hınçak (1887) ve Taşnaksütyan (1890) adlı Ermeni örgütlerinin
Rus otoritesi aleyhine batı desteği talep etmekle birlikte 1905 İhtilali
sonrası oluşan kargaşa durumunda Karabağ’da bulunan Türk nüfusa karşı Susa ve
Zengezur katliamlarını da yaptıkları bilinmektedir. Sovyetler Birliği döneminde taleplerini yineleyen Ermeni
delegelerin istekleri Stalin sonrasında ardılı Kruşçev tarafından kabul
görmemiştir. Bugün olayların başlangıcı olarak kabul edilen 1988 yılında
Sovyetler Birliği’nin zayıf durumundan yararlanan Sovyet Ermenistan’ı Karabağ üzerindeki taleplerini yineledi ve
bölgeyi ekonomik atılım bölgesi olarak ilan etti. Sovyet otoriteleri bu atılım
hamlesini reddederek, Bakü’de başlayan protestolarda öldürülen Ermeni uyruklu
vatandaşları gerekçe göstererek, protestolara müdahale etti ve bölgeye asker takviyesi
yaptı. Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası geniş çaplı savaşa evrilen güç
çekişmesi, 1994’te imzalanan ateşkes anlaşması ile ara ara yaşanan çatışmalara
indirgenmiş yani geniş çaplı konvensiyonel çarpışmalardan el çektirilmiş
durumdadır. Şüphesiz BM’nin 1993 tarihli 822,853,874 ve 884 nolu
kararnamelerinde takındığı ikircikli tutum (işgalci güçlerin kim olduğunu
belirtmemesi gibi) meselenin özünde saldırgan tarafta bulunan Ermeni tarafının
kendinden daha emin davranmasına ve yaşanan ölümlerin devam etmesine sebebiyet
vermiştir. 1994 sonrası dönemde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
arabuluculuk görevini üstlendi ve bu minvalde, tamamen Avrupa kökenli olmamakla
birlikte, Fransa, Rusya ve ABD’den oluşan Minsk Grubu kuruldu. Bölgede süregelen
sorun ile alakalı bir diğer dikkat çekici nokta ise Ermenistan’ın uzlaşmaz
tavrıdır; 29 Kasım 2007 tarihli kararname uyarınca Ermenistan’ın işgal ettiği 7 bölgeden
çekilmesini ve bögelerde referandum yapılmasını kabul etmeyen Ermeni makamları
bundan 1 yıl sonra Moskova Deklarasyonu ile Azerbaycan ile anlaşma kulvarına
girmiş gibi görülmüş ve meselenin barışçıl
yollarla çözümünün temennisi vurgulanmıştır. Deklarasyonun Moskova’da
imzalanması ise Rusya’nın bölgedeki ağırlığını öne süren faktör olarak öne
çıkmaktadır. BM Genel Kurulu’nun 14 Mart 2008 tarihli kararnamesi ise arabuluculuk
yapmakla yükümlü olan ülkelerin tarafgirliklerini öne çıkaran niteliktedir. Kararnameye
göre Ermeni yetkililerden bölgeden çekilmesi istenmiş ve Azerbaycan’nın toprak
bütünlüğüne saygı gösterilmesi hususuna vurgu yapılmıştır. Kararnameye aleyhte
oy veren ABD, Fransa ve Rusya ise Ermenistan’nın kabulü haline “dengeli toprak
bütünlüğü” yönünde bir çözüm belirlenebileceğini ifade etmişlerdir. Dengeli
toprak bütünlüğü, uluslararası hukukta yeri olmayan bir kavram olup, saldırgan
ülkenin haksız emellerini destekler niteliktedir.
Bu minvalde Rusya’nın meseleye bakış
açısı, arabulucu statüsü üstlense ve barışçıl çözümden yana olduğunu ifade etse
de, Ermenistan eksenlidir. Soruna pragmatist yaklaşan Rus yetkililer
Ermenistan’ı Türkiye ve NATO’ya karşı tampon bölge kullanma arayışı içindedir; Güney
Kafkasya’da Gürcistan gibi etki alanlarını, Sovyetlerin dağılması sonrasında
kaybeden Rusya için Ermenistan bölgede kalan kritik müttefiki durumundadır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin ise konumu, uluslararası hukuk normlarına ve kültürel yakınlığa
dayalı işbirliğine eğilimlidir. 13 Temmuz 2020’de Tovuz sınır bölgesinde
başlayan çatışmalar, taktik anlamda Dağlık Karabağ bölgesi içinde çıkan
çatışmalar olmasa da, stratejik anlamda Dağlık Karabağ ile alakalı
çatışmalardan biridir.
