2020 KASIM AYINDA YAPILACAK ABD BAŞKANLIK SEÇİMLERİ VE TÜRKİYE’ YE OLASI ETKİLERİ
ABD; bir milletin kurmadığı, tarihi-kültürel-dini
ortaklıkları ve geçmişleri olmayan değişik halkların, kendilerini idare eden ve
sömüren İngiliz Koloni idaresine karşı 7 yıl savaşlarında İngiltere
karşısındaki muazzam yenilgisinin öcünü almak için Fransa’ nın da kışkırtması
ve para ve silah ile desteklemesi sonucu, 13 İngiliz Kolonisi (Sömürgesi) halklarının
birleşerek 1776 da Filedelfiya Bağımsızlık Bildirgesini imzalamak suretiyle
İngiliz Monarşisine başkaldırması sonucu oluşmuş bir devlettir.
Bugün ABD halkını
(milletini değil) oluşturan insan topluluğunun ataları; birkaç yüzyıl önce kıta
Avrupa’ sındaki çeşitli devletlerden, kendi ülkelerindekinden daha iyi yaşam
şartlarına kavuşmak ve baskı ve zulümden kurtulmak için yeni keşfedilen
Amerikan kıtasının kuzeyine yerleşmiş değişik kültürler-diller-dinler-mezhepler
ile örf ve adetlere sahip insanlardı. Protestan İngiliz Krallarının mezhepsel
(dinsel) ve dilsel (kültürel) tahakkümü altında ezilen Katolik ve Irish
(İrlandaca) konuşan İrlandalılar, bu baskı ve zulümden kurtulmak için gruplar
halinde değişik zamanlarda münferiden veya topluca Büyük Britanya’dan Kuzey
Amerika’ya göç etmişlerdir. ABD Bağımsızlığını kazandıktan sonra seçilen her 3
Başkandan birinin kökenlerinin İrlanda asıllı bir aileden gelmiş olduğu tespit
edilmiştir. 1871’ de Prusya liderliğinde
Alman Birliği kurulmadan önce değişik Alman Prensliklerinde, köylü/çiftçi
olarak çalışıp zor ekonomik ve sosyal koşullarda yaşayan Almanlar da 18 ve 19.
YY da kıta Avrupa’sından Kuzey Amerika’ya göçmüşlerdir. Mevcut ABD Başkanı
Donald Trump da böyle Alman asıllı bir aileden gelmektedir.
Keza, Almanya gibi Birliğini 1861 tarihinde en geç
oluşturan Avrupa ülkelerinden olan İtalya’ nın ekonomisi tamamen Ortaçağdaki
gibi tarım ve balıkçılığa dayalı olduğu için çok fakir olan başta 2 Sicilya
Krallığı ve Sardinya Krallığı olmak üzere; özellikle çizmenin (İtalya’ nın
coğrafi görünüm biçimi) güneyinde
bulunan İtalyan şehir devletlerinden daha yüksek hayat standartlarına erişmek
için Kuzey Amerika’ya göç eden İtalyan kafilelerinin torunları da bugün ABD iş
ve siyaset dünyasında çok önemli pozisyonlara gelmişlerdir. Bugün dünyanın en
büyük organize suç örgütü olan ABD merkezli MAFIA örgütü de Sicilya’ da
kurulmuş ve göçmen İtalyanlarla birlikte ABD’ ye taşınıp dünyanın en büyük
yeraltı teşkilatı haline gelmiştir. MAFIA’ nın yıllık cirosunun Afrika
kıtasındaki ülkelerin yarısından fazlasının GSMH’ nın toplamından da fazla
olduğu tahmin edilmektedir. Bugün İtalya Dünyanın en gelişmiş 7 devletinden
biri olmasına rağmen, sanayileşmiş zengin Kuzey İtalya bölgesi ile kırsal Güney
İtalya arasında hala büyük çapta iktisadi ve sosyal gelişmişlik farkı vardır.
Bu gelişmişlik farkı sadece İtalya için siyasi, iktisadi ve toplumsal bir sorun
teşkil etmeyip; kurucusu olduğu ve Bölgesel, Yapısal ve Tarım Fonlarından büyük
miktarda Güney İtalya için mali kaynak aldığından AB açısından da büyük sorun
teşkil etmektedir. Kuzey Amerika topraklarına 19. YY da Prusya
İmparatorluğu-Rus Çarlığı-Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’
nun hegemonya mücadeleleri altında ezilmiş olan Çek ( Bohem’ yalı )- Macar-Leh
(Polonya’ lı)-Litvanya-Yunan- Güney Slavlar gibi Orta ve Doğu Avrupa halkları
da büyük çapta göç etmeye başlamışlar ve daha önce gidenler Atlantik kıyılarını
mesken ve yurt edindiği için çok daha ucuz hatta bedava olan ABD’ nin orta
eyaletleri ve Pasifik kıyılarına kadar Batı Eyaletlerine yerleşmişlerdir.
