ABD’ NİN YENİ AKDENİZ POLİTİKASI ve TÜRKİYE’ NİN SEÇENEKLERİ
Temmuz 2020 başında, ABD uzun
yıllardır Kıbrıs’taki iki taraf olan KKTC ve GKRY’ye uyguladığı silah ambargosu
politikasını tek taraflı değiştirerek GKRY’ ne silah satışına izin vermiş ve
GKRY Rum Milli Muhafız Ordusunu Doğu
Akdeniz’ de “İstikrarı” sağlama
gerekçesiyle askeri eğitim ve talim programına dahil ederek, savaş kapasitesini
artıracağını duyurmuştur.
Halihazırda Dünyanın en büyük toplumsal,
ekonomik ve siyasi sorunu olan pandemi bu hızla artarak devam ederse belki de
uluslararası güvenlik sorunu da haline gelecektir. Yeni tip Corona (Covid 19)
salgınından sonra Dünya gündemini meşgul eden ikinci en önemli uluslararası
sorun “Doğu Akdeniz Sorunu” olmuştur. Bu kapsamda; Doğu Blokunun çöküşü ve iki
kutuplu sistemin yıkılışı ile dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD’ in,
stratejik ve siyasi öneminin yanı sıra Kıbrıs adasının doğusunda zengin
doğalgaz, batısında ise petrol rezervlerinin bulunması ile ekonomik önemi de
çok artan bu bölgeye ilgisi çok artmış ve çoğu unsurunu henüz bilemediğimiz
yeni bir proaktif stratejiyi uygulamaya koymuştur. Bunun en belirgin örneği, GKRY’ye
silah ambargosuna son vermesi ve ordusunu askeri eğitim programına dahil etmesi
olmuştur.
Öncelikle Doğu Akdeniz’ in
uluslararası ilişkiler açısından hayati önemini tarihi olayları da örnek
vererek açıklayalım. Bugün dünya üzerinde en yaygın kullanılan enerji
kaynakları petrol ve doğalgazdır. Sanayi Devrimi’nin başladığı 1750’lerden 2.
Dünya Savaşı’ndan sonraki dönem olan 1960’lara kadar yaklaşık 200 yıl boyunca dünyada
enerji kaynağı olarak “Kömür” kullanılmıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşları Kömür ve
Demir kaynaklarına sahip olmak için Avrupa’da çıkıp bütün dünyaya yayılmıştır.
Avrupa’da bir daha savaş çıkmaması için (Never
again war) 1950 de Hür Batı Avrupa’da dünya üzerindeki ilk devletlerüstü
(Supra-National) nitelikli uluslararası daha doğrusu ulus-üstü örgüt olan AKÇT
(Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) kurulmuştur. AKÇT’nin kuruluşundan sonra; Yüzyıl Savaşları, Otuz Yıl savaşları, Yedi Yıl
Savaşları ile 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın çıktığı ve en yıkıcı şekilde cereyan
ettiği Avrupa kıtasında bir daha savaş çıkmamıştır. 1960’lardan itibaren savaşlar
enerji olarak çevreyi, kömüre göre daha az kirleten, daha çok enerji üreten; daha
verimli ve ekonomik olan petrol yataklarının denetimini sağlamak için yapılmaya
başlamıştır. Artık dünyadaki enerji savaşları kömür yataklarını kontrol için
değil; petrol ve doğalgaz rezervleri için yapılmaktadır. Dünyada bugün bilinen
enerji rezervlerinin (Petrol ve doğalgaz) % 75’ i (son 7-8 yıl içinde Doğu
Akdeniz’de keşfedilen yataklar hariç) Orta-Doğu Bölgesinde bulunmaktadır. Bu
yüzden Orta-Doğu’ da savaşlar, çatışmalar, darbeler, terör ve tedhiş
hareketleri, katliamlar, etnik-dini ve mezhep çatışmaları ve göçler sürekli
devam etmektedir.
Soğuk Savaş döneminde iki süper
güç Orta-Doğu’ya hakim olmak ve enerji kaynakları üzerinde hegemonya kurmak
istiyordu. Başta ABD; Başkan D. Eisenhower’ ın 5 Ocak 1957'de, kendi adıyla
bilinen ünlü “Eisenhower Doktrini’
ni açıklaması ve ABD Kongresinin de Mart 1957 de bu stratejiyi onaylayarak, ABD Başkanına bu doktrin ile Orta Doğu ülkelerine
askerî ve ekonomik yardım yapılması için yetki vermesi ile ABD Orta-Doğu’ da
SSCB’ ye karşı büyük bir üstünlük sağladı. Eisenhower Doktrini kapsamında yapılacak
yardımların amacı; Orta Doğu'da komünizmin ve Sovyet etkisinin yayılmasını
önlemekti. ABD; başta İsrail olmak üzere yönetimlerinde Kral, Emir gibi mutlak
monarşik hanedanların bulunduğu Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, BAE, Ürdün,
Mısır, Libya, Fas gibi Arap ülkeleri ile kurduğu açık ve gizli ittifaklarla
SSCB’ ni Orta-Doğu’da zayıf ve etkisiz bir konuma getirerek; 1. Dünya Savaşından sonra 1916 tarihli
Sykes-Picot Anlaşmasına göre Osmanlı’nın Orta-Doğu topraklarını paylaşarak
bölgeye egemen olan İngiltere ve Fransa, 1956 Süveyş Krizinden sonra bölgeyi
terk etmek zorunda kalmasıyla ortaya çıkan güç boşluğunu (vakum) doldurmuş
olmuştur. O tarihten bugüne kadar ABD’ nin Orta-Doğu’ daki etkisi nispeten
azalsa ve ABD’ ye kafa tutan, çok sayıda asker ve teçhizat zayiatı ile yüzmilyarlarca
dolar ekonomik kayıplara neden olan karşı koymalar, gayri nizami harp ve
terörist saldırılar olsa bile ABD’nin Orta-Doğu’daki hegemonyası devam etmektedir.