Sonuç olarak, Türkiye açısından,
Azerbaycan ile ekonomik anlaşmaları olmasına karşın, dış politika manevralarını
oluşturan temel unsur, Huntington’cu perspektiften baktığımız takdirde,
medeniyetler çatışması ve kültürel değerler ağır basan manevralar olarak öne
çıkmaktadır. Bu minvalde, Türk yetkililerin politika oluşturma konusunda,
uluslararası hukuk normları ve BM kararlarını esas aldığını görmekteyiz. Son
olaylar ışığında, TBMM’de halihazırda bulunan partilerin ortak açıklamalar ile
Ermenistan’ı kınaması, Türk yetkililerin kolektif olarak, fikir birliği
içerisinde hareket ettiklerini göstermektedir. Buna karşın, Rus yetkililerin
temel çıkış noktası, pragmatist ve realist hamleler olup, kültürel benzerlikler
bu politikaları besleyici unsur olarak öne çıkmaktadır. Tovuz’da çıkan çatışmaların
geniş çaplı harekatlara evrilme riski bulunmakla beraber; pandemi dönemiyle gelen
ekonomik daralmanın, iktisadi gelişimlerini
tam olarak tamamlayamamış ülkelerin geniş çaplı, sert güç kullanımını
sınırlandırıcı etki yarattığını düşünüyorum. Ek olarak Ermenistan’ında üyesi
olduğu Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün ilkelerinden birisi olan “söz
konusu üye saldırıya uğradığı takdirde, kolektif olarak saldırıya geçilir”
ilkesi uygulanmadı ve Rusya itidalli hareket edilmesi çağrısında bulundu. Son
olarak, Türkiye Cumhuriyeti olan her vatandaşın kendisine sorması tabii görevi
olan “Türkiye Cumhuriyeti bu çıkar çatışmasında nerede olmalıdır?” sorusunun
cevabının aşikar olduğunu düşünüyorum; Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan
itibaren takip ettiği dış politika çizgisinin kendisine getirdiği yükümlülükler
dahilinde, uluslararası hukuk normlarını yüceltmeli, saldırgan politikalara ve
ırkçı söylemlere geçit vermemelidir. Bu hususta, BM Genel Kurulu’nun 14 Mart
2008 tarihli kararının öne çıkardığı gerçek ise Dağlık Karabağ bölgesi
Azerbaycan’ın meşru siyasi sınırları içinde yer alan ve Azerbaycan’a ait olan
bir bölgedir, bu konuda saldırgan durumda olan Ermenistan’nın geri çekilmesinin
sağlanması gerekmektedir.
Kaynakça
·
Neciyev Elçin, “ Azerbaycan’ın Sovyetleştirilmesi Sürecinde
Karadağ Problemi”, Ermeni Araştırmaları, 39(2011), s.163-184.
·
Yılmaz Reha, Emin Şihaliyev, “ Ermenistan-Azerbaycan
Çatışması Çözüm Yolundaki Temel Sorunlar ve Gelecek Senaryoları”, Bilge
Strateji Dergisi, 13/7(2015), s.31-54
·
Gürses Emin, “Kafkasya’da Uluslararası Rekabet”, ASAM
Yayınları, 7/1(2001), s.253.
·
Aylin Yazan, “ Azerbaycan-Ermenistan Sınırındaki Çatışma
Neden Çıktı? Dağlık Karabağ’a sıçrar mı?”, BBC, erişim tarihi: Temmuz
29. 2020, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53439230
.
·
Ermenistan-Azerbaycan Sınırında
Yeni Çatışma, Deutsche Welle, erişim tarihi: Temmuz 29, 2020, https://www.dw.com/tr/ermenistan-azerbaycan-s%C4%B1n%C4%B1r%C4%B1nda-yeni-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fma/a-54331724
.
Yorumlar
Yorum Gönder