GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE YUNANLILAR - 3.BÖLÜM


İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ YUNANİSTAN

Yunanistan’da, küçük Asya felaketi (Kurtuluş Savaşı)  sonrasında 1922 de başlayarak 1981 yılına kadar siyasi çekişmeler ve askeri darbeler dönemi yaşanmıştı. Küçük Asya felaketi (Kurtuluş Savaşı) sonrası Ordu içindeki bir grup Asker yönetime el koymuş ve bu yenilginin sorumları olan başta Komutanlar ve siyasiler olmak üzere pek çok insanı idam etmişti. Yunanistan kralı  II. Georgios  ise ülkeden kaçmıştı. O dönem Kurtuluş savaşından zaferle ayrılan Mustafa Kemal ve arkadaşları ellerinde esir olarak bulunan Yunan komutanları can güvenliklerinin olmadığını belirterek Yunanistan’a bir süre göndermemişlerdi. Askeri darbenin ardından 1928 yılında tekrardan hükümetin başına gelen Venizelos Yunanistan’da tekrardan istikrarı sağlayıp Ekonomik dengesizliği azaltmaya çalıştıysa da  1929 ekonomik buhranı ve sonrasındaki artçıları nedeniyle 1933’te iki kez hükümetten çekilmek zorunda kaldı.  1935 yılında seçimlerini kaybedince Paris’e gitti. Ve 1936 yılında Paris’te öldü. Küçük Asya felaketinin (Kurtuluş savaşı) ardından başa gelen Başbakan Venizelos daha öncesinde yaptığından farklı olarak Osmanlının ardından Anadolu Topraklarında kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştı. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyetine ziyaretlerde bulunmuş Cumhuriyetin başındaki iki önemli İnsan olan Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü ile derin ilişkiler geliştirmişti. Başbakan Venizelos’un Türkiye ziyaretlerinden birinde İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü koluna girerek bizzat eşlik etmiştir. Hatta 1934 yılında Başbakan Venizelos Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel barış ödülüne aday göstermiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün savaştan sonra Yurtta sulh cihanda sulh anlayışını benimsemesi ve geçmişe takılmak yerine herkese hoşgörü ve barış yoluyla yaklaşması en önemli sebep olabilirdi. Başbakan Venizelos’un ülkeden ayrılmasından sonra 25 kasım 1935 yılında yapılan referandum ile II. Georgios Yunanistan’ın başına geçmek için tekrar  Yunanistan’a geldi. Böylelikle 2. Kez Cumhuriyet yönetimi Yunanistan’da bitmiş oldu. Yunan krallığının tekrar ilan edilmesiyle Yunanistan’da istikrarsızlık dönemi sona erdi. Ama bu seferde ufukta başka bir tehlike belirdi. 1929 ekonomik buhranın yankıları Yunanistan’da olduğu kadar Dünya’da büyük ses getirmişti. Demokratik düzenler çökmeye başlamış yerine diktatörlük rejimleri kurulmaya başlanmıştı. Almanya ve İtalya’da başa geçen liderler yayılmacı politikalar uygulamaya başlamalarıyla 2. Dünya savaşının da ayak sesleri duyulmaya başlanmıştı. özellikle İtalya’nın Adriyatik denizine yakın Balkan devletleri üzerindeki emellerinden dolayı 1934 yılında aralarında Yunanistan’ın da olduğu Türkiye, Romanya, Arnavutluk, Bulgaristan ve Yugoslavya arasında Atina'da Balkan Antantı imzalanmıştır. 1940 yılında Romanya’nın Almanlar tarafından işgali üzerine bu Anlaşma ortadan kalkmıştır. Mihver devletlerinin  (Nazi Almanyası, Japon İmparatorluğu, İtalya krallığı) Müttefik devlerine ( Britanya, Fransa, sonradan Sovyetler birliği ve Amerika ) karşı 2. Dünya savaşını başlatmasıyla 7 nisan 1939 yılında    Arnavutluk’u  işgal eden İtalya Balkan coğrafyasına girdi. 28 Ekim 1940 yılında İtalya bazı toprakları kendisine vermesi için Yunanistan’a bir ültimatom verdi. Yunanistan’ın bunu reddetmesi üzerine aynı gün İtalya Arnavutluk’ta bulunan birliklerini Yunanistan’a  kaydırıp  Yunanistan’ın kuzeyini işgal etti. İtalyan ordusu daha fazla ilerlemeden harekete geçen Yunan ordusu hiç beklenmedik bir şekilde İtalyanları geri püskürtmeyi başararak Arnavutluk içlerine kadar girmeyi başarmıştı. İtalyanların bu yenilgileri üzerine 6 Nisan 1941 yılında Almanya yıldırım harekatı ile Yunanistan’a girmiş Yunan ordularını yenerek kısa sürede Atina’yı almıştır. Atina’nın düşmesiyle beraber Kaçan II. Georgios ve Ailesi önce Girit adasında bulunan İngiliz kuvvetlerine sığınmış ardından Kahire ve Londra’da varlıklarını sürdürmüşlerdir.  Yunanistan’ın,  Almanlar, İtalyanlar ve Bulgarlar tarafından bölgelere ayrılmasıyla Çeşitli direniş hareketleri ortaya çıktı. Komünistler ve Antikomünistler hem birbirleriyle hem de İşgalci güçlerle mücadele etmişlerdir. Ekim 1944'te Almanya’nın Yunanistan’dan çekilmesiyle Komünistlerle Antikomünistler arasındaki mücadele iç savaşa dönüşmüştür.