Bölgede ABD’ nin hegemonik
üstünlüğüne karşılık SSCB’ de Batı’nın peyki olan mutlakiyetçi kralların
sultasından kurtularak sosyalist rejimler benimseyen Arap ülkeleri ile
stratejik ilişkilere girerek Orta-Doğu’da “Güç Dengesi” ni sağlama yoluna gitmiştir.
İlk olarak, Osmanlı’ya ihanet eden Mekke
Emiri Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Abdullah’ın 1920’ de İngiltere tarafından Suriye
Kralı yapılmasından kısa bir zaman sonra Fransızlar tarafından Şam’ dan
kovulması ve Suriye’ de Fransız manda idaresi altında Orta-Doğu’ daki mutlak
monarşilerle yönetilen, batının uydusu
ve emir eri diğer otoriter ve totaliter devletlerin aksine ilk laik ve görece
demokratik devlet kurulmuştur. 2. Dünya
Savaşında da Fransa’ nın Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesiyle Kuzey
Afrika (Mağrip) ve Levant bölgesindeki Suriye ve Lübnan (Maşrık) ülkeleri
üzerinde manda kisvesi altındaki Fransız hegemonyasının zayıflamasına ve
Savaştan sonra da başta güneydoğu Asya’daki Fransız Hindiçini bölgesi olmak
üzere bütün Fransız kolonilerini kaybetmesine neden olmuştur. Bu süreçte Suriye,
1946 tarihinde Orta-Doğu’ daki ilk laik
ve nispeten demokratik bir devlet olarak bağımsızlığını ve tam egemenliğini
kazanmıştır. 1950-1960 döneminde İspanya-Portekiz-Hollanda-Belçika-Fransa ve
İngiltere’ nin, Afrika, Orta-Doğu ve Asya-Pasifikteki bütün sömürgelerinin
birbiri ardına bağımsızlıklarını kazanıp, egemen birer devlet olarak BM’ ye üye
olmaları ve “Bağlantısızlık Hareketi” ni kurarak eski sömürgeci devletlere yani
“Batı” ya karşı uluslararası arenada örgütlenmeleri üzerine bu yeni bağımsız
ama fakir, eğitimsiz ekonomik, sosyal ve siyasi bakımdan geri kalmış ülkelerde
hızla Batı karşıtlığı ve Sosyalist fikirler yükselmeye ve yerleşmeye
başlamıştır. Bu Batı karşıtı ve sosyalist ideolojiden ilham alan yeni rejimler
Orta-Doğu’daki Arap devletlerinde BAAS Partileri bünyesinde kurumsallaşmış ve
iktidarları ele geçirmişlerdir. Kelime anlamı ile yeniden diriliş anlamına
gelen BAAS’ ın Suriye’deki işlevi ise farklı dini, mezhebi unsurları Arap
milliyetçiliği, sosyalizm ve yine buna bağlı olarak seküler-laik bir anlayış
altında kaynaştırmaktı. Dolayısıyla 1950’ lerden itibaren Suriye BAAS rejimi
altında Orta-Doğu’da Fransa ve İngiltere’nin boşalttığı batılı güçlerin yerini
dolduran ABD’ ye karşı SSCB’ nin yanında yer almış; 70 senedir de önce SSCB,
onun yıkılması ile mirasçısı olan Rusya Federasyonunun en büyük müttefiki
olmuştur. SSCB Orta-Doğu’da Suriye dışında Mutlak Monarşilerden kurtularak BAAS
ve sosyalist rejimlerle yönetilmeye başlayan diğer devletlerle de siyasi,
askeri ve ekonomik işbirlikleri yaparak ABD ile Orta- Doğu’ da “Güç” ve
“Hegemonya” Savaşına girmiştir. Bu ülkeler; 1952 de Batı yanlısı Kral Faruk’u
devirerek işbaşına gelen BAAS yanlısı Batı karşıtı General Cemal Abdülnasır’ın
Mısır’ı; 1958’de Osmanlı’yı arkadan vuran Şerif Hüseyin’in küçük oğlu Kral
Faysal’ ın devrilmesiyle BAAS rejiminin işbaşına geldiği Irak; 1958’ de
Fransızların 1 milyon Cezayirliyi katletmesine rağmen verdiği muazzam
mücadeleyle Fransa’dan bağımsızlığını kazanarak sosyalist bir rejimle yönetilmeye
başlayan Cezayir; 1969’ da Batı yanlısı Kral İdris’i devirerek İslami
kuralların üzerine sosyalist bir rejim kurarak ülkesini hızla kalkındıran Albay
Muammer Kaddafi’nin yönetimindeki Libya ve Yaser Arafat liderliğinde İsrail’e
karşı işgal altındaki topraklarını kurtarma için silahlı direnişe başlayan sosyalist
FKÖ ve Monarşiyle yönetilen Batı yanlısı Kuzey Yemen’le mücadele eden Sosyalist
Parti ile idare edilen Güney Yemen (Yemen Demokratik Cumhuriyeti) gelmekteydi.