Bu Avrupa’ nın
çeşitli bölgelerinden gelen Katolik- Protestan ve Ortodoks Hıristiyan ile
Yahudi ve Müslüman gibi değişik din ve mezhepler ile farklı dilleri konuşan ve
kültürel özelliklere sahip olan insan topluluğu, Amerikan vatandaşlığı potasında eriyerek Amerikan halkını oluşturmuştur. 1492
de Amerika Kıtasının keşfiyle Güney Amerika topraklarına yerleşen Latin Katolik
halklarından İspanyollar ve Portekizliler yüzyıllar boyu Güney Amerika’yı sömürmüşler;
altın gümüş gibi değerli madenlerini Avrupa’ya taşıdıkları gibi kendi dilleri
olan Portekizce’yi (Dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan Brezilya) ve
İspanyolca’yı (22 ülke) Güney Amerika’da resmi dil yapmışlar; ortak mezhepleri
olan Hıristiyan Katolik mezhebini de bütün Latin (Güney) Amerika devletlerinin
resmi dini haline getirmişlerdir. 19. YY’ ın sonunda ABD eski İspanyol
sömürgesi olan Meksika Krallığı’ nı yenerek bu ülkeden, halen ABD’ nin en zengin eyaletleri olan
Texas, Kaliforniya (Tek başına bu eyalet dünyanın 7. Büyük ekonomisidir.
Bilişim üssü olan Silikon Vadisi de bu eyalettedir) ve Florida eyaletlerini
gasp etmiştir. ABD bu eyaletleri işgal ve ilhak ederek sadece çok zengin petrol
(Texas- Dallas) ile çeşitli madenler ve çok geniş ve verimli zırai
plantasyonları değil; ayrıca Latin Katolik kültürünü de alarak ABD’ nin hakim
kültürü olan Protestan Kültürü ve hakim ve resmi dili olan İngilizce yanında,
dünyanın en çok inanı olan Katolik mezhebi ve dünya üzerinde ana dil olarak
Çince’ den sonra en çok kullanılan ve en yaygın lisan olan İspanyolcayı da ABD
kültürel değerlerine ithal ederek, Katolik Dünyası üzerinde de egemen olmasına
vesile olmuştur. Bugün ABD’ nin en zengin eyaletleri, dünyanın en zengin
bölgeleri olan Teksas, Kaliforniya ve Florida eyaletlerinde İngilizce’ nin yanı
sıra İspanyolca da resmi dildir.
1917 Bolşevik
Devriminden kaçan 1,5 milyon Rus (Beyaz Rus olarak adlandırılmışlardır) ile Çin’deki
totoliter Krallıkların iç baskısı, önce İngiliz işgali sonradan da Japon
işgalinin dış baskılarıyla 20. YY başlarında da 2 milyon Çin’ linin ABD’ ye
göçüşü ile ABD tam bir çeşitli dinler, kültürler, ırklara mensup insanların
oluşturduğu bir mozaik haline gelmiştir.
