Vanishing on the 7th Street (Kıyamet Gecesi) FİLM ANALİZİ
Tüm dünya şu
günlerde hemen hemen her ülkeyi etkisi altına alan Çin’in Wuhan kentinde ortaya
çıkan Corona (Covid - 19) virüsüyle savaşmakta. Bununla ilgili karantina dahil
alınan birçok önlem mevcut.
Bundan sadece
6 ay önce nerdeyse her ülkede karantina uygulanacak sokaklar bomboş kalacak
desek kimseler inanmazdı. Ancak tam olarak her şey böyle cereyan etti. Ve tüm
bu yaşananlar akla bazı salgın-kıyamet temalı filmleri getirtti. Bunlardan biri
de her ne kadar göz ardı edilmiş de olsa ‘Vanishing on the 7th street.
Filmde her
şeyden önce terk edilmiş şehirler ve bomboş sokaklar mevcut (tam da şu anda
olduğu gibi). Nedeni anlaşılamayan bir biçimde herhangi bir salgın karanlığın
içinden gelerek ondan güç alarak insanları ele geçirip götürüyor. Bu tür
durumlarda çoğunlukla nükleer patlama, doğal afet, savaş veya başarısız
deneylerdir bunu yaratan durum. Ama biz karanlık gölgeler görmekteyiz ki bu
farklı bir metot. Nitekim hala daha bizde Covid - 19 salgının ve geçmişteki
salgınların nedenlerini net olarak bilemiyoruz. Film bu salgının başlangıç
noktasına değinmiyor ama zaten bu tarz yapımlarının vazgeçilmez yanı bu. Özellikle
hızlı bir giriş yaparak film çıtayı en tepeden başlatıyor.
Gel gelelim
ilerledikçe kendimizi koskoca şehirde (belki de dünya çapında) bir avuç kişi
kalmış buluyoruz. Ve ellerinde fenerlerle bu kasvetli atmosferde yaşama
tutunabilmeye çalışan bireyleri seyrediyoruz. Işık sayesinde karanlık
kendilerini ele geçiremiyor. Bir nevi bu ışık, bir yol gösterici bir çeşit
bilge bir kurtarıcı metaforu görevi görmekte.
Kişiyi
oldukça geren sahneler mevcut. Çünkü bu bir grup insanın çaresizliği seyirciye
kadife kadife sirayet ediyor. Belli bir raddeden mütevellit kendimizi filmdeki
karakterle empati yapmış halde bulmamız normale bürünüyor. O gerginliğin
acısını dramatikliğini daha da iyi özümsememize sebep oluyor. Yaşanan bu kaos
yer yer bize kendimizi sorgulatmamıza da neden olmuyor değil. Ortada ilgi
çekici ama bir o kadar buhranlı bir gizem söz konusu. Eğer yaşanılanları
günümüzle mukayese edersek çok ciddi benzerlikler görüyoruz. Bir ara finale
yaklaşırken film bir yalpalamıyor değil.
Çünkü elde
avuçta biriken sorularımız mevcut. Lakin kurgu da zayıflıklar olsa da yönetmen
Brad Anderson bunu örtmeyi bence başarabilmiş. Ancak tabi ki de her Hollywood
yapımında olduğu gibi yapılan kilise vurgusu bir kez daha gözümüze sokulmuş
vaziyette. Ve yine bir kez daha dinsel Katolik temalı bir gönderme gayet alenen
görülmekte. Ancak burada başka ve daha da önemli bir soru doğuyor. Yönetmen
esasen bize şunu mu söylemek istiyor : ‘’Yeryüzü
bir bahçe, bizler ise sadece haşereyiz; en son birileri dayanamayıp büyük
temizleyiciyi çağıracak’’.
Biz tüm
bunların muhasebesini kafamızın içinde yaptığımız sırada filmimiz altın vuruşu
gerçekleştiriyor. En sona ise tam anlamıyla bir Adem ve bir Havva kalıyor. Kısacası,
çok duru, naif ve de anlamlı bir bitiriş izlemiş oluyoruz.
Berkay Kuzu
Yorumlar
Yorum Gönder