Soğuk Savaş döneminde Orta-Doğu Bölgesinde
iki Süper Güç olan ABD ve SSCB’ nin “Güç” ve “Hegemonya” savaşı, bu iki süper
gücün bölgede desteklediği gizli ve açık müttefiki olan devletler arasında
“Askeri, Siyasi ve Ekonomik Rekabet”; 1948, 1956, 1967 ve 1973 te dört kez
Arap- İsrail Savaşına neden olmuştur. Bu savaşlar da 1973 ve 1979’ da iki büyük
“Petrol Krizi” ne neden olarak bütün dünya ekonomilerini çok olumsuz şekilde
etkilemiştir.
Soğuk Savaş döneminde bölgedeki
iki süper gücün bu rekabeti, soğuk savaş sonrasında mahiyet değiştirerek ve bugüne
kadar şiddetini artırarak sürmektedir. SSCB yıkılmış ama onun mirasçısı Rusya
Federasyonu, SSCB’ nin Orta-Doğu Politikasını aynen devam ettirmiştir. “Brejnev Doktirini” kapsamında Macaristan,
Çekoslavakya, Afganistan ve Polonya’ya askeri müdahalede bulunan SSCB’ nin aynı
saldırgan politikasını bugün Rusya Federasyonu; Suriye, Libya, Yemen, Kıbrıs
(GKRY) gibi Orta- Doğu ülkeleri ile
Gürcistan ve Azerbaycan gibi Kafkasya, Ukrayna (Doğu Ukrayna ve Kırım) ile
Moldovya (Trans-Dinyester) gibi Doğu Avrupa ülkelerinde de uygulamaktadır.
SSCB ve mirasçısı Rusya
Federasyonun bu saldırgan saldırgan politikasına karşı ABD de bölgede askeri
varlığını artırarak ve yeni müttefikler kazanarak karşı atağa geçmiştir. 1979
yılının başında ABD ve İngiltere’ nin emir subayı olan İran Şahı Rıza Pehlevi
devrilmiş ve yerine ABD’ yi en büyük şeytan olarak değerlendiren, İran’daki
İngiliz ve ABD petrol şirketlerinin işlettiği dünyanın en zengin 3. Petrol
rezervlerini millileştirip batılı şirketleri İran’dan kovan Ayetullah Humeyni
gelmiştir. Bu ABD için hem SSCB’ nin Basra Körfezine inmesine imkân sağlayacağı
için stratejik; hem de dünyanın sayılı petrol ve doğalgaz kaynaklarının ABD’
nin kontrolünden çıkması bakımından ekonomik bir darbe olmuştur. 1979 yılının
sonunda ise bu kez SSCB Afganistan’ ı işgal ederek Hint Okyanusuna çıkışına
vesile olarak ABD’ nin stratejik çıkarlarına ağır bir darbe vurmuştur.
ABD ise 1978 Eylül’ ünde Mısır’ a
büyük ekonomik ve siyasi rüşvetler vererek, SSCB’ nin Orta-Doğu’daki en büyük
ve en güçlü müttefiki olan Mısır’la İsrail’in, ABD Başkanlarının yazlık
konutlarının bulunduğu Camp David kasabasında, Mısır Devlet Başkanı eski
sosyalist Enver Sedat’la İsrail Başbakanı Menahem Begin’ nin anlaşma
yapmalarını sağlamıştır. Mısır ABD’ den nükleer santraller, o zamanki değeriyle
5 milyar dolar para ve İsrail’den de Sina yarımadasını geri almış; karşılığında
barış anlaşmasını imzalayarak diğer Arap ülkelerine ihanet ederek İsrail’le
savaşa son vermiş ve İsrail’i resmen tanıyan ilk Arap devleti olmuştur. Bu SSCB
için çok büyük bir stratejik yenilgi olmuştur. Enver Sedat’ın kendi ülkesi için
fevkalade yararlı ve kazançlı olan bu başarısı diğer Arap ülkelerince hain
damgası yemesine ve Arap ülkelerinin Mısır’la diplomatik ve ekonomik
ilişkilerini keserek Arap ve İslam dünyasında yalnızlaştırma ve dışlama politikaları
izlemelerine yol açmış; iki sene sonra da Enver Sedat bir askeri geçit töreni
sırasında kendi askerlerince vurularak öldürülmüş ama yerine yardımcısı tamamen
ABD yanlısı Hüsnü Mübarek gelmiş ve Mısır hem ekonomik olarak büyük kazançlar
sağlamış hem çok değerli Sina yarımadasını İsrail işgalinden kurtarmış hem de Batı
dünyasında büyük siyasi önem ve stratejik güç kazanmıştır. ABD de hem İsrail’ in
güney sınırlarının güvenliğini, hem Süveyş kanalının kontrolünü sağlamış hem de
SSCB’yi Kızıldeniz ve Süveyş’ten çıkartarak bölgenin tek hakimi olmuştur. 1979
yılında Afganistan’ ı işgal eden SSCB 10 yıl süren iç savaşta, ABD’ nin
desteklediği Mücahitler karşısında büyük bir yenilgi alarak 1989’ un Şubat’ında
geri çekilmek zorunda kalmıştır. Süreç, aynı yılın Kasım ayında Berlin Duvarı yıkılarak, Doğu Bloku’nun ve
SSCB’ nin yıkılıp, dağılması ile sonuçlanmıştır.