Amerikan
kültürel ve siyasi değerlerine dahil olan son unsur zencilerdir. 15. YY da
Portekiz’ in Brezilya’ daki geniş zırai üretim alanı olan plantasyonlarda karın
tokluğuna çalıştırmak üzere Afrika’dan zorla kaçırarak veya para karşılığı
satın alarak getirdiği zenci işgücü, üretim faktörü Koloni idaresi sırasında
ABD Kolonilerinde de kullanılmaya başlanmış; ABD’ nin bağımsızlığından sonra da
özellikle ABD ile Federasyona, girmeyi reddeden; geniş pamuk, tütün, şeker, mısır ve pirinç
plantasyonlarında zenci köle işgücü faktörüne dayanan karlı üretim biçimini
sürdürmek için ABD’ nin Güney Eyaletlerine Afrika’dan, çoğunluğu Müslüman yüzbinlerce
zenci köle getirilmiştir. ABD iç savaşını kazanan ekonomisi sanayi ve ticarete
dayanan Kuzey Eyaletleri birliği, ekonomisi köle işgücü faktörüyle tarım ve
madenciliğe dayanan Güney’ i yenerek Güney Eyaletlerini 1865 de ABD
Federasyonuna dahil etmişler ve köleliği yasaklamışlardır. Ancak resmen kölelik
ve zencilere ayrımcı muamele yasak olsa da 1960’ lı yılların ortasına kadar
ABD’ de zencilere 2. Sınıf muamelesi yapılmış, zenci çocuklarının beyaz çocukların
okul servislerine binmesi yasaklanmış, zencilerin belli mahallelerde ikamet
etmesine izin verilmemiş ve zencilerin devlet kademelerinde üst düzey görevlere
getirilmeleri engellenmiştir. Çok yakın bir tarihte zenciler ABD toplumsal ve
siyasi hayatında fiilen de beyazlarla eşit duruma gelmişler, bunun tezahürü
olarak da Irak’ın Kuveyt’ i işgaliyle başlayan 1. Körfez Krizi akabindeki Çöl
Fırtınası olarak adlandırılan Irak Savaşında ABD Genel Kurmay Başkanı olan Colin
Powell ABD tarihindeki ilk zenci Genel Kurmay Başkanı olmuş ve ABD’ nin 44. Başkanı
olan Barak Hüseyin Obama’ nın ilk zenci ABD Başkanı olmasıyla da Afro-Amerikan
olarak adlandırılan zenciler ve Müslümanlar da Amerikan siyaset ve kültür
potasında etkili olarak yer almaya başlamışlardır.
Çok değişik
tarihi, kültürel, dinsel, mezhepsel farklılıklara sahip olsalar da Dünyanın en
büyük ekonomik, siyasi ve askeri gücü ve tek hegemon devleti olan (Pax-Amerikana)
ABD’ de yaşayan 331 milyon insanı bir arada aynı potada tutan tutkal görevi
gören birleştirici unsur “ABD VATANDAŞLIĞI” dır. İşte bu 331 milyon ABD
vatandaşı Dünyanın Tek süper gücünün eşit haklara sahip vatandaşları
olduklarının bilinciyle, Kasım ayında yeni Başkanlarını seçeceklerdir.
Yukarıda
kısaca anlattığımız Amerikan halkının yani dolayısıyla seçmenlerinin tarihi
kökenleri ile sosyo-ekonomik ve kültürel yapılarının farklılığının Kasım ayında
yapılacak ABD Başkanlık seçimlerine nasıl yansıyabileceğini analiz etmeye
çalışacağız. ABD Başkanlık seçim sonuçları sadece Amerikan halkını değil, ABD’
nin Dünyanın tek süper gücü olmasıyla bütün ülkelerin vatandaşlarını ve 1952’
den beri NATO bünyesinde müttefiki ve stratejik partneri olarak ülkemizi ve
Türk Halkını da yakından ilgilendirmektedir.
ABD, gevşek bir konfederasyon şeklinde oldukça
serbest ve Avrupa halklarına göre çok daha fazla özgür 13 İngiliz Kolonisi
olarak örgütlenen ve İngiliz Monarşisinin Londra’dan yolladığı Genel Valiler
tarafından idare edilen siyasi bir yapının kendi iradesiyle bağımsızlığını ilan
ederek İngiliz Kralına başkaldırması ve nispeten çok az can kaybına neden olan
bir bağımsızlık savaşı sonucu bağımsızlığını kazanmıştır. Dolayısıyla Kuzey Amerika halkları tarihte hiç
imparatorluk, şahlık, krallık, emirlik gibi bir hanedan tarafından idare
edilmediği; Kuzey Amerika topraklarında
otokton (kökten) bir etnik ya da dini grup daha önce otorite kurmadığından;
yeni bağımsızlığına kavuşan bu heterojen Amerikan vatandaşları yönetim biçimi
olarak halkın kendi kendisini yönettiği “Demokrasi” (Liberal Demokrasi) ve
yönetim şekli olarak da yönetimin babadan oğula geçtiği hanedan değil Devletin Başkanını
halkın doğrudan seçtiği ve periyodik seçimlerle sürekli değişebilen
“Cumhuriyet” rejimini benimsemiştir.
1776 da
Konfederal olarak İngiliz işgaline karşı bağımsızlığını kazanmak üzere kurulan
ABD, 1789 da yapılan anayasa ile Eyaletlerden oluşan Federal bir devlet olarak
bugünkü idari ve anayasal yapısına kavuşmuştur. 13 koloniyle başlayan ABD Federal
demokratik cumhuriyet sistemi daha sonra katılan topraklarla bugün 50 eyalet
(State) ‘ten oluşan Amerika Birleşik Devletleri haline gelmiştir.