YUNAN İÇ SAVAŞI
Yunan iç savaşı iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada Almanların Yunanistan’ı işgal etmesiyle 2 direnişçi grup ortaya çıktı. Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELAS) sol, Hür Demokratik Yunan Ordusu (EDES) ise sağ eğilimliydi. Bu iki grup  Alman işgal ordusuna karşı  bir mücadele içine girdiler. Savaş sırasında müttefik devletler tarafından da her iki grup desteklendi. Savaş sonrası Birleşik krallık   başbakanı Winston Churchill  ve Sovyetler lideri Josef Stalin arasında yüzdeler anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Yunanistan Britanya etki alanında kalacaktı. Savaş sonrası Britanya yunan başbakanı aracılığıyla solcu Komünist grup olan ELAS’ın silahlarını bırakmalarını istedi. Bunu kabul etmeyen ELAS, etkin olduğu Atina çevresinde üç hafta süren şiddetli çatışmalar yaşandı. Ama Sovyetler birliğini arkalarında bulamayan ELAS  12 Şubat 1945’te anlaşma yoluna gitti. Buna göre bütün direnişçi örgütler tek bir çatı altında birleştirilecekti. Demokratik seçimler yapılacak ve II. Dünya savaşı sırasında ülkeden kaçan kralın ülkeye dönüp dönmemesine karar verilecek bir referandum yapılacaktı. Böylece Yunan iç savaşının birinci aşaması bitmiş oldu.  yapılan seçimler sonunda Komünist rejimden korkan insanların etkisiyle de %90 gibi ezici bir çoğunlukla  kralın  tekrardan kurulmasına karar verildi. 1946 yılında II. Georgios Yunanistan’a geri dönmesiyle Yunan iç savaşının ikinci aşaması başlamış oldu. Komünistler tekrar silahlanıp dağlara çıkmışlar köylülerden büyük destek almışlardır. Birinci iç savaştan farklı olarak bu sefer 3 Komünist ülke (Arnavutluk, Yugoslavya, Bulgaristan) Komünistlere büyük destek sağlamışlar merkezi hükümetin güçsüzlüğü nedeniyle Komünistlerle olan savaş büyümüştür. Komünistlerin lideri General Markos 24 aralık 1947 tarihinde Geçici Demokratik Yunan Hükûmeti adı altında bir Hükûmet kurdu. ve 10 maddelik bir program yayınladı. 1 nisan 1947 yılında kral II. Georgios’un hayatını kaybetmesiyle Yerine kardeşi I. Paulos başa geçmiştir. I. Paulos siyasi partiler arasındaki rekabetin, ekonomik sıkıntıların ve iç savaşın yaşanmakta olduğu bir dönemde krallık görevini sürdürmüştür. 1948 yılında iç savaş yatışmış 1950 yılında da tam olarak bitmiştir. Yunan merkezi hükümeti iç savaşta pek etkili olamamıştır. İç savaşın bitmesinde en etkili olaylar Yugoslavya’nın Komünistlere yaptığı yardımları kesmesi ve Amerika’nın Yunanistan’a yaptığı Truman yardımıdır. Yunanistan’daki siyasal istikrarsızlık 1952 yılına kadar sürdü. 1952 yılında Mareşal Papagos’un sağ eğilimli Yunan Birliği Partisi Hükümeti, iktidarı tek başına almasıyla İstikrar sağlandı. bu dönem Papagos’un 1955 yılındaki ölümüne dek sürdü. 1952 yılında  Amerika’nın da desteğiyle Yunanistan NATO’ya girdi.