SSCB’ nin Afganistan’ daki
yenilgisi ABD’yi Orta-Doğu Bölgesinin doğu sınırının da mutlak hakimi haline
getirmiştir. Bundan birkaç yıl sonra ABD, yıkılan SSCB’ nin mirasını devralan
Rusya Federasyonu’na karşı çok büyük bir zafer daha kazanarak, Rus yanlısı BAAS
partisi ile yönetilen Irak’ın sosyalist devlet başkanı Saddam Hüseyin’ i
devirerek kendisini ve ekibini idam etmiş;
BAAS Partisinin bütün yöneticilerini de iktidardan uzaklaştırarak hapse
atmışlardır. ABD, BAAS rejimi yerine,
kendi kontrolünde Kuzey Irak’ta bölgesel kürt yönetimi; Orta Irak’ta Bağdat
çevresinde ABD den talimat alan Sünni bir Arap yönetimi; güneyde ise Şii
olmasına rağmen İran’dan ziyade ABD’ ye yakın politikalar izleyen Şia bir Arap
yönetimi kurarak, Irak’ın bütün petrol ve doğalgaz kaynaklarına el koymuş,
işletmesini ABD petrol şirketlerine vermiştir. Böylece ABD bölgede SSCB’ ye
karşı hem ekonomik hem de stratejik olarak muazzam bir üstünlük sağlamıştır.
Aynı şekilde 2012 Rus yanlısı Libya lideri Albay Kaddafi, ABD’ nin organize
ettiği bir iç savaşla devrilerek, işkenceyle öldürülmüş; yerine Irak’ta olduğu
gibi üçü de ABD kontrolünde olan Üçlü bir yönetim işbaşına gelmiştir. Devlet
tarafından işletilen Libya’nın zengin petrol ve doğalgaz kaynakları da
özelleştirilerek Batılı şirketlere peşkeş çekilmiştir. Bu da ABD’ nin Rusya’ya
karşı Orta-Doğu ve Doğu-Akdeniz’de kazandığı başka bir zafer olmuştur.
Son sekiz yıl içinde, Orta-Doğu/Doğu
Akdeniz Bölgesinde yukarda belirttiğimiz bütün bu olaylardan çok daha önemli
sonuçlara neden olacak iki önemli gelişme daha olmuştur. Bu son iki olay Orta-Doğu/
Doğu-Akdeniz Bölgesini dünyanın en önemli ve en tehlikeli bölgesi haline
getirerek, belki de yeni tip Corona Virüsü Covid 19’dan sonra dünyanın en büyük
sorunu haline gelmiştir. Stratejistler ve Uluslararası İlişkiler uzmanları,
İstihbaratçılar ve askeri kurmaylara göre eğer bir 3. Dünya Savaşı çıkarsa bu
savaş bu kez Avrupa kıtasında değil Orta-Doğu ve Doğu Akdeniz Bölgesinde kömür
ve demir kaynaklarının kontrolü için değil, petrol ve doğalgaz kaynaklarının
kontrolü için çıkacaktır. Bu iki önemli uluslararası gelişme de doğrudan
Türkiye’nin bekası ile ilgili konulardır. Eğer Türkiye gerekli proaktif
stratejileri uygulamaya sokmazsa Türkiye’nin egemenliği, toprak bütünlüğü,
ekonomik gelişmesi, Lozan Antlaşmasıyla elde ettiği kazançlar tehlikeye
girebilecektir.
Bunlardan birincisi, eski
eyaletimiz ve en uzun kara sınırımızın bulunduğu komşumuz Suriye’de dokuz yıl
önce çıkan iç savaştır. İkincisi ise; eğer çıkarlarımıza dört elle sarılmaz ve
aktif bir diplomasinin eşlik edeceği etkili ve düşmanı yok edici bir askeri güç
kullanımının yanı sıra başarılı bir psikolojik savaş stratejisi izlemesek milli
çıkarlarımızı, milli menfaatlerimizi ve ekonomik bağımsızlığımızı doğrudan
etkileyecek şekilde aleyhimize kullanılabilecek olan altı yıl önce Kıbrıs
adasının doğusunda deniz yatağında keşfedilerek ABD-İsrail enerji şirketlerince
işletilmeye hazır hale gelen Avrupa’ nın 30 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabileceği
hesaplanan çok zengin doğal gaz yatakları ve Kıbrıs adasının batısında yine deniz
dibinde keşfedilen zengin petrol yataklarının sahipliği ve kontrolü konusudur.