Hem federe
devletlerin (states-eyaletler) hem federal devletin yönetimlerinin ayrı ayrı belirlendiği,
örnek olarak eyaletlerde hakimlerin eyalette yaşayan vatandaşlarca seçildiği
keza yerel güvenlikten sorumlu şeriflerin de eyalet halkınca seçildiği, ayrıca
eyaletin en yüksek yürütme organı olan Valinin de Başkentten atanmayıp eyalet
halkınca seçildiği; buna karşılık Washinton
DC deki başkentteki ABD Başkanının yönettiği federal devletin hakimleri ile
federal polisin (FBI- Federal Bureau of Investigation) federal yönetimce
atandığı ikili bir siyasi yapı vardır. Bu yürütme erkindeki ikili yapı
kendisini yasama erkinde de göstermekte, ABD’ de hem federal düzeyde yasama
organı olan Kongre hem de eyaletlerin ayrı meclisleri vardır. Ceza kanunu,
borçlar kanunu, medeni kanun gibi kanunlar eyaletlerde farklıdır. Bazı
eyaletlerde idam cezası varken diğerlerinde yoktur. Bazı eyaletlerde evlenme ve
boşanma mevzuatı çok basit ve kolayken bazı eyaletlerde mevzuat farklılığı
nedeniyle yıllarca süren boşanma davaları ve ticari ihtilaf davaları
görülebilmektedir. Orta öğretim ve yüksek öğretim standartları belirleme
yetkisi ve kuruluş izin yetkileri de eyalet yönetimindedir. Dolayısıyla
Üniversite eğitim süreleri, müfredatlar ve mesleki yeterlilikler eyaletler
arasında farklılar göstermektedir. Aynı şekilde iş kurma, ticari ve ekonomik
faaliyette bulunma şartlarını belirleme ve gerekli yasal izinleri verme yetkisi
de eyaletlerde olduğu için şirket kurma, yatırım yapma, ticari faaliyette
bulunma şartları eyaletten eyalete değişebilmektedir. Bu ikili yapıya paralel
şekilde ABD Federal yasama organı olan Kongre de 2 kanattan oluşmaktadır: 1.
Kanatta her eyaletten nüfusa oranlı olarak belirlenen sayıda seçilen
Temsilciler Meclisi; üst meclis olarak
da faaliyette bulunan 2. Kanatta ise nüfusa bakılmaksızın her eyaletten eşit
olarak 2 şer senatörün şeçildiği 100 üyeden oluşan Senato.
ABD’ nin 1776’
da kuruluşundan beri oluşan bu konfederasyon-gevşek federasyon karışımı “sui generis” (nevi şahsına
münhasır-kendine özgü) yönetim şekli; ABD vatandaşlarının Avrupa’dan göçlerle
ikinci anavatan topraklarına (ülke) yerleşmeleri ve yeni bir halk (Amerikan Halkı) oluşturmaları ile koloni idaresinin boyunduruğundan
kendi özgür ve kararlı iradeleriyle tam bağımsızlıklarını ve egemenliklerini kazanma
sürecinde oluşan siyaset geleneklerinin bir sonucudur.
Bu siyasi
gelenek, ABD seçim sisteminde de kendini
göstermiştir. ABD’de seçim sistemi, siyasi temsil sistemi, siyasal partiler
sistemi demokrasinin gereği olarak çok partili sistem olmasına karşın; 250
seneden beri oluşan siyasi teamüller uygulamada 2 partili sistem olarak tezahür
etmiştir. Hukuken ABD’ de birçok siyasi parti varken; fiilen 2 büyük parti
siyasi hayatı ve siyasi kurumları ve siyasal davranışları oluşturmakta ve
yönetmektedir. Bu siyasi partilerden birincisi şimdiki Başkan Donald Trump’ un
Partisi olan genel olarak siyaset biliminde “Sağ” kavramıyla tanımlayabileceğimiz
Cumhuriyetçi Parti; diğeri ise bir önceki başkan Barak Obama’ nın partisi
kısaca “Sol” olarak siyaset bilimi kavramı ile tanımlayabileceğimiz Demokrat
Parti’ dir. Bu 2 partinin dışında birçok siyasi parti mevcut olsa da seçimlerde
bir varlık gösterecek oyu alamamakta Kongrede temsil edilememektedirler.