12 ADALAR
II. Dünya savaşının sona ermesiyle Almanlar 12 adadan çekilmiş, adalar bir süre sonra İngilizlerin denetimi altına girmişti. Yunanlılar İngilizlere başvurarak adaların kendilerine verilmesini istemiştir. 1946’da toplanan Paris barış konferansında Yunanlıların talebi üzerine adalar Yunanlılara verilmiştir. Adaların konumu itibariyle Türkiye Cumhuriyeti Ege denizinde büyük hak kaybına uğramış, Ege denizi Yunan denizi haline gelmiştir.
Adaların akıbetiyle Türk hükümeti pek ilgilenmemiş II. Dünya savaşına katılmadığı ve bu yüzden adalarda hak talep etmeyeceğine belirtmişti. bu durum o zaman ki cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün tarafsızlık politikasına olan sıkı inancından kaynaklanmaktadır. Adaların kaybedilmesiyle Yunanistan Türkiye’nin hemen karşısındaki adaların hepsini almıştır. Bu durumun yarattığı problemler bugün bile devam etmektedir.

 1967-1974 ASKERİ CUNTA DÖNEMİ
1964 yılında Kral I. Paulos  ölmesiyle birlikte, oğlu II. Konstantin kral oldu. II. Konstantin, hükümetin Monarşiyi devirmeye çalıştığını düşünüyordu.  Bunun üzerine hükümetin başında bulunan Yorgo Papandreu istifa etmek durumunda kaldı. Muhalefet partilerinden buna çok büyük bir tepki geldi. Ordunun içinde Solcu subayların Kralı devirmek istiyor söylentilerin de ortaya çıkmasıyla 28 subay tutuklandı. Olaylar daha da derinleşti. Bu durumu fırsat bilen birkaç subay (Albay Papadopulos, Albay Makarezos ve General Pattakos ) 21 Nisan 1967 günü yönetime el koydular. Kral II. Konstantin halka ve orduya cuntacıların devrilmesi için çağrı yaptıysa da karşılık alamadı. 14 Aralık 1967'de de ülkesini terk ederek, Roma'ya kaçtı. Böylelikle Yunanistan’ın kurulduğu tarih olan 1832 yılından 1967 yılına kadar aralıklarla süren krallık düzeni bir daha geri gelmemek üzere son buldu. Onun yerine daha sert bir Askeri cunta rejimi kuruldu. ( bu dönemde olanlar Türkiye’deki darbelerle oldukça benzerlik gösterir) bu dönemde partiler, örgütler ve gösterilerin hepsi yasaklandı. Cuntayı eleştirmeye kalkan herkes öldürüldü. Halka oylaması için bir anayasa teklifi götürüldü. Ve anayasa zorla kabul ettirilerek yürürlüğe konuldu. Bu anayasa sayesinde cunta bütün gücü elinde topladı. Yurtdışındaki siyasi sürgünler cuntaya karşı güçlü bir muhalefet olarak ortaya çıktı. Ve insanları örgütlemeye başladılar.  1970’ten sonra askeri cunta içerisindeki Albay Papadopulos daha ön plana çıkarak bütün gücü kendi elinde topladı. Seçime gitmeyi reddeden albay, üyeleri ya kukla hükümet tarafından atanan ya da toplumsal meslek kuruluşlarınca seçilen bir danışma organı kurdu. Albay Papadopulos 1971’de yumuşama sürecine gitti. Askeri mahkemeleri kapatıp Sivil mahkemeleri tekrar aktif hale getirdi. İşkence kamplarını kapattı. Ve 133 kişiye demokrasiye geri dönmesini istedi. Bu yumuşama sürecinin en büyük nedeni ise Avrupa’dan gelen üst düzey baskılar olmuştur. 1973’te muhalefetin kralın yanında toplanmasından çekinerek monarşiye resmi anlamda son vererek Cumhuriyeti ilan etti. Kendisi cumhurbaşkanlığı görevini üstlenerek sivil yönetime dönüşün işaretini verdi. Ama 14 kasım 1973’te Atina Teknik Üniversitesi diğer şehirlerden gelen büyük bir öğrenci kitlesi tarafından işgal edildi. Öğrencilerin halka ayaklanma çağrısında bulundular, halkın da destek vermesi üzerine harekete geçen Albay Papadopulos kanlı bir operasyon ile öğrencileri üniversiteden dışarı çıkardı. Tekrar askeri mahkemeler kuruldu ve sıkı yönetim ilan edildi. Albay’ın demokrasiyi tekrardan kurmaya yönelik adımları son buldu. Bunun üzerine cuntanın içindeki Tuğgeneral Dimitrios Yuannides karşı bir darbe yaparak Albay Papadopulos’u devirdi. 20 temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a Türk askerinin çıkmasıyla büyük bir darbe yiyen cunta  en sonunda 23 temmuzda iktidarı sivillere bıraktılar. Ünlü muhalefet lideri Konstantin Karamanlis sürgünden çağırıldı. Ve çok kısa bir zamanda Yunanistan’da özgürlükleri sağladı. Sol partiler de dahil olmak üzere Bütün partileri meclise sokarak geçici hükümeti kurdu. 17 Kasım 1974'te yapılan seçimleri Konstantin Karamanlis'in Yeni Demokrasi partisi kazandı.  Daha sorasında 8 aralıkta yapılan halk oylamasında %69 oy ile monarşinin kaldırılarak yerine cumhuriyetin kurulmasına karar verildi. Böylelikle Yunanistan’da ilk kez kalıcı bir cumhuriyet ilan edilmiş oldu.

