AYASOFYA NEDEN MÜZEYE ÇEVRİLDİ
Şüphesiz Ortodoks tarihine bakacak olursak en
önemli ve kutsal yapının Ayasofya olduğunu görebiliriz. gerek siyasi gerek
miras bakımından Ayasofya’yı elinde tutan gücü de elinde tutmayı başarmıştır.
Ayasofya’nın tarihteki önemine kısaca değinecek olursak Ayasofya Doğu Roma imparatoru I. Justinianus
tarafından 532-537 yılları arasında inşa ettirilmiştir. özellikle 7. yüzyıldan
10. yüzyıla kadar Balkanlara gelen Slav ,Bulgar, peçenek vs. topluluklarının
Ortodoksluğu benimsemesiyle Ayasofya’nın Ortodoks dünyasındaki önemi artmaya başladı. Balkanlara gelen bu
toplulukların Doğu Roma gibi yüksek bir kültüre ve dine sahip olmaması bu
toplulukların hem dini hem de kültürel anlam da Doğu Roma’ya kaymasına neden
oldu. Pek çok Balkan topluluğu Doğu Roma Ortodoks kültürünü olduğu gibi alıp
uygulamaya başladı. Buna bağlı olarak Doğu Roma kilisesinin ve Ayasofya’nın
Ortodoks dünyasındaki değeri arttı. Ortodoks devletlerin Doğu Roma’nın başkenti
İstanbul’a saldırmalarının nedeni hem
kiliseye hem de Ayasofya’ya sahip olup güçlerini tescillemekti. Buna muzaffer olan Osmanlı İmparatorluğu oldu. 1453 yılında Fatih
Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasıyla
kilise ve Ayasofya’nın denetimi Türklere
geçmiş oldu. Ayasofya kiliseden camiye çevrildi. Böylelikle Ortodoksların
gerçek hamisi Osmanlı vurgusu yapıldı. 18.yüzyıldan itibaren Osmanlı’nın
gerilemeye başlamasıyla imparatorluk sık sık parçalanma tehlikesi ile karşı
karşıya kalmıştır. Osmanlı topraklarında Başta Rus ve Yunanlılar tekrardan
İstanbul merkezli bir Doğu Roma İmparatorluğu kurmak istedilerse de buna pek
muvaffak olamadılar. Osmanlının
dağılmasıyla İstanbul, yeni kurulan Türkiye cumhuriyeti topraklarında kalmış.
Ve Ayasofya 1934 yılına kadar Cami statüsünü koruduktan sonra müzeye
çevrilmiştir. Karar Cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal Atatürk ve bakanlar kurulunun kararı ile alınmıştır. 86 yıl sonra
2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye
dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal
etti. Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesiyle pek çok devlet ve uluslararası
örgüt buna karşı tepki gösterse de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu
Türkiye’nin kendi egemenlik hakkıdır diyerek konuyu kapattı. Bununla birlikte
Atatürk’ün Ayasofya’yı neden müzeye çevirdiği ile ilgili gerçeklikten uzak pek
çok teori ortaya atıldı. Bu yazıda gerçekçi bir bakış açısıyla Ayasofya’nın
neden müze dönüştürüldüğünü Dış güçler ve İttifak sistemleri üzerinden
değerlendirmeye çalışacağız.