Demokrat Parti
genel olarak Türkiye’ de CHP’ nin yapısına benzemekte, seçmen tabanı da CHP
seçmen tabanına benzer özellikler göstermektedir. Demokrat Parti Okyanus
kıyılarından yani West Coast ve Esat Coast eyaletlerinde oy almakta; seçmen
tabanı iyi ve yüksek eğitimli, büyük şehirlerde ve metropollerde yaşayan beyaz
yakalı olarak adlandırılan orta ve üst düzey yöneticilerden oluşan üretim araçlarına
sahip olmayan eğitim, yetenek ve emekleriyle ücretli olarak çalışarak
hayatlarını idame eden kentli zümreden oluşmaktadır. Buna karşılık Cumhuriyetçi
Parti Türkiye’ deki geçmişteki Terakkiperver Cumhuriyet Partisi-Serbest
Fırka-Demokrat Parti-Adalet Partisi-Anavatan Partisi-Doğruyol Partisi ve
bugünkü AK Parti yapısına benzemekte ve seçmen tabanı da buna paralellik arz
etmektedir. Cumhuriyetçi Parti daha çok
ABD’ nin okyanuslara kıyısı olmayan orta ve güney eyaletlerinden, eğitim düzeyi
daha düşük Amerikan vatandaşlarından, büyük çiftçi, sermaye sahibi işletmeci,
kendi nam ve hesabına çalışan serbest meslek sahibi, esnaf-tüccar-işadamları
ile büyük medya, banka-sigorta gibi finans kuruluşu, sanayi kuruluşları ile
holding sahip ve ortaklarından oluşmaktadır.
İç politikada
Demokratlar federal bütçenin büyük kısmının eğitim-sağlık-ulaşım-barınma gibi
Amerikan halkının sosyal ve kültürel ihtiyaçları için harcanmasını savunurken; Cumhuriyetçiler minimal devlet anlayışı ile
sanayici, banker ve holding sahipleri gibi işverenlerden daha az vergi alınması
ve zengin yatırımcıların sermaye birikimlerinin ve karlarının artırılması
böylece daha çok yatırım yapmaları, Amerika’ nın üretim miktarı ve dünyadaki
ekonomik üstünlüğünün pekiştirilmesi taraftarıdırlar. Fakir halka zengin
Amerikan vergi mükelleflerinin parasının verilmesine karşıdırlar. Demokratlarca
ileri sürülen vergi oranlarının artırılması ve vergi kaynaklarının çeşitlenip
geliştirilmesi fikirlerine kesinlikle karşıdırlar. Bu durumun zenginlerin yatırım
yapmaktan kaçınmasına ve servetlerini yurtdışına kaçıracaklarına neden
olacağını iddia etmektedirler. Sosyal transfer denilen bütçenin az gelirli
Amerikan halkına bedava eğitim, sağlık, ulaşım ve kültür hizmeti olarak
harcanmasına liberal iktisadi sisteme aykırı olduğu için karşı çıkmaktadırlar.
ABD’ de devletin iktisadi faaliyetteki payının sadece % 2 olduğu ve ekonominin
tamamen özel sektör tarafında idare edildiği göz önüne alınırsa Cumhuriyetçi
Parti’ nin 2. Dünya Savaşından sonra Demokrat Parti’ye karşı iktisadi
dalgalanmalar ve küresel kriz dönemleri hariç sürekli başarı sağlamasının
nedeni açıkça ortaya çıkmaktadır. Keza aynı durum Türkiye’de de paralellik
göstermektedir. 1946’ da 2. Dünya Savaşından sonra çok partili döneme
geçilmesinden bu yana 1977’ de % 43 lük CHP galibiyeti dışında bütün seçimleri
Demokrat Parti-Adalet Partisi-Anavatan Partisi-Doğru Yol Partisi ve AK Parti
gibi sağ partiler kazanmışlardır. CHP’ nin 1977 seçimlerindeki başarısının
altında da Kıbrıs Zaferi başarısı yatmaktadır.