Suriye’deki gelişmelere
baktığımızda; Devlet Başkanlığını kendisi gibi diktatör olan babası Hafız
Esad’dan sanki monarşik hanedanlarla yönetilen ülkelerde olduğu gibi miras
olarak devralan Beşer Esad’ ın Arap Alevisi
(Nusayri) kökenli olduğu görülür. Aleviler Suriye nüfusunun sadece % 12
sini oluşturmalarına rağmen 1960’ lardan itibaren Suriye Ordusunu ele
geçirmişler; yaptıkları askeri darbe ile de 1970’ lerden itibaren Devlet
Başkanlığı, Hükümet üyelikleri, Bürokrasi ve uyduruk-sahte seçimlerle de Parlamentoda
çoğunluğu elde tutarak elli yıldan fazla bir zamandır % 75 Sünni çoğunluğa
tahakküm ve eziyet etmektedirler. Suriye’ deki bu hastalıklı ve adaletsiz
siyasi yapıyı ayakta tutan birkaç güç vardır. İşte bu Suriye’ deki adaletsiz ve
hukuksuz siyasal yapı iç savaşa neden olmuş. Bu iç savaş Türkiye’ yi beş milyon
düzensiz göçmene bakmak; onlara on milyarlarca dolar kaynak tahsis etmek;
güvenlik, asayiş, salgın hastalık, kültürel çatışmalar, hırsızlık, tecavüz gibi
birçok iç sorunla uğraşmak zorunda bıraktığı gibi; Rusya ile de askeri uçak
düşürmeye, yerel silahlı çatışmalara girmeye, karşılıklı askeri kayıplar verilmesine
neden olan ve Türkiye’ yi Rusya ve/veya İran’ la savaşa sürükleyebilecek
uluslararası sorunlara neden olmaktadır. Yüz yıl önce sıradan bir eyaletimiz
olan Suriye; yukarıda detaylı olarak açıkladığımız gibi eski süper güç SSCB’
nin devamı Rusya’nın, Orta-Doğu’daki en önemli müttefikidir.
Rusya Federasyonunun en büyük
deniz üssü Suriye’deki Tartus limanıdır. Rusya Suriye’deki bu deniz üssü
sayesinde bütün Orta-Doğu ve Doğu Akdeniz’ i kontrol etmekte, petrol ve
doğalgaz gibi enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmaktadır. Unutulmamalıdır
ki bugün dünyanın coğrafi olarak en büyük toprağına sahip, en büyük nükleer
gücüne sahip, süper güç olan ülkesi Rusya Federasyonunun ekonomisinin % 90’ ı
petrol ve doğalgaz ihracatına dayanmaktadır. Bu iki enerji kaynağının
fiyatlarının düşmesi zaman zaman olduğu gibi Rus ekonomisini yıkıma
sokmaktadır. Bu yüzden Rusya Suriye’ den çıkmaz ve Doğu Akdeniz’ den
vazgeçemez. Rusya Suriye’deki deniz üssü Tartus limanı dışında üç yıl önce iç savaşta
emir eri Beşer Esad’ ı desteklemek için Suriye’ de bir de hava üssü kurmuştur.
Ayrıca kendi vatandaşlarına işkence ve katliam yapan ve dokuz milyon
Suriyelinin Suriye’den kaçarak kötü şartlarda başka ülkelerde mülteci olarak
yaşamalarına neden olduğu için BM Güvenlik Konseyi Suriye’ye askeri müdahale
için karar alacakken, Rusya Güvenlik konseyinde “Veto” uygulayarak karar
alınmasına engel olmuştur. Böylece Suriye’ nin “Yasal” ama “Meşru” olmayan Esad
Hükümeti bugüne kadar iktidarda kalabilmiştir. % 12 lik diktatör Esad
yönetimini laik bir yönetim sergilediği için daha muhafazakar Sünnilere karşı %
13 civarında nüfusa oluşturan çeşitli etnik ve mezhepsel gruplara mensup (Arap
Ortodoks Hıristiyan, Katolik Hıristiyan Arap (Maronit), Ortodoks (kadim) ve
Katolik Süryaniler, Ortodoks (Gregoryen) ve Katolik (Klikya Ermenileri) Ermeni
cemaatı) Hıristiyan Suriyeliler de desteklemektedirler. Dışarıdan ise
Orta-Doğu’ da Suriye’ deki Şiiliğin bir kolu olan Arap Alevileri (Nusayri), Lübnan’
daki Anayasal olarak Meclis Başkanlığı koltuğunu da elinde bulunduran Şiiler ve
Emel Partisi ile Dürziler; Irak’ ta da nüfusun % 65’ ini oluşturan ve Şiilerin
kutsal mekanı Kerbela’ yı da elinde bulunduran Şiiler ile Bahreyn ve Yemen’ deki
Şiiler ile Ortadoğu’ da bir Şİİ Hilali kurmak isteyen İran ve yukarıda
açıklanan sebeplerle Rusya desteklemektedir. Rusya ve İran asker, silah,
ekonomik yardım, askeri eğitim yardımı, istihbarat, lojistik ve siyasi destek
sağlayarak Nusayri diktatör Esad rejimini iktidarda tutmakta ve İsrail ile
ABD’yi Orta-Doğu ve Doğu Akdeniz’de rahatsız etmeye hatta tehdit etmeye devam
etmektedir. Son yıllarda Çin de Suriye konusunda, İran –Rusya ittifakına
katılmış, Gayrimeşru Esad rejimine siyasi ve ekonomik destek vermeye
başlamıştır. Hatta BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada da Rusya ile birlikte
olumsuz oy vererek veto etmiştir.