KIBRIS SORUNU
93 Harbi'nde Rus İmparatorluğu karşısında yenilen Osmanlı, Ruslara karşı fazla ağır şartlar içeren bir anlaşma imzalamamak için Birleşik Krallığın isteği üzerine  4 Haziran 1878 tarihinden adayı Birleşik Krallığa  kiralandı. imzalanan Kıbrıs Sözleşmesiyle adanın yönetimi Birleşik Krallık yönetimine geçti. I. Dünya savaşında Osmanlının Almanların yanında savaşması üzerine Birleşik Krallık adayı ilhak etmiştir.  II. Dünya savaşının ardından 12 adaların Yunanlılara bırakılmasıyla Kıbrıs’ında Yunanistan’a bırakılması konusunda bir beklenti doğmuştur. Ama bu sadece beklentide kalmış resmiyete dökülememiştir. Çünkü Kıbrıs’ın Birleşik Krallık yönünden değeri büyüktü. Yunanistan o dönemde Birleşik Krallığa olan bağlılığı sebebiyle Kıbrıs’ın durumu konusunda bir şey söylememiştir. Hatta o dönemlerde Yunanistan Kıbrıs’taki Rumların Yunanistan’a bağlanmak için yaptığı girişimleri görmezden gelmiştir. Kamuoyunun baskılarının artması üzerine 1954 yılında Yunanistan konuyu Birleşmiş Milletlere taşımaya yönelik adımlar atmaya başladı. Bu durumda olaya başka bir aktör olan Türkiye Cumhuriyeti müdahil olmuştur. Türkiye’nin Atina büyükelçisi Ada da yaşayan önemli miktarda Türk azınlığın görmezden gelinemeyeceğini adanın statüsünün korunması gerektiği aksi halde konu Birleşmiş Milletlere giderse Türk-Yunan ilişkilerinin bozulabileceğinden bahsetmiştir. Yine de Yunanistan konuyu Birleşmiş Milletlere taşıyarak adanın kendi kaderini kendisi tayin etmesi gerektiğini söylemiştir. 1955-1960 yılları  Kıbrıs’ın geleceğinin tartışıldığı bir dönem olmuştur. Ada bulunan Rumlar ise 1931 yılından bu yana Birleşik Krallığa karşı olan direnişlerini artırmışlar 1959’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Birleşik Krallığa karşı olan bu mücadele Türk-Yunan sorununa dönüşmüştür. Rumlar Yunanistan’a bağlanmak isterken Türkler bunu istemiyordu. Bunun üzerine 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş Cumhurbaşkanlığına Makarios getirilmiştir. Türk ve Rum halklarının eşit olduğu vurgulanmış anlaşmalar imzalanmıştır. Ama zaman içerisinde bu anlaşmalar hiçe sayılarak Türkler yavaş yavaş yönetimden uzaklaştırılarak baskı altına alınmaya çalışılmış pek çoğu Adayı terk etmeye zorlanmıştır. Bu dönemde Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık arasında Kıbrıs sorunu defalarca çözülmeye çalışılsa da bir sonuç alınamamıştır. Yunanistan’daki askeri cunta Kıbrıs’a gizlice asker yollayarak Adadaki Türk azınlığın ortadan kaldırılması için büyük çaba sarf etmiştir. 