İç
politikadaki bu yapılanmanın yanı sıra dış politikada Demokrat Parti, ABD
bütçesi ve mali kaynaklarının Amerikan vatandaşlarına harcanması; ABD’ nin
Irak, Afganistan, Bosna, Yemen, Libya gibi ülkelere askeri müdahaleler
yapmaması; Vietnam felaketinin bir daha yaşanmaması için ABD’ nin dünyanın
jandarmalığı görevini bırakıp iç işlerine dönmesi ve bütün enerjisi ve
kaynaklarının ABD içinde harcanması taraftarıdır. Cumhuriyetçiler için
Pax-Amerikana (Yani Amerikan Barışı Amerikan karşıtlarının ironik ve aşağılayıcı
söylemiyle Amerikan İmparatorluğu) söylemine uygun olarak Dünyanın neresinde
ABD’ nin çıkarlarına aykırı veya potansiyel olarak ileride aykırı olacak
oluşumlar, hareketler varsa derhal onları siyasi, askeri ve psikolojik harp
taktikleri ile bertaraf etmek; o yapıların yerine kendi emirlerini dinleyen,
kendine bağlı yönetimleri işbaşına getirmek olmuştur. Cumhuriyetçiler bu
amaçlarını gerçekleştirmek için Amerikan vatandaşlarının 100 milyarlarca
dolarını Rusya, İran, Kuzey Kore, Libya, Yemen gibi yerlerde harcamakta
tereddüt etmemişlerdir.
Amerikan
siyasi partilerinin Dine bakış açıları ve dini siyasette kullanmaları hususunda
ise Demokratlar, dini değerlere fazla atıfta bulunmayan laik bir yapıya
sahipken, Cumhuriyetçiler ise yeni ahit yani İncili temel alan Protestan ve
Katolik Hıristiyan ve Yahudilerin kutsal kitabı eski ahitten yani
Tevrattan esinlenerek Hıristiyanlığı
yorumlayan Evanjelik Hıristiyan değerlerine sürekli referans vererek iç ve dış
politikalarını bu dini-kültürel değerlerinin üzerine inşa etmektedirler.
Demokrat ve
Cumhuriyetçi Partilerin etnik ve kültürel yapıya göre seçmen tabanları ise; Çinli
ve diğer Asya ülkelerinden göçmenler, orta-doğu’ lu ülkelerden göç edenler, zenciler ve Yahudiler ile Meksikalı, Porto
Rikolu, Kübalı vb hispaniklerin çok büyük bir bölümü kitle halinde Demokratlara
oy verirken, Beyazlar, Protestanlar, Hispanik olmayan Katolikler, Ortodokslar,
ataları İrlanda, İngiltere, Hollanda, İtalya, Almanya gibi Avrupa ülkelerinden
göç etmiş kitleler Cumhuriyetçilere oy vermektedirler. Bu nedenle ABD’ yi ve
Dünyayı WASP ( White- Anglo-Sakson-Protestan )’ ların idare ettiği iddia
edilmektedir. Trump’ un seçildiği son Başkanlık seçimlerinde etnik ve dini
temellere dayanan seçmen davranışlarında şaşırtıcı bir değişim görülmüştür.
Genellikle ABD’ yi Hıristiyanların idare ettiği için kendilerini azınlık
hisseden bu nedenle % 90 nispetle
Demokratlara oy veren Yahudiler geçen seçimde Yahudi inançları üzerine
Hıristiyanlığı okuyan ve inşa eden Evanjelistlerin topluca Cumhuriyetçilere oy
vermesi, Trump’ un kendisin de koyu bir Evanjelist olmasından dolayı
Yahudilerin yarısının Cumhuriyetçilere oy verdiği ölçülmüştür. Bu eğilimin
devam edeceğini Yahudilerin zaten iktisadi menfaatlerinin Cumhuriyetçilerin
iktidarında olduğu ancak etnik ve dinsel nedenlerle azınlık psikolojisi ile
şimdiye kadar Demokratlara oy verdikleri bilinmektedir.
Bütün bu
tespitlerden ortaya çıkan sonuç; Kasım ayında Trump tekrar Başkan seçilirse ABD’
nin mevcut politikalarının devam edeceği ve Orta-Doğu’da, Batı Balkanlarda ve
Kafkasya’ da en güçlü devlet olarak Türkiye ile müttefiklik ilişkisini ve
işbirliğini artırarak devam ettireceği, rakibi Demokrat Parti adayı Joe Biden seçilirse
ise Türkiye’ye karşı hasmane bir politika izleyeceği değerlendirilmektedir.
Prof. Dr. Uğur Özgöker
Arel Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Milli
Savunma Üniversitesi Kara Harp Enstitüsü Öğretim Üyesi
Kıbrıs Amerikan Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyesi
Uluslararası Diplomatlar Birliği ve Türkiye-Avrupa Vakfı Yönetim Kurulu
Üyesi.
Yorumlar
Yorum Gönder