Ayasofya’nın neden müzeye çevrildiğini anlamak
istiyorsak 1934’ün çok daha gerisine Türkiye Cumhuriyetinin ilk kurulduğu
yıllara bakmak gerekecektir. Kurtuluş
savaşının ardından Mustafa Kemal ve arkadaşları modern bir Türkiye için
çalışmalara hızlı bir şekilde başlamışlar, aynı zamanda büyük devletlerin
talepleriyle mücadele edip ülke içinde çıkan isyanları da bastırmaya
çalışıyorlardı. Bu dönem İçteki sorunlardan ve inkılap çalışmalarından dolayı
dış politikaya pek fazla ağırlık verilememiştir. Büyük buhran ( 1929 ekonomik krizi) sonunda
Türkiye büyük devletlerle olan sorunlarını halletmiş ve ülke içinde büyük
oranda istikrarı sağlamıştı. Dış politikaya ağırlık verilmeye başlandığında Türkiye
ittifak sistemleri dışında kalmış görünüyordu. Fransa 1921 yılında Küçük Antant
ile Yugoslavya, Romanya ve Çekoslovakya ile beraber revizyonist (yayılmacı)
devletler olan İtalya, Macaristan, Almanya, Bulgaristan ve bir yere kadar
Sovyetler birliğine karşı kendi aralarında bir duvar örerek kendilerini koruma
altına almışlardı. Yunanistan İngilizlerle olan işbirliğini sürdürmeye devam
etti. Aynı zamanda Yugoslavya ve İtalya
ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Arnavutluk ise Ahmet Bey Zogu önderliğinde tam bir İtalyan
etkisi altında bulunuyordu. Bulgaristan I. Dünya savaşında büyük toprak parçaları
kaybettiğinden dolayı yayılmacı politikalara daha fazla ağırlık veriyor. Bunun
için fırsat kolluyordu. Sovyetler Birliği ise Vladimir Lenin’den sonra başa
geçen Josef Stalin döneminde politikaları büyük oranda eski çarlık Rusya’sının politikalarıyla
örtüşür konumdaydı. Stalin eski çarlık topraklarını tekrardan elde etmek
istiyordu. Aralarında en tehlikeli olanı Faşist İtalya’ydı. İtalya, Roma
imparatorluğunu tekrardan kurup Akdenize hakim olmak istiyordu. Türkiye başlıca 2
tehlike ile karşı karşıya kalmış görünüyordu. İlki sınır komşusu Bulgaristan’ın
Trakya üzerindeki hak iddiaları, ikincisi ise İtalya’nın Roma İmparatorluğunu
tekrar kurmak istemesiydi. Özellikle Türkiye’ye çok yakın olan 12 adaların
İtalyan işgali altında olması olası bir Türkiye-İtalya savaşında adaların üs
olarak kullanılmasına neden olabilirdi. Bağımsızlığını yakın bir dönemde
kazanmış Türkiye için olası bir savaş İtalyanların zaferiyle sonuçlanması
muhtemeldi. Özellikle bu dönemde orta Avrupa ve Balkanlarda tekrardan
güçlenmeye başlayan monarşi yanlıları bütün ülkelerde bir tehdit unsuru olduğu
kadar Türkiye içinde bir tehdit oluşturuyordu. Yakın zamanda demokratik bir
düzene geçen Türkiye’de hala monarşi yanlılarının hatırı sayılır bir gücü
vardı. Olası bir İtalyan veya Bulgar savaşında bu güçler düşmanla iş birliği
yapabilirdi. Arnavutluk örneğine bakacak olursak. Demokratik bir yönetime kavuşmak üzereyken
İtalya’nın müdahalesi sonucu Monarşi yanlılarının desteği ile Ahmet Bey Zogu önderliğinde İtalya etkisinde
mutlak bir monarşi kurulmuştu. İtalya olası bir savaşta monarşi yanlılarını
tıpkı Arnavutluk’taki gibi kendi tarafına çekebilirdi. Bütün bu gelişmelere ve
olası senaryolara bakıldığında Türkiye Cumhuriyetinin uluslararası alanda bir
ittifak sistemine veya büyük bir devletle hamilik ilişkisine veya çıkar