1963-64 ve 1967 yıllarında Türklere yapılan saldırılar sonrasında 1968’de Türkiye Cumhuriyeti, Yunan birlikleri adadan ayrılmazlarsa açık bir şekilde müdahale de bulunacağını belirtmiştir. Bunun üzerine Yunan birlikleri adadan ayrılmak durumunda kalmışlardır. 1974 yılına kadar adada bir sessizlik olmuştur. Bu dönem içerisinde Kıbrıslı Türkler toplu olarak yaşamaya başlamış ve kendi yönetim sistemlerini oluşturmaya başlamışlardır. 1974 yılına gelindiğinde adadaki Rumlar kendi içinde ayrılmışlardı. Makarios yönetimi Türkleri ekonomik baskı yoluyla adadan ayrılmalarını amaçlarken Yunanistan’daki Cunta güdümündeki EOKA örgütü ve Rum ulusal muhafız gücü bir an önce Enosis’in (Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması) gerçekleşmesini istiyordu. Sonunda Cuntanın da desteğiyle Makarios yönetimine karşı EOKA ve Rum ulusal muhafız gücü bir darbe gerçekleştirerek yönetimi ele geçirdi. Bu durum üzerine Türkiye Birleşik Krallığa ortak müdahalede bulunma teklifi ettiyse de bir karşılık alamadı. Türklere etnik temizliğe kalkışılması üzerine Türkiye 20 Temmuz 1974’te 2 adımdan oluşacak Kıbrıs Harekatına başlatmıştır. İlk adımdan sonra Cenevre’de Kıbrıs sorunu tekrar görüşülmüş bir sonuç alınamayınca harekatın ikinci ayağına geçilmiştir. Harekat sonunda Türkiye adanın %30’unu alarak buraya Kıbrıs Türklerini yerleştirmiştir. Yeni kurulan devletin adı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) olmuştur. 2004 yılında adanın Güney kesimi, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla Avrupa birliğine katılmıştır. KKTC’yi Türkiye haricinde hiçbir devlet  tanımamıştır. Ve Türkiye’nin işgal ettiği topraklar olarak adlandırılmıştır. 20 temmuz 1974’teki Kıbrıs harekatıyla Yunan askeri cuntası dağılmıştır. Yerine gelen Konstantin Karamanlis Türkiye ile anlaşmaya varmaya çalışmışsa da sonuç alınamamış. Kıbrıs harekatının ikinci adımına geçilmiştir. Konstantin’in Birleşik Krallık ve NATO’dan da istediği desteği bulamaması üzerine NATO’yu terk etmiştir. 1980 yılında tekrar geri dönmüştür.   Bu dönemden itibaren Yunanistan Türkiye’yi kendi varlığına bir tehdit olarak görmeye başlamıştır.