Başka bir Orta-Doğu ve Doğu
Akdeniz ülkesi olan Libya’da da yakın zamanlarda ABD çıkarlarını tehdit eden
gelişmeler olmuştur. Libya’ da ABD’ nin eskiden desteklediği darbeci General
Hafter; Rusya ile anlaşıp Rusya’dan paralı özel askeri şirket (Wagner) ve sekiz
adet en son model savaş uçağı desteği alınca; ABD’ nin baştan açıktan
desteklemediği fakat sonradan strateji değiştirip Türkiye ve İtalya ile
birlikte desteklemeye başladığı, BM tarafından tanınan meşru “Ulusal Mutabakat
Hükümeti” ve lideri Saraj Yönetimi Trablus’ a sıkıştı. Libya’ nın petrol
yataklarının çoğu ile petrolün Avrupa’ya tankerlerle sevkedildiği limanın Rus
özel askeri şirketinin eline geçmesi, ABD’ yi ziyadesiyle rahatsız etmiş ve
güçlü bir tehdit algılayarak, Doğu Akdeniz’ de Rus nüfuzunu kıracak karşı
stratejiler geliştirmesine yol açmıştır.
İşte Doğu Akdeniz’ deki bu
gelişmeler ABD’nin, Rusya lehine ABD aleyhine bozulan “Güç Dengesi” ni kendi
lehine çevirmek için yeni askeri stratejileri uygulamaya koymasını
gerektirmiştir. ABD’ nin Yeni Doğu Akdeniz Politikasının en etkili stratejisi,
Doğu Akdeniz’ de sabit bir uçak gemisi konumunda olan Kıbrıs’ta Rus etkisini
bertaraf etmektir. Kıbrıs’ ın kurucu Cumhurbaşkanı Makaryos Rus sempatizanı,
Bağlantısızlar blokunun lideri ve Rum Ortodoks Kilisesinin Başı yani Patrik’
ti. Ayrıca Kıbrıs İngiltere’ den 1960 yılında bağımsız olduktan sonra 60 yıldır
en güçlü parti, Komünist Parti AKEL olmuştur. Her zaman seçimlerden 1. Parti
olarak çıkmıştır. Son olarak da Rus oligarkların GKRY’ de 30 milyar dolar kara
parası aklanmaktadır. ABD GKRY’ ni Rusya ekseninden çıkartıp ABD rotasına
sokmak için yeni strateji tespit edilmiştir. Bu kapsamda Temmuz 2020 başında
uzun yıllardır silah ambargosu uyguladığı GKRY’ ne ambargoyu kaldırmış ve Rum
Milli Muhafız ordusunu ABD Ordusunun askeri eğitim ve talim programına dahil
etmiştir. ABD’ nin bu politikası Türk iç politikasında Türkiye’ye karşı
düşmanca bir tutum olarak algılanmıştır. Halbuki ABD bize karşı değil Rusya’ya
karşı bir hamle yapmıştır. ABD’ nin buradaki amacı, Rus-Yunan-Sırp-Rum Ortodoks
ittifakının bir parçası olan GKRY’ ni Rusya’ nın etkisinden uzaklaştırmak; bu kapsamda Doğu Akdeniz için çok stratejik ve
ekonomik önemi olan Rumların ekonomik kontrolündeki Kıbrıs’ın en büyük liman
şehri Limasol (Rus etkisini ironik olarak belirtmek için Limasolgrad olarak
adlandırılmaktadır)’un kontrolünü Ruslardan almak ve nihayet Kıbrıs’ın
doğusunda Yahudi asıllı Amerikan firması Nobel Energy tarafından çıkarılan
Doğalgaz ve Kıbrıs’ ın batısında keşfedilen ilerde çıkartılacak petrol
rezervlerini kontrol ederek, Rusya’nın tek silahı olan petrol ve doğalgaz
fiyatlarını ve üretim miktarlarını belirleyerek Rusya’ nın yeniden süper güç olmasını engellemektir.