ilişkisine dayalı bir ilişkisinin bulunmaması büyük bir sorun arz ediyordu. Her
ne kadar cumhuriyetin kurulduğu ilk 10 yılda balkan devletleri ile dostluk
anlaşması imzalansa da bu hem yetersizdi. hem de 10 yıl içinde demokratik rejimler
monarşi yanlılarının eline geçmeye başlamıştı. Fransa küçük antant ile Orta
Avrupa ve Balkanlarda sıkı bir ittifak oluşturmuştu. Sovyetlerle olası bir ittifak hem dünya
ülkelerinin tepkisini çeker hem de Türkiye için olası toprak ve hak kaybına
sebebiyet verebilirdi. İngiltere ise olası bir ittifak sistemiyle pek ilgili
değildi. Sadece çıkarlarını koruma derdindeydi. Onunla birlikte Himayesi
altındaki Ortadoğu ülkeleri de pek bununla ilgilenmediği söylenebilir en
azından 1937 yılına kadar. Türkiye’nin
önünde tek seçenek Ortodokslardan oluşan balkan ülkeleri ile bir ittifak
sistemi oluşturmaktan geçiyordu. İlk adımlar atıldı 6 ekim 1930 tarihin ilk
balkan konferansı toplandı. 20 ekim 1931
tarihinde ikinci balkan konferansı yapıldı aynı yıl Ayasofya restorasyon
çalışmaları nedeniyle ibadete kapatıldı. 1933 yılında Türkiye ile Yunanistan,
Romanya ve Yugoslavya arasında bir dizi dostluk paktı imzalandı. 9 şubat 1934
tarihinde ise bu 4 balkan devleti kendi aralarında balkan antantı denilen bir
ittifak sistemi oluşturdu. Anlaşmanın amacı Bulgaristan ve onun destekçisi
İtalya’ya karşı sınırları korumaktı. Böylelikle Türkiye yayılmacı devletlere karşı
bir ittifak bloğu oluşturmayı başarmıştır. Balkan Antantından birkaç ay sonra
24 kasım 1934 tarihinde Ayasofya müzeye dönüştürülmüştür. Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinin
nedeni Balkan Antantı’nın bir sonucu olması pekala mümkündür. Balkan devletleri
için Ayasofya’nın önemli bir tarihi ve dini figür olması Ayasofya’nın bir iyi
niyet göstergesi veya ittifakın bir gereği olarak müzeye çevrilmesine neden
olmuş olabilir. Özellikle o dönemde Akdeniz’de herhangi bir ittifak, himaye
veya çıkar sistemine dahil olmayan tek ülke konumunda olan Türkiye’nin Bir
ittifak sistemine dahil olması varlığı için hayati bir öneme sahip olduğu
düşünülürse Ayasofya’nın ittifaktaki devletlerin güvenini kazanmak veya
anlaşmanın bir şartı olarak müzeye çevrilmesi pek şaşılacak bir durum değildir.
Günümüzde ise ilişkilerin, politikaların ve
ittifakların değişmesi üzerine Türkiye egemenlik haklarını kullanarak tekrardan
Ayasofya’yı camiye çevirmiştir. Nasıl ki İspanya Endülüs’ten kalan görkemli
camileri kiliseye çevirdiyse Türkiye’nin de bunu yapmaya hakkı vardır. Türkiye’nin Ayasofya’yı tekrardan camiye
çevirmesi Ortodoks ve Katolik dünyasında pek iyi karşılanmayacağı
görülüyor. Bunun dışında, Türkiye Kudüs
meselesinde İsrail’e büyük bir koz vermiş olma ihtimalide mevcuttur. İsrail
gelecekte Türkiye’ye karşı Ayasofya kararını örnek göstererek Mescidi Aksa’nın
tamamını veya bir kısmını Yahudiler için ibadete açabilir. Dış politikadaki
etkilere bakmazsak Ayasofya kararı Türkiye’nin kendi egemenlik haklarını
kullanmasının haklı bir sonucudur.
Yakup ÇAKMAK
KAYNAKÇA
BARBARA JELAVICH- BALKAN TARİHİ 1
BARBARA JELAVICH- BALKAN TARİHİ 2
FARUK SÖNMEZOĞLU- İKİ SAVAŞ ARASI DÖNEM
TÜRKİYE DIŞ POLİTİKASI
Yorumlar
Yorum Gönder