YUNANİSTAN’IN AVRUPA BİRLİĞİNE GİRİŞİ
1961 yılında AB ile Ortaklık Antlaşması imzalayan Yunanistan ile ilişkiler, Albaylar Cuntasının 1967’de yönetime el koymasıyla askıya alınmıştır. 1974 yılında Askeri Cuntanın yönetimi sivillere bırakmasıyla demokratik bir yönetime kavuşan Yunanistan, 1975 yılında tam üyelik için AB'ye başvurmuştur. Başvuru AB içinde, Yunanistan'ın üye olmaya gerek siyasi gerek ekonomik açıdan hazır olmadığı, diğer üye devletlerle ortak değerleri paylaşmadığı gibi kaygılarla   karşılanmıştır. Altı yıl süren müzakere sürecinin ardından üye devletler Yunanistan'ı dışarıda bırakmak yerine, onun demokratikleşmesinin ve ekonomik gelişiminin Birlik içinde daha etkili sağlanabileceği görüşünü savunmaya başlamış ve bunun üzerine Yunanistan 1 Ocak 1981'de AB'ye üye olmuştur.

KARDAK KRİZİ
1974’teki Kıbrıs harekatından sonra sessiz kalan bölge 25 Aralık 1995 yılında Figen Akat adlı bir kargo gemisinin Yunan ve Türk kara sularının ortasındaki Türkçe adıyla Kardak yunanca ismiyle Imia adasına oturmasıyla tekrar hareketlendi. Gemi kaptanı Türkiye’den yardım istemiş. Yunanistan da  yunan karasularındasınız size sadece biz yardım edebiliriz. demesi üzerine kriz başlamıştır. Her ne kadar önceleri diplomasi yoluyla halledilmeye çalışılsa da Kardak kayalıklarına en yakın Yunan adası olan Kalimnos adası belediye başkanının, adanın papazı ve bir grup ada halkı ile 26 ocak 1996 günü Kardak kayalığına çıkarak Yunan bayrağını dikmesiyle gerilim artmış. Buna karşılık bir grup Türk gazeteci helikopter ile adaya inerek Yunan bayrağını indirerek Türk bayrağını asmışlardır. Bu durum Yunanistan’da bir onur meselesi haline gelmiştir. O dönem Yunanistan’da hükümeti kurmakla görevlendirilen Kostas Simitis büyük baskı altında kalmış. Bunun üzerine Yunan donanması Kardak kayalıklarını ele geçirdi. Yunanistan’ın bu hamlesi Türkiye’de büyük bir krize yol açtı. O zamanın başbakanı Tansu Çiller “bu asker gidecek, o bayrak inecek”  diyordu. Kardak krizi Yunanistan ve Türkiye arasında savaş boyutuna ulaşması üzerine Amerika devreye girerek ilk kurşunu kim atarsa karşısında Amerika’yı bulacağını belirtti. Bunun üzerine Türkiye 30 Ocak 1996 gecesi gizli bir operasyonla Yunanlıların kuşattıkları adaların karşısındaki adalara gizlice asker çıkararak Türk bayrağını astı. Amerika’nın baskıları yüzünden iki tarafta adaları terk etmek durumunda kaldı. Ama Türklerin adaya asker çıkarması Yunanistan içinde büyük bir krize neden oldu. Çünkü Türkler yunan donanmasını içinden geçerek adaya asker çıkarmayı başarmışlardı. Bu durum üzerine Yunan genelkurmay başkanı istifa etmek zorunda kaldı. 30 ocak Yunanistan’da büyük bir utanç olarak kabul edildi.