Ancak ABD’ nin bu stratejisi
Rusya’dan çok Türkiye’ye zarar verecek gibidir. Zaten AB ile çok bozuk olan
ilişkiler; Temmuz 2020, 2. Haftasında Ankara’ yı ziyaret eden AB Dış Politika ve
Güvenlik Yüksek Komiseri Borell’in de dediği gibi, Türkiye AB’ nin en önemli
sorunu haline gelmiştir. 10 Temmuz’ da toplanan AB Dışişleri Bakanları
Konseyinde de AB, Türkiye’ nin Akdeniz’ deki faaliyetlerinden büyük endişe
duyduğu ve Fransa’ nın bastırması ve ısrarı ile Türkiye’ye karşı yaptırım
seçeneklerinin değerlendirileceği kararına varılmıştır. Fransa’ nın da
Türkiye’yi Akdeniz’e kıyıdaş devlet olmaktan çıkartıp Fransa’ nın başkenti
Paris’in banliyösü Sevr beldesinde Ağustos 1920’ de imzalanan Sevr Antlaşması
sınırlarına sıkıştırmak politikası izlediği malumdur. 30 yıldır PKK’ ya en açık
şekilde askeri ve siyasi desteği veren; GKRY’ ni ve Yunanistan’ı sürekli
Türkiye’ye karşı kışkırtan ve Türkiye’ye karşı rum-yunan ikilisine büyük askeri
ve siyasi destek sağlayan; gayrimeşru
Beşer Esad rejimini Türkiye’ye karşı destekleyip-cesaretlendiren; sözde Ermeni soykırımı söylemini uluslararası
camiaya taşıyan; Fransa’da Ermeni terör
örgütü ASALA tarafından diplomatlarımızın şehit edilmesini teşvik eden ve Ermeni
teröristleri cesaretlendirip, onlara silah, istihbarat ve lojistik destek
sağlayan; en son Temmuz 2020 ortasında
Ermenistan’ın Azerbaycan’ a askeri saldırı yapmasını Rusya ile birlikte teşvik
edip; Azeri General, Albay, subay, asker ve çok sayıda sivilin şehit edilmesine
neden olan Fransa; kurucu üyesi olduğu AB ve NATO’ yu sürekli Türkiye’nin aleyhine
karar almaya zorlamaktadır. NATO üyesi
olan Türkiye, Fransa’nın NATO içindeki manevralarını başarıyla önlemekte ama AB
üyesi olmadığı için Fransa-Yunanistan ve GKRY, AB içinde şer cephesi oluşturup
Türkiye’ye karşı düşmanca duygularla işbirliği yapıp sürekli AB’ den milli
menfaatlerimize aykırı kararlar çıkartmaktadırlar.
Fransa-GKRY ve Yunanistan’ın
hasmahane tutumları ile AB’ nin aleyhimize aldığı kararların yanı sıra; ABD’
nin Doğu Akdeniz’ deki bu yeni stratejisi aslında doğrudan Türkiye’ yi değil
Rusya Federasyonunu hedeflese de eğer Türkiye karşı stratejiler geliştirmezse
ABD’ nin bu politikası sonucu Türkiye Akdeniz’ den, Ege’ den, doğalgaz ve
petrol kaynaklarından tamamen dışlanır ve KKTC’ nin egemenliği ve bağımsızlığı
da tehlikeye düşer. Bu durum ilerde bütün Anadolu’ nun güvenliğini tehdit eder,
Türkiye bir “Bekaa” sorunuyla yüzyüze gelir, Sevr Anlaşmasını uygulatmak için
ellerini ovuşturan dış güçler ve onlar yurtiçindeki hain işbirlikçilerine gün
doğar.
Bu çok tehlikeli ve sürekli
kötüye giden durumu önlemek için Türk Dış Politikasında (TDP) keskin ve köklü bir paradigma değişikliğine ihtiyaç vardır.
Hükümetimizin ülkemizin bekası, vatanımızın bölünmez bütünlüğü, egemenliğimiz
ve ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızın devamı için TDP’ de bu radikal ve
kökten değişiklikleri behemahal yapması gerekmektedir.
TDP de yapılması gerekli
paradigma değişiklikleri:
1) Son
7-8 yıldır diplomatik ilişkilerimizin bozuk olduğu İsrail ve Mısır’la eskiden
olduğu gibi askeri ve ekonomik işbirliği anlaşmaları yapmak ve her düzeyde
ilişkileri normalleştirmek. Bilindiği gibi Mısır 6 bin yıllık tarihi ile
dünyanın en eski ve köklü medeniyetlerinden biridir. Süveyş kanalına sahip
olması Akdeniz’ in Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna geçiş kapısının anahtarını
elde tutarak büyük bir geo- stratejik konuma sahip olması; en fazla nüfusa
sahip Arap-Orta-Doğu ve Doğu-Akdeniz ülkesi olması; Orta-Doğu’ nun asker
bakımdan sayıca ve silah bakımından en donanımlı güçlü bir orduya sahip olması
ve tarihte Mısır’ı Fatimiler, Kölemenler, Memlüklüler ve Osmanlılar gibi Türk
Devletlerinin idare etmesi ile Türkiye ile tarihi ve kültürel yakınlığa sahip
olması önemlidir. İsrail’ e gelince, Yahudi milletinin oluşturduğu bağımsız bir
devlet olarak 1948’ de kurulduğunda tanıyan ilk ve tek Müslüman ülke Türkiye
Cumhuriyeti olmuştur. İsrail geçmiş yıllarda Türkiye ile çok sıcak diplomatik