AKDENİZ SORUNU
Akdeniz sorunun da Yunanistan ikincil aktör olurken Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY), KKTC ve Doğu Akdeniz doğal gaz havzasında sınırı olan ülkeler olayın birincil tarafları olmuşlardır. 2000 yıllarda yapılan araştırmalar sonucun bölgede zengin doğalgaz yatakları bulunmuş özellikle Kıbrıs adası bu zengin kaynakların tam ortasında olması nedeniyle  harekete geçen Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY) 2003’te Mısır, 2004’te  Lübnan ve 2010 yılında  İsrail ile Münhasır ekonomik bölgelerini belirlemişlerdir. Avrupa Birliğine üye olması sebebiyle Avrupa birliğinden de destek alan Kıbrıs Cumhuriyeti ( GKRY) uluslararası arenayı Doğu Akdeniz’e çekmeye çalışmıştır. Bu kapsamda Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY ) 2007’de kendi MEB’i olarak belirlediği 13 parsel alana ABD’li Noble Enerji, İtalyan Eni ve Fransız Total şirketlerine arama ve sondaj faaliyetleri için izin vermiştir. AB’nin enerjiye olan ihtiyacını iyi değerlendiren Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY)  Avrupa’nın bu bölgeye daha çok odaklanmasını sağlamıştır. Adanın kuzey tarafında 1974 yılından beri ayrı bir devlet kurarak yaşayan Türk toplumu ise dikkate alınmamıştır. Atılan adımlarda söz hakkı verilmemiştir. Yunanistan ise bölgede olmamasına rağmen akıllıca adımlar izleyerek küçük adalar ve kayalıklar üzerinden Türkiye’nin kıta sahanlığını da içine alan bir koridor açma mücadelesine girişti. Bu kapsamda birçok adayı yerleşime açtı. Ve silahlandırdı. Bu durum açıkça adaların statükosuna bir müdahale olmasına rağmen Doğu Akdeniz’e koridor açtı. Türkiye Bütün bu olanlara ancak 2018 yılında tepki gösterebildi. KKTC’nin haklarının görmezden gelindiğini Ve bulunan Rezervlerde KKTC’nin de yararlanması gerektiği belirtilmiştir. 2018 yılında ilk sondaj gemisini Doğu Akdeniz’e gönderen Türkiye, bölge ülkelerinden, Avrupa birliğinden ve Amerika’dan büyük tepki almıştır. KKTC’nin  kendisine izin verdiği parsellerde sondaj faaliyetlerine başlamıştı. Bu parsellerden bazılarının Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY) parselleriyle çakışmasından dolayı sık sık tansiyon yükselmiştir. Doğalgazın Avrupa’ya akışında Türkiye’nin büyük engeller çıkarıldığı düşünülmüş ve Başta yaptırımlar olmak üzere pek çok seçenek değerlendirilmiştir. Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki alanlarını sınırlandıran mutabakat Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ile olan bağını koparmış. Buna tepki olarak Yunanistan Libya büyükelçisini Atina’dan kovmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY) ve Türkiye arasındaki anlaşmanın çözülememesi dolayısıyla doğalgaz hala Avrupa’ya aktarılabilmiş değildir.