ve siyasi ilişkiler kurmuş ortak askeri uçak, tank üretmek, silah yedek
parçalarının temini ve silah ve askeri teçhizatın tamiratı konusunda geçmişte
Türkiye ve İsrail yakın işbirliği yapmışlardır. Ayrıca İsrail başta terör
örgütü PKK’ nın lideri bebek katili Abdullah Öcalan’ın (Apo) Afrika’da
yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesinde çok yararlı istihbarat ve lojistik
destek de sağlamıştır. Şunu da muhakkak aklımızda tutmalıyız ki Dünya
finans-kapitalini Yahudiler elinde tutmakta ve bu suretle istedikleri ülke ve
şirketleri destekleyip kalkındıracak; istemedikleri ülke, hükümet, STK ve
şirketleri ise yok edip dünya üzerinden silebilecek ekonomik ve finansal güce
sahiptirler. Avrupa’nın başta İngiltere ve Fransa olmak üzere birçok ülkenin
hükümetlerini, parlamentolarını, medya şirketlerini, banka-sigorta gibi
finansal kurumlarını ve kamuoylarını doğrudan etkileme ve yönlendirme kapasite
ve kabiliyetine sahiptirler. ABD’ nin ise Derin Devleti’nin Yahudilerin
kontrolünde olduğunu bilmeyen yok gibidir. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinin,
medya şirketlerinin, bankalarının sahibi Yahudilerdir. Çeşitli komplo
teorisyenlerinin haklarında yüzlerce kitap yazarak dünyayı idare ettiklerini
iddia ettikleri Rockefeller ve Rothschild aileleri de Yahudi kökenlidir. En son
olarak Türkiye için hayati önemi olan Doğu Akdeniz’ de AB’ nin 30 yıllık enerji
ihtiyacını karşılayacak kadar zengin doğalgaz yataklarını da işleten Yahudi
Nobel Enerji firmasıdır. Türkiye Libya ile yaptığı gibi Mısır ve İsrail’le Doğu
Akdeniz’ de Deniz Yetki alanlarının sınırlanması ve Münhasır Ekonomik Bölge
Anlaşmalarını imzalarsa; GKRY-Yunanistan
ve Fransa’ nın bizi Kıbrıs ve Akdeniz’ den çıkartma; petrol ve doğalgaz kaynaklarındaki haklarımızı
almaktan engelleme politikaları boşa çıkacak ve bu yeni kendi enerji
kaynaklarını kullanması ve satışından elde edeceği gelirlerle, Türk ekonomisi Balkanlar-Kafkasya/Orta Asya
ve Orta-Doğu’nun en güçlü ve zengin ekonomisi haline gelecektir.
2) KKTC
ile Türkiye Cumhuriyeti arasında Konfederasyon kurulması. Türkiye 1776’ da ABD’
nin 13 eski İngiliz kolonisinin dışişleri ve güvenlik konularında işbirliği
yapıp içişlerinde bağımsız oldukları konfederal bir yapı oluşturup, güçlerini
birleştirerek, İngilizleri yenerek Amerikan kıtasından çıkarttıkları işbirliği
modelinin benzerini TC ile KKTC arasında oluşturmalıyız. Konfederasyona giren
devletler; devlet unsurunun en önemli özelliği olan “Egemenliklerini”
kaybetmezler. Ekonomi-Maliye-Asayiş-Vatandaşlık-Mülkiyet-Ticaret-Medeni Haklar
vb. bütün konularda bağımsızdırlar. Ancak ortak bir dış politika ve Ortak bir
Savunma politikası uygulayarak dış tehditlere karşı güçlerini birleştirirler.
TC ile KKTC arasındaki böyle bir işbirliği modeli ile tam bağımsız ve egemen
bir devlet olmasına rağmen uluslararası arenada tanınmayan KKTC’ nin Doğu-Akdeniz’deki
kıta sahanlığı Türkiye’ nin de kıta sahanlığı olacak; kara suları Türkiye’nin
de kara suları olacak; Münhasır Ekonomik
Bölgesi (MEB) Türkiye’nin de MEB’ i olacağı için Doğu-Akdeniz bir Türk gölü
haline gelecektir. Ayrıca havadaki FIR hattı (Uçuş Bilgi hattı) da Türkiye’nin
kontrolü altına geçeceği için KKTC ile Hatay, Mersin, Antalya, Muğla gibi
illerimizin de hem güvenliği sağlanacak hem de ekonomimize büyük katkı
sağlayacaktır.
Eğer yukarıda
bahsettiğimiz bu iki önemli eksen değişikliği gerçekleştirilirse, Türkiye’nin
Doğu Akdeniz’deki hakları uluslararası alanda tescil edilecek ve tartışma
konusu olmaktan çıkacak; Türkiye’ye Sevr Anlaşmasını dayatmak isteyen iç ve dış
düşmanlarımızın bütün hain planları suya düşecek ve Türkiye Doğu Akdeniz’deki
zengin hidro-karbon yataklarının en büyük ortaklarından biri olacaktır.
Prof. Dr. Uğur ÖZGÖKER
Arel Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Milli
Savunma Üniversitesi Kara Harp Enstitüsü Öğretim Üyesi,
Uluslararası Diplomatlar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi,
Türk-Kuzey Kıbrıs Türk Ticaret odası ve Kıbrıs Kültür ve Eğitim Derneği
Başkanı
www.ugurozgoker.com
Yorumlar
Yorum Gönder