MÜLTECİ KRİZİ

2011 yılında Suriye iç savaşının başlamasıyla savaştan kaçan milyonlarca Suriyeli  komşu ülke topraklarına sığındı. En fazla mülteci akını ise Türkiye’de yaşandı. Türkiye sınır kapılarını mültecilere açmasıyla çok kısa bir zamanda sayıları 4 milyonu bulan Suriyeliler, ülke içinde sorunlara neden olmaya başladı. çoğu Avrupa’ya gitmek isteyen bu insanlar kısa sürede Yunanistan’ın kapısına dayandı. Yunanistan’a ait olan 12 adalar Suriyeli Mültecilerle dolmaya başlaması üzerine, Avrupa Birliği devreye girerek 2016 yılında Türkiye ile göçmenler anlaşması (Göçmen Mutakabatı) imzalandı. Bu anlaşmaya göre Türkiye ile Yunanistan koordineli bir şekilde çalışacak ve Yunanistan’a olası bir göçmen akını engellenecekti. Türkiye 2 adımda 6 milyar euro katkı verilecekti. Türk vatandaşlarına vize kolaylığı sağlanacaktı. Buna karşılık Türkiye elindeki mültecileri topraklarında barındırmaya devam edecekti. Aradan geçen 3 yılın ardından Türkiye 40 milyar dolar para harcamasına rağmen 6 milyar Euro’nun hepsini alamadı. mültecilerin giderek Türkiye ekonomisi için ağır bir yük  olmaya başlaması, 29 şubat 2020’de Suriye rejiminin hava saldırısında 34 Askerinin şehit olmasının üzerine Türkiye, Avrupa birliğiyle yaptığı anlaşmayı bir kenara atarak  Yunanistan ile olan bütün sınırlarını açtığını ilan etti. Yunanistan’a geçişlerin serbest olduğunu duyurması üzerine binlerce Suriyeli,Afgan ve diğer milletlerden mülteciler sınır kapılarına akın etti. Yunanistan bu kadar büyük bir mülteci akının karşısında Avrupa’dan yardım istemiş. Pek çok Avrupa ülkesi Türkiye’ye tepki göstermiştir. Avusturya, Yunanistan’a asker ve ekipman  desteği sağlamıştır. Yunanistan hükümet sözcüsü Stelios Petsas  Türkiye’nin kaçakçı bir devlet haline geldiğini belirtmiştir. Binlerce mültecinin Yunanistan sınırına gelmesiyle Kestanelik sınır kapısı önünde çok büyük olaylar yaşanmış Yunan tarafının kapıları açmaması üzerine mülteciler taş ve cisimler fırlatmaya başlamışlar bunun üzerine Yunan polisi müdahaleye başlamıştır. Türkiye’nin mültecileri Sınırlara taşıması hatta geçişlerine yardım etmesi Yunan tarafında çok büyük tepki bulmuş. Yunanistan başbakanı  Kiryakos Miçotakis ülkesini korumak için gereken her şeyi yapacağını belirtmiştir. Ve öylede olmuştur.  sınırı geçen Mültecilerin elindeki her şey alınmış ve işkence edilerek Türkiye’ye geri gönderilmiştir.  Yunanistan’a geçen mülteciler konusunda da anlaşmazlık çıkmış Türk tarafı ilk 3 günde bu sayının 117 bin olduğunu belirtirken Yunan tarafı bu sayının 200 civarlarında olduğunu belirtmiştir. Yunanistan’ın uyguladığı sert mülteci politikaları sonucu pek çok mülteci Türkiye’ye geri dönmüş, Yunanistan’a olan mülteci akını azalma göstermiştir. Sadece küçük bir grup yunan adalarına ulaşmayı başarmıştır. Mülteci sorunu hala sürmektedir.


SON SÖZ
Her ulusun bir hikayesi olduğu gibi Yunan ulusu da asırlar boyunca mücadeleler vermiş kimi zaman hükmederken kimi zaman hükmedilmiştir. Antik çağdan bu yana her zaman o eski altın çağlarına dönüşün özleminde olmuşlardır. Yunan ulusunu bir çatı altında toplamak her zaman amaç ve gayelerinin bir temelini oluşturmuştur. Bu amaç doğrultusunda nice zaferler nice yenilgiler almışlar, kendi uluslarının tarihini şekillendirmişlerdir. Dünya tarihine bir iz bırakmışlarıdır.

YAKUP ÇAKMAK
KAYNAKÇA- Richard Clogg / Modern Yunanistan Tarihi
- Tolga Uslubaş / Dünya Tarihi
-Kıvanç Ulusoy / Doğu Akdeniz’de güç mücadelesi ve Kıbrıs sorunu- https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51737046

Yorumlar

Popüler Yayınlar